Batık Uygarlıklar

Harappa: İndus Vadisi Uygarlığı

 

İndus Vadisi Uygarlığı, ya da Harappa Uygarlığı, İndus vadisinin bel kemiğini oluşturduğu çok geniş bir bölgeye yayılmış, Güney Asya’daki en eski kent uygarlığıdır. İÖ 3.300 yılları dolaylarında bir kent uygarlığı şeklini aldığı kabul edilmektedir. Uygarlığa ilişkin ilk arkeolojik buluntular, 1921 yılında Pakistan’ın Pencap eyaletinde Harappa ve 1922 yılında Sind eyaletindeki Mohenco-daro antik yerleşimlerinde bulunmuştur.

Bu iki kentin dışında yüzün üstünde kent, kasaba ve köyde hüküm sürdüğü bilinen İndus Uygarlığı’nın 250-500 kadar karakterden oluştuğu sanılan yazı dili henüz çözülememiştir.

İndus Irmağı’nın verimli ovalarında taşkınları önleyecek, daha verimli tarım yapılmasını sağlayacak teknikleri geliştiren uygarlık, İndus Vadisi boyunca yayılmıştır. Ağırlıklı olarak buğday, arpa, bezelye, pamuk ve susam tarımı yapılmaktadır ve kedi, köpek, sığır, kümes hayvanları, manda, domuz ve deve evcilleştirilmiştir. Fildişi takılardan, filin de evcilleştirilmiş olduğu anlaşılmaktadır.

Arkeolojik bulguların büyük bir bölümü, ince işlemeli mühürlerdir. Mühürlerde insan, hayvan ve Şiva figürleri kullanılmıştır. Bulgular, Mezopotamya ve Mısır uygarlıklarıyla ticari ilişkilerde bulunulduğunu göstermektedir.

Uygarlık, İ.Ö. 2. bin yılın ortalarında kentlere saldıran Ari kabilelerce yıkılmıştır.

İndus Vadisi Medeniyetleri Şunlardır;

Taş devri 70,000–3300 MÖ
Mehrgarh Kültürü 7000–3300 MÖ
İndus Vadisi Uygarlığı 3300–1700 MÖ
Geç Harappan kültürü 1700–1300 MÖ
Vedic Dönemi 1500–500 MÖ
Demir Çağı 1200–500 MÖ
Vedic Krallığı 1200–700 MÖ
Maha Janapadas 700–300 MÖ
Magadha İmparatorluğu 684 BC– 320 MÖ
Maurya İmparatorluğu 321–184 MÖ
Orta Krallıklar 230 MÖ–MS 1279
Satavahana İmparatorluğu 230 MÖ–MS 199
Kushan İmparatorluğu 60–240
Gupta İmparatorluğu 240–550
Pala İmparatorluğu 750–1174
Chola Hanedanlığı 250 –1279
İslami sultanlar 1206–1596
Delhi Sultanlığı 1206–1526
Deccan Sultanlıkları 1490–1596
Hoysala İmparatorluğu 1040–1346
Kakatiya İmparatorluğu 1083–1323
Vijayanagara İmparatorluğu 1336–1565
Mughal İmparatorluğu 1526–1707
Maratha İmparatorluğu 1674–1818
Sikh İmparatorluğu 1799–1849
Sömürge Era 1757–1947
Modern devletler 1947 ve sonrası

Yakınlardaki Khambaht Körfezi keşfine dek, arkeologlar tarafından Hindistan’da araştırılan en eski kentleşme merkezleri kalıntıları arasında günümüzde Pakistan’da bulunan İndus nehri kıyısındaki Harappa ve Mohenjo-Daro vardır. Khambaht Körfezi keşfinde herhangi bir şey esrarengiz ve çok kadim Harappa uygarlığındaki buluntulara benzeyecek mi?

11178373_10153349278794548_3080090714410265216_n

İndus nehir vadisinde bir çoğu 3500 yıllık olan höyükler üzerinde kurulu yapıların yükseklik ve derinlikleri gösteren Harappa arkeolojik kazı.

21099_10153349279304548_4879662818596775001_n

 

Kadim Hindistan’ın en esrarengiz kültürlerinden biri, 3000 yıldan daha eski Harappa’da bir şehrin kazılmış duvarları. Halk okur yazardı ve günümüzde sadece kısmen çözülmüş olan Dravidian Sanskrit dilini kullanırdı. İndus vadisindeki Harappa ve Mohenjo-Daro’nın buluntuları olağanüstü güzel ve ayrıntılıdır.

 

11127638_10153349280259548_6515617114689364631_n

 

Harappa and Mohenjo-Daro kazılarından çıkarılan ilk objeler hayvan resmeden ve halen alimlerin tam çözemediği yazılarla bezenmiş küçük taş mühürlerdi.

Bu mühürlerin tarihi yaklaşık olarak M.Ö. 2500 yılıdır.

11182068_10153349281574548_1869087026524759580_n

 

Yakından bakıldığında Mohenjo-daro’da bulunan bu mühür tek boynuzlu at unicorn’a benzeyen bir hayvandır. Her bir yanı 29 mm. uzunluktadır ve ısıtılmış Steatit’ten yapılmıştır. Steatit ısıtıldığında sertleşen kolayca yontulabilen bir taştır. Üst tarafta anlamı henüz çözülmemiş İndus yazıları vardır. Bunlar tarihin ilk yazılarındandır.


Günümüzdekilerle boy ölçüşebilecek olan su kanalları ile şehir planlamacılığının mükemmel örnekleri, lüks ürünlerin satıldığı bayındır ticaret merkezleri… İşte, 4500 yıl kadar önce İndus Vadisi Uygarlığı’nın muhteşem kentleri Harappa (günümüzde Pakistan’ın Pencap eyaletinde) ve Mohenjo-daro (günümüzde Pakistan’ın Sind eyaletinde). Bu kentleri kuran halk aslında bir imparatorluk da kurmuştu. Ancak onların sosyal örgütlenmeleri, dinleri adet ve gelenekleri hâlâ gizemini korumaktadır. Onların garip biçimli resim-yazıları çözülene kadar da bu gizem sürecektir.

Victoria döneminde demiryolu, ilerlemenin, ülkeyi modern çağa ulaştırmanın bir simgesi halindeydi. Oysaki 19. yüzyıl Hindistan’ının demiryolu ağının kurulması, bizleri gelecekten daha çok Hindistan’ın köklü geçmişinin 2000 yıl kadar gerilerine götürmüştür. John ve William Brunton adlı iki mühendis kardeş, Doğu Hindistan tren yolunu kum ile alüvyon toprağın üzerine döşemekte zorlanıyorlardı ve 1856 yılında John Brunton daha sonra yazmış olduğu gibi, tren yolunun kırma taşlarını nereden bulacaklarına ait kafasına koyduğu yeni şeyleri durmaksızın deniyorlardı. Daha sonraları duydu ki, bu hattan pek de uzakta olmayan Brahminabad adında eski bir harabe kent vardı. Kenti ziyaretinde gördü ki çok iyi pişirilmiş olan sert tuğlalar kullanılmıştı burada. Buranın aradığı kırma moloz için mükemmel bir “taşocağı” olacağına inanmış olarak geri döndü ve aslında düşündüğü gibi de oldu.

Kuzeyde kardeşinin hattı da bir başka tarihi kent, Harappa kentini kurmak için kullanılan tuğlaların alındığı tepeler topluluğunun yakınlarından geçiyordu. William Brunton da ağabeyinin izinden gitti ve prehistorikHarappa köyünü kırma moloz için yağmalayarak bu yolla 93 millik ya da 149.000 metrelik kırma taşı çok ucuza mal etti.

Tuğlaların yanı sıra, çok fazla olmamakla beraber, aralarında sabuntaşından işlenmiş olan mühürlerin de bulunduğu, sanatsal parçalar da çıkarıldı. Bu parçalardan bir tanesi bir asker olarak olduğu kadar, arkeolog olarak da tanınan ve 1856 yılında Hindistan’ı ziyarete gelen General Sir Alexander Gunningham’ın ilgisini çekti. Mühre bir boğa resmi ve ne anlama geldiği bilinmeyen birtakım yazılar işlenmişti. General bu önemli buluntunun değerini fark etmiş, bölgede 1872 yılında Hindistan arkeolojik araştırmalarının başına geçene kadar bir kazı başlatmıştı. Bu keşfinin haberi, 1875 yılına kadar yayınlanamadı ve olaydan 20 yıl sonra, olay gündeme geldiğinde bile pek fazla dikkate alınmadı.

1920’ye dek bütün uzmanlar antik Hindistan uygarlığının, Büyük İskender’in MÖ 327’de kıta parçasına yaptığı keşif gezisi çerçevesindeki birkaç yüzyıla sığdığı düşüncesinde idiler. Kent olarak nitelendirilebilecek, bilinen en eski Hint yerleşim birimi, ayakta duran taş duvarları ile 6. yüzyıldan kalma Rajagriha idi.

11178293_10153349330799548_4532094356644514963_n

Ancak 20. yüzyılın başında Sir John Marshall, Hindistan Arkeoloji Genel Müdürü olan General Cunningham’ın mührünü Harappa’nın diğer tarihi mühürleri ile karşılaştırdı. Onun hatları, Harappa uygarlığının, sanılandan çokdaha eski olduğu intibaını uyandırmaktaydı. Bu durumda 1920’de Marshall, Hintli arkeologlardan Rai Bahadur Day Ram Sahni’yi Harappa’daki tepeciklerde kazılara başlamak üzere görevlendirdi. Hintli, Marshall’ın tahminlerini destekleyen, İskender’in buraları istila etmesinden önce oralarda gelişmekte olan ileri düzeyde bir uygarlığın 1000 yıldan beri var olduğunu gösteren keşifler yaptı. Rajagriha’nın duvarlarından daha eski olan hiçbir yapı bulunmamışken, Marshall’ın iddiasının biraz cüretkâr gözükmesine karşın, aslında tahmininde 1000 yıldan daha fazla bir eksiklik bile vardı.

1922’de Marshall’ın Hintli arkeologlarından bir başkası, Harappa’nın 400 mil güneyinde Mohenjo-daro (Ölüler Tepeciği) olarak adlandırılan bölgede kazı yapmaya başladılar. Bu iki yerdeki kazılar birkaç mevsim boyunca devam etti ve Hint geleneklerinden hiç bahsedilmemiş olan bir uygarlığa ait iki kentin kalıntıların] gün ışığına çıkardı.

Bu uygarlık MÖ 2500 yıllarında kurulmuş ve MÖ 1500 civarında sona ermiş gibi gözükmektedir. Eldeki bulguların, şu ana kadar gösterdikleri, önemli sosyal ve ekonomik kurumların çok hızlı bir şekilde oluştuğu ve ileri bir şehircilik sisteminin var olduğunu düşündürmektedir. Onlar metalleri yaygın bir şekilde kullanıyorlardı. Alet ya da araç ve gereçler, bakır ya da bronzdan, lüks eşyalar ise gümüşten veya altından yapılıyordu. Uygarlığın sonunu getiren nedenler ise, hâlâ karanlıktadır.

Burası kendisine yaşam veren ve belki de sonlarını da hazırlamış olan nehrin adıyla yani İndus Vadisi Uygarlığı olarak, ya da keşfedilen ilk yerleşim yeri olan Harappa’nın adına, Harappa Uygarlığı olarak tanınmaktadır. Oysa en ileri döneminde bu kültür İndus Vadisi’nin dışına yayılmış ve Mezopotamya’daki devletlerden ya da Mısır Krallığı’ndan çok daha büyük bir bölgeyi kaplamıştı. Elli yılı aşkın bir zamandır süren titiz kazılar birçok öykü için de kaynak olmuştur. Bu bir tür dev bulmaca gibi, her yeni eleman, sonuca bizi daha çok yaklaştıracağına yeni anlamlara ve tam tersine yeni yorumlara yol açarak durumu biraz daha çapraşık bir duruma sokmaktadır. Ayrıca böyle iyi organize edilmiş bir uygarlığın nasıl olup da böyle hızlı bir şekilde geliştiği, böyle esrarengiz bir şekilde çöktüğü sorusu da var. Binlerce dönümlük arazileri kaplayan Harappa ve Mohenjo-daro İndus Vadisi Uygarlığı’nın bilinen en önemli yerleşim merkezleri, ayrıca bu kültüre ait ya da ondan etkilenmiş olarak bilinen 100 yer daha vardır. Bunların pek azı 10 hektardan daha geniştir. Bazıları da, Hindistan’da bulunmalarına karşın, çoğu da Pakistan’da yer almaktadır. Harita, bir bakışta yazarların İndus İmparatorluğu olarak adlandırdıkları alanın genişlediğini göstermektedir.

Şimdiye dek, tam olarak ortaya çıkarılamamış olan yerlerin çoğunda İndus Vadisi Uygarlığı’ndaki bütünlüğü gösteren gelişimin genel yapısındaki benzer çizgiler görülmektedir. Çok derinliklerde kaldığı için henüz kazı yapılamamış olduğundan, bu gelişme henüz tam olarak örneklenememiştir; ancak Kot Diji’de Mohenjo-daro’nun karşısından nehri geçince, tam bir gelişim dizgisi gün ışığına çıkarılmıştır.

Şehir Planlamacılığın İlk Örnekleri

İndus’un kentlerinin genel yapısında caddeler birbirlerini 90 derecelik açılarla kesmektedir. Binaların genel formları ve malzemeleri çok işlevlidir ve süslemeden arındırılmıştır. Daha büyük olan kent ve kasabalar i
se, her birisi ilke olarak belirli bir iş ile uğraşan, çalışanların barınmakta oldukları bölgelere ayrılmıştır.

Bu durum, kentlerin en başında kurulmadan önce tasarlanmış olduklarını akla getirmektedir. Gereksiz olan ayrıntı ve süslemelerden kaçınılmış, bütünlüğe ve temizliğe önem verilmiştir. Kısacası, İndus kentleri şehir planlamacılığının ilk örnekleridir.

Harappa’nın İndus Nehri’nin kolu olan Ravin’in eski yatağının yakınlarında, Mohenjo-daro’nun ise İndus’un eski yatağının kıyılarında yer aldığı bilinmektedir. İki kentin de kuruluş düzenleri ile yerleşim düzenleri birbirine benzemektedir

Din ve yönetim işlerinin nasıl ve nereden yürütüldüğü hakkında pek fazla bir şey bilinmiyor ise de Batı’daki yükseltilerin daha çok dinsel merkezler olduğu düşünülmektedir. Mohenjo-daro’da birkaç tane ilginç yapı bulunmuştur. Bunların arasında en dikkati çekeni, şüphesiz büyük banyo ve tahıl ambarıdır. Bu banyo 6 metreye 8 metre boyutlarında, doldurma ve boşaltma sistemi de bulunan, fayanstan yapılmış döşemeleri ve kaplamaları dikkatleri çekecek düzeyde olan bir havuzdur. Havuzun tabanındaki ve yan yüzlerindeki fayanslar, kenar kenara alçı taşından harç ile döşenmiş ve üzeri de ziftle örtülmüştür. Sonra bunun üzerine yeniden fayans döşenmiştir. Bu şekilde havuzun sızdırmazlığı sağlanmıştır. Havuzu, her birisi küçük bir antreye ve su kanalizasyonuna bağlanmış ve taban döşemesi olan yıkanma odacıkları çevrelemekteydi. Mohenjo-daro gibi büyük bir kentin nüfusuna oranla bu küçük banyonun boyutları düşünüldüğünde, arkeologlar kentin bu bölümünde sayıca çok az insanın yaşamakta olduğu sonucuna varmaktadırlar. Büyük banyonun vücut temizliğinden çok ruhun arındırılması gibi kutsal bir amacının olabileceği de düşünülmektedir.

Her ne kadar, arkeologlar, binalardan birisinin tapınak olabileceği üzerinde duruyorlarsa da, İndus kentlerinde tapınma amaçlı anıtsal yapıların yer almadığı da gözükmektedir. Öte yandan kuvvetli bir olasılıkla tahıl ambarı, bir mağaza olarak ya da halkın ödediği vergilerin, toplanan devlet gelirlerinin biriktirildiği hazine olarak kullanılmaktaydı. Devletin istihdam ettiği çalışanların, işlerinin ücretini tahıl olarak aldıkları da ileri sürülen bir varsayımdır.

Harappa ve Mohenjo-daro’nun efendileri, kalelerindeki nispi barıştan başlarını kaldırıp basit ve alçaklara yerleşmiş şehirdeki işlerini takip edebilmekteydiler. Kale ve surların arasında her tür istila olasılığından ve bir dereceye kadar da sık sık taşma eğiliminde olan nehrin kaprislerinden korunmuş oluyorlardı. Bu kalelerin hiç de demokratik ve eşitlikçi olan bir topluma ait olduğu sanılmamaktadır. Daha çok ilkel uygarlıklar benzeri, militarist ve dinsel bir yönetim gücünü düşündürmekte burası.

Aşağıdaki şehir hakkında en çok bilgi Mohenjo-daro’dan öğrenilebilmektedir. Bir zamanlar kalıntılar ve yıkıntılardan başka hiçbir şeyin bulunmadığı bu yerde, şimdi bütün bu yerleşim kazılarla ortaya çıkarılmış bulunmaktadır. Kent, kalenin 200 metre doğusunda dört katlı bir tepecik üzerinde yükselmekteydi ki, tepecik arasında bulunan yerler için birçok varsayımlar öne sürülmekte ise de bunların hiçbirisi tatmin edici değildir. En yakın olasılıkla, İndus o zamanlar, kente şimdi olduğundan daha yakın bir yatak izliyor ve kentin surlara yakın tarafındaki su ihtiyacını sağlayan kanal ya da nehir kolunu oluşturuyordu.

En gelişmiş döneminde, Mohenjo-daro’nun 40.000’lik bir nüfusu barındırdığı sanılmaktadır ki bu, hayvancılık ve tarım ile geçinen bir ülke ve o zaman dönemi için önemli bir sayıdır. Ancak kentin kendisi ticari bir metropol olarak çok daha geniş bir bölgeye hizmet vermiştir.

Bundan daha şaşırtıcı olan ise kentin bir ızgara tablası gibi olan yerleşim planıdır. 9 metre genişlikteki caddeler, kuzeyden güneye, doğudan batıya 270 metre X 360 metre dikdörtgensel bir blok halinde örülmüştür. Çok bilimsel bir yaklaşım olmamakla birlikte, bu bağlamda, Mohenjo-daro’nun halkının uzaklıkları, bloklarla ölçmekte olduklarını varsayabiliriz.

Kentte daha çok Ortadoğu ve Asya şehirleri benzeri, ana caddelere bakan yüzleri penceresiz olan duvarlar bulunmaktadır. Tüm kapılar genişlikleri 3 metreye kadar çıkan sokaklara açılmaktaydı ve bu sokaklar blokların her birinin merkezine kadar girmekteydi. Bu şekilde, evler sokağın tozundan ve meraklı gözlerden korunmuş olmaktadırlar. At arabaları trafiği de kontrol altına alınmış ve kanalize edilmiş olmalıydı. Zira trafik tıkanıklığı ilk kez motorlu araçların ortaya çıkması ile olmamıştı ve burada da vardı.

Öte yandan insanda hayranlık duygusu uyandıran şey ne esas kentin boyutları, ne de bu düzenli planıdır: Bunlardan daha çok onun kanalizasyon sistemidir. Mohenjo-daro’nun halkı, dünyanın birçok yerinde hâlâ görülmeyen, klasik dönemler öncesi düzeyle ile hiç karşılaştırılamayacak, gerek kamuda ve gerekse kişilerde var olan aşırı bir temizlik alışkanlığına sahiptirler. İster küçük ister büyük olsun, her meskeni, kendi bağımsız su yoluna açılan ve duvarların içine döşenmiş olan birer toprak boru hattına sahipti. Bunlar sırası ile merkezi kanalizasyon şebekesine bağlıydı.

Lağım çukurlarının aralıklar halinde ana şebekeye bağlandıkları kendekiler de vardı. Bunlar yoğunluklu artıkların, engel oluşturmaksızın asıl akış hattına toplanması için tasarlanmışlardı. Kentin her yanında, kimi sokaklardan girilebilen kimi evlerin altlarında birçok kuyu bulunmaktadır. Bu sistem, buralara yanlışlıkla düşen eşyaların toplanabilmesi açısından arkeologlara da dikkate değer bir yardımda bulunmuştur.

Harappa ve Mohenjo-daro’da Günlük Yaşam

Mohenjo-daroMohenjo-daro’da ve öteki kentlerde günlük yaşam nasıldı? Hiç şüphesiz sert ve acımasız olmalıydı: Sanat, festival ve eğlenceden çok ticaret ve emek ağırlıklıydı yaşamları. Fakir zanaatkârın ve zengin
bir tüccarın evleri arasında görülebilecek asıl farklar, yalnızca bunların büyüklükleri ve birbirlerine göre birkaç ufak teknik üstünlükten ibaretti. Genel izlenim tekdüzelikten kaynaklanmış olan müthiş bir tutarlılıktır. Kilometrelerce devam eden aralıksız örülmüş tuğlalardan hiçbir belirgin karakter çizgisi elde edilemez; öte yandan caddelerin dışında bir toplanma yerinin de bulunmaması, tekdüzelik imajını desteklemektedir. Kentin sonradan yapılan yeniden kurulmalarında da ilk planlara kesinlikle uyulmuştur. Bu da İndus uygarlıklarının büyük bir kısmında zanaatkârların aralarındaki bir fikir birliğinden çok, açıkça ortaya konan bir otorite gücünün zoru ile yalnızca kendi alanlarında faaliyet gösterdikleri izlenimini bize vermektedir. Kentlerin yerleşim planları, yaşama biçimi hakkında çok az bilgi vermektedir; daha çok günlük yaşamda kullanılmakta olan kap kacak, oyuncaklar, ağırlıklar ve hatta gizemli şekillerin üzerlerine kazındığı mühürler gibi ayrıntılar ile olay kolayca yakalanabilmededir.

“Terracotta” (bir tür kırmızı toprak), eşyaların genel malzemesidir ve çömleklerin üzerleri bu kırmızı renkli madde ile kaplıdır. Ayrıca bunların da üstüne, soyut geometrik şekillerden klasik figürlere kadar değişen siyah renkli dekoratif motifte süs olarak işlenirdi. Bu figürlerde bitkiler ve hayvanlar çoğunluktadırlar. Oysa insanlar burada çok az görünmektedir.

Tüm işlerin çarkının başında eğilmiş çömlek ustası tarafından yapılmasına karşın, bunların olağanüstü fazla sayıda olması, iyi örgütlenmiş olan bir endüstrinin varlığına işaret etmektedir.

Arkeolojik kazılarda bulunan sayısız çamur heykel, oyuncak ve deri eşya bize kent halkı hakkında bilgi vermektedir. Bunların çoğu kadınları, yapılmış saçları ile ve mücevherlerle süslenmiş olan tanrıça ya da dansöz şeklinde göstermektedir. Ancak bunların arasında günlük işleri ile uğraşan ev kadınları ve anneler de yer almaktadır.

Tek parça elbiselerinin içindeki kadınların aksine, erkekler genellikle çıplak olarak çalışmaktadırlar. Bu figürlere ek olarak, at arabaları ve genellikle eklemli oynar başları olan Harappalı çocukların ardından koşan hayvanlar vardır ve o günün yaşamından bazı basit sahneleri böylece gözlerinizin önüne getirmeniz mümkündür.

Yerleşim yerlerinde ilk ilgiyi uyandırmış olan mühürler ise o kadar çok sayıda bulunmuştur ki, her ailenin kendisine ait bir mührünün bulunmuş olması mümkündür. Bunlar karesel biçimlidir ve üzerine bir hayvan motifi ile sağdan sola doğru okunuyormuş izlenimini veren bir yazıt kazınmıştır.

Şu ana kadar bu yazıların tamamen deşifre edilmesi mümkün olmamıştır. Dokümanların eksik olması yüzünden, dilbilimciler bu yazının ilettiği resimsi mesajları çözebilmekten uzaktırlar.

Yaklaşık 500 karakterden oluşan bu yazının çözülebilmesi için birçok denemeler yapılmıştır, ancak yalnızca bir tanesinden şaşırtıcı sonuçlar elde edilebilmiştir. Bu çalışmalar, İndus yazısının bilmece veya bulmaca gibi okunması gerektiği savını öne süren Finli dilbilimcilerden oluşan bir grup tarafından gerçekleştirilmiştir. Onlara göre, balıkların, insanları ve benzerlerini farklı duruşları ile ve biçimleri ile gösteren işaretler esasında biçimsel olmaktan çok, bu dile ait seslerin anlatılmasında kullanılıyordu. Bu daha çok İngilizcedeki “ben” anlamına gelen şahıs zamiri “I”ın yine İngilizcede telaffuzu bu sese çok yakın olan ve göz anlamına gelen “eye” ile anlatılması yani bir göz şekli çizilerek anlatılması gibi bir şeydir. Ne var ki bu kuramın gerçek anlamda kullanımı, ilgili dilden yeteri kadar doküman bulunmadan önce gerçekleşemeyecektir.

Mühürlerin hangi amaçlarla kullanıldıkları ise, üzerlerindeki yazılar çözülene kadar bilinemeyecektir. Yalnız amaçlardan birisinin, bunların ticarette kullanılan malların üzerinde damga olarak kullanımı olduğu sanılmaktadır. Bu durumda, günümüzde malların üzerlerindeki etiketlerin bunların kime ait olduklarının anlaşılmasını sağladıkları gibi, bunların da mülkiyet hakkının bir kanıtı olmalı pekâlâ mümkündür.

Birçok bakımlardan, İndus kentleri gizemlerini hâlâ korumaktadırlar. İndus Vadisi Uygarlığı hakkında bilgi birikimimiz halen yetersizdir ve bu uygarlığın sona ermesi ile ilgili olarak öne sürülen birçok kuram vardır ve büyük bir olasılıkla da çöküş birkaç farklı etmene birden dayanmaktadır. İndus Nehri’nin olağandışı taşmalarından birisi (ki bu ırmak hâlâ taşmaya devam etmektedir), orada nehri kontrolleri altına almak isteyen insanların sabırlarını ve güçlerini tüketmiştir. Öte yandan, MÖ 1500 civarında gerçekleşen bir Ari istilasının çöküşe neden olduğu da iddia edilmektedir. Harappa uygarlığı üzerine yapılan iddiaların hiçbirisi tam olarak ikna edici olamamaktadır. Her iki iddia da böylesine iyi örgütlenmiş olan bir toplumun yıkılmasına neden olmayacak kadar basit ve hafif gözükmektedir. Zaten Arilerin gelişlerinden 500 yıl öncesinden itibaren çöküşün emarelerine rastlanmaktadır. Bazıları ise bu iki kentin terkedilişini, uzun zamanlar boyunca toplumu kliklere ayırmış olan politik ve ekonomik kurumlara bağlamaktadır.

Uygarlıklarının ne durumda bulunduğu, dev bir bütünün ancak küçük parçacıkları olarak anlaşılabilmededir. Böylesine titiz bir anlayışın egemen olduğu bir kültür hakkında bu kadar az şeyin biliniyor olması garip ve üzücüdür. Herhalde sert iklim ve selin istilası ve gelişen olumsuz ticari değişmelerin sonucu olmuş olmalıdır bu çöküş.

Elimizde, çok canlı ve çeşitli bir ticaretin varlığına dair birçok çeşitli kanıt bulunmaktadır. Sümer’de bile İndus Vadisi’ne ait mühürler bulunmuştur. Hindistan’da Cambay Körfezi’nin ucunda yer alan Lotal, Hindistan’ın merkezi hinterlandı ile gelişmiş ticari bir takım ilişkilere sahipti. Lotal’in iskelesi olarak bilinen büyük tuğla yapının da Harappa uygarlığı tarafından yapılmış olduğu sanılmaktadır.

Bunların ötesinde, Harappalılar, dikkate değer bir ölçü ve tartı sistemine sahiptiler. Harappa’da, Mohenjo-daro’da ve diğer bölgelerde çok sayıda ağırlık bulunmuştur. Titizlikle taşlardan yapılmış olan bu tartı ağırlıkları, halat veya metal bir zincir yardımı ile kaldırılabilecek kadar büyüklerinden, ancak kuyumcuların kullanabileceği kadar küçüklerine kadar değişmektedir. Bunların biçimleri genellikle küptür, ancak yassılaştırılmış kürelere, silindirlere, konilere veya fıçı biçimlerine de rastlanmaktadır.

Bu ağırlıkların kullanılmakta olduğu teraziler ise nadirdir, zira onlar ağaçtan yapılmışlardır ve dolayısıyla yüzyıllar boyunca dayanamamışlardır. Metal veya pişirilmiş kilden yapılmış terazi kefelerine ise daha sıkça, rastlanmaktadır.

Geleceğin arkeologlarının becerilerine ve iyi şanslarına bırakılması zorunlu olan sorular arasında ise Mohenjo-daro’da bulunan önemli bir heykel vardır. Bazılarına göre, bu heykel bir rahip-kralı temsil etmektedir. Eğer bu doğru ise, acaba o tüccarlardan oluşan bir aristokrasiden mi gelmektedir? O bir imparatorluğun yöneticisi mi idi, yoksa İndus Vadisi Uygarlığı özerk kentlerinden oluşmuş olan bir federasyon şeklinde mi idi? Ve bu büyük kişi hangi dine hizmet etmekteydi?

Mühürlerde bu konuda ilginç bir ipucu var aslında. Bunların bazılarında, ayaklarını üstüste atmış, boynuzlu çok kollu Hindu tanrısı Shiva’nın ilk şekli olarak bilinen bir figür görülmektedir. Böylece, İndus Vadisi’nin insanlarının kendi yazılarını icat etmeleri gibi, tanrılarını da kendilerinin yaratmış olmaları mümkündür ve buna bir yere kadar mühürler tanıklık etmektedir.

İndus Vadisi Uygarlığı hakkında kısıtlı bilgi düzeyimizden dolayı, şu an daha kesin olan hiçbir şey söyleyemememiz, hayal kırıklığına uğratmamalı. Arkeoloji, böyle bilinmezler nedeniyle sürekli olarak canlı kalabilmiş yaşayan bir bilim olarak devam ediyor. O nedenle de, yalnızca kesin sonuçlara ulaşabilmek için, belli kuralları izlemekten çok, düş gücü, esin, tatmin olma ve şahsın her zaman etkin olarak rol oynadığı ve oynayacağı, meydan okuyucu bir bilim olarak sürüyor.

Foto Kaynağı: Arkeoloji ve Müzeler Bakanlığı, Pakistan

Kaynak: North Park University, Chicago, Illinois.

Derleyen: Sadullah Başar

 

 

Sadullah Başar

1982 İstanbul doğumluyum. Yapı tasarım işi ile ilgilenmekteyim. Antik uygarlıklar, dinler öncesi tarih ilgi alanım. Manisa' da ikamet etmekteyim.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu