Gizemli Arkeolojik Tarih

Androjen

1507743_1546068649000338_9051421480167312930_nİngilizcesi ve Fransızcası “Androgyne”. Her iki cinste de bulunan ve çoğunluğu böbrek üstü bezinin kabuk kısmınca salgılanan erkeklik hormonu maddesine verilen ad.

Cinsiyetsiz ya da çift cinsiyetli varlık sembolüne daha çok, Uygur, eski Mısır, eski İran, Hint, Çin, Japon, Grek, Kuzey Avrupa, İbrani, Hıristiyan ve İslam tradisyonlarında rastlanır. Androjen sembolünün, Okültizm’de, Mistisizm’de, Tantrizm’de ve Taoizm’de de kullanılmış olduğu görülmektedir. James Churchward bilinen en eski androjen sembolünün Uygurlar’a ait olduğunu bildirmektedir.

10378930_1546068512333685_8357748157207450377_nAndrojenlik, her şeyden önce, dualitenin (ikilem) aşılmasının ifadesidir: Doğadaki, fiziksel evrendeki ışık ve karanlık, aktiflik ve pasiflik, erillik ve dişillik, pozitif ve negatif, Yin ve Yang gibi çeşitli şekillerde belirtilen dualite ilkesinin nötr haline ya da teklik haline geldiği, iyi ve kötü gibi ikili kavramların son bulduğu bir hali ve ortamı ifade eder.

Androjenlikte karşıtların mücadelesi yoktur, karşıtların birliği vardır; birbirini tamamlayan iki ayrı prensibin birbirini tamamladığı bir tamlık, mükemmellik ve eksiksiz oluş söz konusudur.

Bölünmenin (çoğalmanın değil ayrılmanın), dolayısıyla menfiliğin sembolü olarak yorumlanan ve kullanılan ikiliğe kıyasla birleşmeyi ifade etmesi bakımından, androjenlik “tek haline gelme” nin, müspetin, hayrın sembolüdür.

Dogonlar bunu “saflık, yaratılan her ‘iki’nin ‘bir’ olmasını isteyen doğruluktur” sözüyle ifade ederler, Kilisenin pek benimsemediği İncillerden birini yazmış olan Thomas da androjenliği, Dogon tradisyonuna paralel olarak, varlığın içinin dışının bir olması, aşağıdayken yukarıdaki gibi saf şuurla kalabilmesi olarak ifade eder.

Androjen sembolünün, tradisyonlarda genellikle ya dualitenin tek olduğu ilk hali, Âdem ve Havva olarak ikiye ayrılmadan önceki saflık halini ya da dualitenin tek olacağı, ikilik ve zıtlık âleminin aşılacağı, gelecekteki mükemmellik ve bütünlük halini belirtmek üzere kullanıldığı görülmektedir.

Androjen sembolünün kullanımına tradisyonlardan şu örnekler verilebilir:

  • “İkiyi bir yaptığınız zaman, içi dış gibi yaptığınız zaman, aşağı ve yukarıyı bir yaptığınız zaman, erili ve dişili bir yaptığınız zaman ki o zaman erkek artık erkek olmaz, kadın artık kadın olmaz işte o zaman göklerin melekûtuna girersiniz.” (Thomas İncil’i)
  • Grek mitolojisindeki, adı Hermes ile Afrodit’in adlarından türetilen Hermafrodit. (Fakat genel görüşe göre androjen’lik ile hermafrodit’lik anlam bakımından aynı şeyi ifade etmezler; bunlara göre, androjen oluşta ikilikten birliğe geçiş kavramı vardır. Süptil plândaki bir haldir ve sembolik bir değere sahiptir, hermafrodit oluşta ise iki cinsiyetin karışık halde mevcut olması kavramı vardır, fiziksel “plân”daki bir haldir ve reel bir vakayı gösterir.)
  • Uygur tradisyonundaki, bir erkek bir kadın başı taşıyan tek vücutlu androjen insan.
  • Hint tradisyonundaki yarı erkek yarı kadın olan Ardhanari-natesvara.
  • Eski Mısır’da erkek başı ve organıyla tasvir edilen ilâhe Mut.
  • Bazı İbrani tradisyonlarına göre, Havva’nın kendisinden meydana getirildiği Âdem’in önce androjen oluşu.
  • Okültizmde, özellikle simyada Güneş ve Ay’ın birleştirilmesinden oluşan iki başlı bir insanla temsil edilen androjen varlık (rebis).
  • Grek tradisyonundaki, Platon tarafından dile getirilen, insanların ilk halinin androjen ve yuvarlak olduğu inanışı.
  • Doğurmak için karşı cinse gerek duymayan ilâhlar. Bazı yazarlar bu ilahları androjenler kategorisinde ele alır.
  • Kimilerine göre Pisagor’un “monad (tek olan) diyad (iki olan) halinde etkinlikte bulunur” sözünde androjenlik sembolizmi bulunmaktadır. Bu, Taoizm’de “bir ikiyi yarattı” sözüyle ifade edilir.

Androjen sembolü, sonuç olarak, çeşitli biçimler altında tezahür eden düalite ilkesinin ortadan kalktığı ya da bulunmadığı hal ve ortamları ifade etmektedir. Androjen sembolünün tradisyonlardaki başlıca anlamları ruhçu ve ezoterik bilgilerle şöyle açıklanır:

1- Spatyum ve Serbest Şuur Hali:

a) Doğmadan Önce: Düalitenin olmadığı spatyumu ve enkarne olmaya hazırlanan varlığın spatyumdaki serbest şuur halini simgeler, iyi ve kötünün, düalite ilkesinin bulunmadığı bu ortamda insan ruhunun tekâmülü mümkün değildir; insan ruhu için tekâmül ancak iyi ve kötünün, düalitenin bulunduğu fiziksel ortamlardaki pratiklerle mümkündür.

1508193_1546068605667009_51435848702573887_nİnsan ruhu dualitenin olmadığı bu ortamda bir gelişme gösteremez, iyiyi kötüden ayırt edebilmesi, hakikat bilgilerini edine bilmesi, kısaca, idraklenmesi için, dualitenin, yani menfi ve müsbet tesirlerin, ak ve karanın yer aldığı, erkek ve dişi prensibin cisimleşmiş olarak bulunduğu bir plânda yaşaması gerekir.

Bilgi, uygulanmadan idrak edilemez ve cevheri bilgi ancak uygulamayla elde edilir. İdrak ancak tatbikat alanındaki deneyimlerle oluşur. Yaşanmadan, pratikte deneyimlenmeden öğrenilebilecek teorik bilgi, tekâmülî bir değere sahip değildir, şuurlanmaya katkısı olmaz, varlığın deneyimlenmiş (cevheri) bilgiler hazinesine eklenemez.

Bu ilke Tevrat’taki Aden Cenneti sembolizminde meyvesi iyi ve kötüyü bilmeye yarayan hakikat ağacı ya da bilgi ağacı denilen ağaçla ifade edilmiştir. Meyvenin yenilmesi düalite ortamına geçişi, yani enkarne olmayı simgeler.

Buradaki bilgi teorik bir bilgi değil, tatbikatla, yaşamayla edinilen, maddeyle ilgili bir bilgidir. Buradaki Âdem, müsbet ve menfi zıtlığının bulunduğu düalite âleminde, yani fiziksel plândaki dünyalarda bedenlenmemiş olduğu için, saf olmakla birlikte, uygulanmış bilgiye sahip olmayan insan ruhunun durumunu ifade eder.

Androjen varlığın dişi ve erkek olarak ikiye ayrılması ise varlığın ruhsal tekâmül deneyimlerinde bulunmak üzere düalitenin, yani menfi ve müsbet zıtlığının geçerli olduğu fiziksel dünyalarda doğmasını gösterir ki, bu kimi inanışlarda bir’in iki’yi doğurması ya da “cennetten kovulma” olarak da ifade edilmiştir.

Sembolik meyve yenilmeden önce Âdem ne kötülük kavramını ne de korkmayı bilmektedir; çıplaklık veya giyinme, utanma veya utanmama gibi bir düalite yoktur; hepsi meyve yenilince başlar: Bir iken iki olma başlar, yani androjen varlık bir iken iki cinse bölünür.

Cennetin dualitenin olmadığı yer olarak tanımlanmasına mistisizmde ve Sufilikte de rastlanır. Mevlânâ Celaleddin bir sözünde “cennet zıtlıkların olmadığı bir yerdir” demiştir.

b) Ölümden Sonra: Ölüm olayı ile bedenini terk etmiş, ardından teşevvüş aşamasını, “kendiliğinden imajinasyon aşaması”nı atlatmış ve “serbest şuur”uyla hareket edebilecek duruma gelmiş varlığın içinde bulunduğu hali simgeler. Bu, belli bir tekâmül düzeyine gelmiş varlıkların edinebildikleri bir haldir.

10985966_1546068539000349_3601748027675463471_nVarlık artık fiziksel plânda olmadığı için burada bir menfi-müsbet düalitesi içinde değildir, düalite yoktur, ikilik tekrar bir olmuştur, artık yine teklik hali söz konusudur. Buna kimileri asli vatana dönüş, maya (illüzyon) âleminden hakikat âlemine geçiş gibi çeşitli adlar verirler.

Başlangıçtaki, doğmadan önceki saf şuur halini yeniden edinmiştir. (Ölümün bir yok oluş olmadığını, aksine öte-âlemdeki bir doğuş olduğunu ve kişinin ölüm olayı sonrasındaki birtakım hesaplaşmaların ardından, doğmadan önceki saflık halini tekrar kazanabileceğini bilen bazı eski uygarlıklarda, ilk hale dönüş kavramı ölünün beden pozisyonuyla simgelenir:

Ölünün vücudu mezara embriyonun ana rahmindeki pozisyonunda konur. Örneğin Tibet’te, İnkalar’ın Chullpa (Çulpa) kentinde ve Anadolu’daki Alacahöyük uygarlığında ölüler mezarlara bu pozisyonda konulmuştur.) Kötülükler ve ıstıraplar bitmiştir, yeryüzünde tekrar doğmasına kadar.

2- İnisiyatik Yolla Edinilen Saf Şuur Hali:

İnisiyatik süreç sonunda edinilebilecek aydınlanmayı, şuur ve idrak halini simgeler. Burada, inisiyenin reenkarne olmadan önceki saf şuur halini yeryüzündeyken edinmesi söz konusu olduğundan, buna kimileri ilk hale dönüş, asli hale dönüş gibi çeşitli adlar verirler. (İnisiyasyonlardaki saf şuur hali daha ziyade saflaşma, her türlü nefsani unsurlardan arınma anlamındadır, “serbest şuur” hali anlamına gelmez; çünkü spatyumdaki serbest şuur halinin bedenliyken edinilmesi yeryüzü koşullarında mümkün değildir.) 

3- “Dünya Gezegeni Okulu”ndan Mezuniyet Hali:

Yeryüzündeki çeşitli reenkarnasyonları sonucunda Dünya Gezegeni Okulu’ndaki tüm dersleri almış, Dünya’daki tüm tekâmül realitelerini tamamlamış, her türlü otomatizmadan kurtulmuş, daha yüksek bir okula gitmeyi hak eden, lâyık olan varlığın, bir başka deyişle, menfi-müsbet zıtlığının bulunduğu dünyalarda reenkarne olmaya ihtiyacı kalmayan varlığın bulunduğu spiritüel aşamayı ve hali simgeler.

Her ne kadar yeni okulunda kendisini yeni ikilik ve zıtlıklar beklemekteyse de, artık Dünya üzerindeki menfi te sirlerle ‘epröv’ yapma zorunda kalmayacaktır. Bu, kimi tradisyonlarda kurtuluş, nirvana gibi terimlerle belirtilir.

4- Dualitenin Tamamen Bitişi:

İkilik ve zıtlık âlemini kesin surette aşmış varlıkların bulunduğu aşamayı (insanüstü aşama), kâinatın düalite ilkesinin geçerli olmadığı ortamlarındaki bu varlıkların şuurlarının birleşik, tek şuur biçiminde etkinlikte bulunmasını ve bu mükemmellik ve bütünlük halini simgeler.

Dogon tradisyonuna göre işitilebilir olan ikinci kelâm (ilk kelâm Tanrı’nınkidir, işitilemez), cinsiyetsiz olan Nommo Ana gonno’lar aracılığıyla insanlara aktarılmaktadır ve bu kelâmın yayılma yeri, artık (Tanrı değil) birtakım yıldız ve gezegenlerdir.

5- Katılaşma-Öncesi Hermafrodit Bedenler:

Teozofi’ye göre hermafrodit varlıklar yalnızca birer sembolden ibaret olmayıp, Dünyada en eski çağlarda gerçekten yaşamış varlıklardır. (Bu anlama ‘androjen’den ziyade hermafrodit terimi daha uygun düşmektedir.)

Dünya insanının geçmiş ve geleceğini yedi kök soy halinde ele alan Teozofi’ye göre, bugünkü insanlığın beşinci kök soyu oluşturduğu bu soylar dizisinde birinci ve ikinci kök soy, hermafrodit ya da cinsiyetsiz idiler.

Dünya henüz şimdiki fiziksel yoğunluk derecesinde tezahür etmemiş olduğundan, kimi tradisyonlarda “cennet” diye ifade edilen etherik esiri bir ortamda yaşıyorlardı.

Dolayısıyla vücutları da etherik idi, bir tür jöle özelliği gösteriyordu. Birinci kök soy tam anlamıyla etherik idi, beyin gibi iç organları mevcut değildi. Yoğunlaşma süreci sürdüğünden ikinci kök soy, yarı etherik bir hal aldı. Yeryüzünde ısının azalması maddelerin katılaşmasına neden oldu.

Başlangıçta her iki prensibi de (dişi ve erkek cinsel organlarını) eşit ölçüde içeren bu varlıkların cinsel dengesinde, vücutlarının gitgide yoğunlaşma göstermesine paralel olarak, zamanla bozulma baş gösterdi ve her varlıkta iki prensipten biri daha ağır basmaya başladı. Sonunda süreç, her varlığın iki cinsten birine ait olduğu ve diğeriyle ilgili özellikleri tümüyle terk ettiği, yani iki cinsin birbirinden kesinlikle ayrıldığı aşamayla noktalandı. Hermafroditlikten ayrılma üçüncü kök soyun orta zamanlarında meydana geldi. (Teozoflara göre üçüncü kök soy da ilk zamanlarda hermafrodit idi.)

Üçüncü kök soyun sonraki bireyleri o dönemden itibaren artık kendi kendine değil, karşılıklı birleşmeyle, yani cinsel üremeyle çoğalmışlardır. İskelet, sinir ve kas sistemleri de hermafroditlikten ayrılmadan hemen önce, yoğunlaşmanın tamamlanmasıyla oluşmuştur. Yoğunlaşıp katılaşma bu varlıkların psişik yeteneklerini de gitgide kaybetmelerine neden olmuştur.

Kaynak: dolusozluk

Resim Düzenleme: Çiğdem Sarıgül

Çiğdem Sarıgül

Çocukluğumdan beri bu evrendeki gerçek rolümüzü, gerçekten nereden geldiğimizi, nereye gideceğimizi araştırıyorum. : )

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu