Astronomi

Kuyruklu Yıldızlar Nereden Geliyor?

 

İnsan olarak bir gizemin içine doğduk. Gözlerimizi açtığımız küçük gezegenimizde nereden geldiğimiz, kim olduğumuz ya da evren hakkında herhangi bir bilgi olmadan, terk edilmiş bir bebek gibi yapayalnız kaldık. Geceleri üzerimizde uzanan milyonlarca parlak ışığı hep merak ettik. Her şeyi kendi başımıza anlamamız gerekti. Elimizdeki tek güç ise zekâmızdı.

Çağlar boyunca Dünya’nın farklı yerlerinde farklı kültürler aynı gökyüzüne baktılar ve her biri yıldızlarda başka resimler gördüler. Fakat hepsi gökyüzünü okumanın bir yolunu buldu. Atalarımız bu devasa takvimden yola çıkarak yağmurların ve soğuk havanın, göçmen hayvan sürülerinin ne zaman geleceğini, ne zaman konaklayıp ne zaman harekete geçmeleri gerektiğini anladılar. Dünya’nın mevsimsel döngüsüyle yıldızların hareketi arasındaki ilişkiyi gözlemlediklerinde, gökyüzünde olanların onlar için olduğu sonucuna vardılar.

Gökyüzü bir takvimse eğer üzerinde olanlar bize gönderilen bir mesajdan başka ne olabilir?

Bir gün gökyüzünde beklenmedik bir şey oldu. Yıldızlardan biri arkasında ışıktan bir iz bırakarak ilerliyordu. İnsanları hayrete düşüren şey bir kuyruklu yıldızdı. Bu etkileyici olayı yine bir mesaj olarak algıladılar. Ama bu sefer ki tanrılar tarafından gönderilen bir mesaj olmalıydı ve nedense büyüleyici güzellikteki kuyruklu yıldızı kötüye yordular. Aslında nedenini anlamak zor değil. O zamanlar olanlarla ilgili ellerinde mantıklı bir açıklama yoktu. Bu, Dünya, Güneş sistemi ve Evren ile ilgili gerçekleri keşfettiğimiz zamandan çok önceydi. Kuyruklu yıldızlar kıyamet alametiydi.

Tüm antik kültürler aynı hatayı yaptı. Neredeyse tüm atalarımız bunu kötü bir haber olarak algıladı. Tek fark felaketin ne olduğuydu. İngilizcedeki felaket sözcüğü ‘Disaster’ Yunanca kötü yıldız (dis-aster) anlamına gelir. Doğu Afrikalı Masailere göre kuyrukluyıldız kıtlık, güneydeki Zululara göre savaş, batının Bamilekelerine göre hastalık, Zairenin Djagalarına göre tam olarak çiçek hastalığı, komşuları Lubalara göre bir liderin ölüm haberi anlamına geliyordu.

Antik Çinliler ise olaya sistematik bir şekilde yaklaştılar. Yaklaşık MÖ 1400lerden başlayarak kuyrukluyıldız geçişlerini kayıt altına aldılar. Üç kuyruklu yıldız devlette meydana gelecek bir musibet, dört kuyruklu yıldız ise bir salgının habercisiydi.

O zamanlar insanlık bilgiye aç durumdaydı. Olanlara anlam vermeye çalışıyor, varlıklarının dünyada bir şeyler ifade ettiğine dair kanıtlar arıyorlardı. Bu yüzden gökyüzünde gördüğümüz şekilleri bir şeylere benzettik ve kuyruklu yıldızı ilahi bir uyarı olarak algıladık. Bugün kuyruklu yıldızların nereden geldiğini ve neden yapıldığını tam olarak biliyoruz.

Şimdi uzayda seyahat edebileceğimiz bir gemide olduğunuzu düşünün. Yakıtı dert etmenize de gerek yok. Hayal gücümüz onun çaresine bakacak ve merakımız bizi uzaklara götürecek. Hadi herkes gemiye!

Şu anda Güneş’ten bir ışık yılı uzaktaki gizemli bir yerdeyiz. Yığınlar halinde cisimler dikkatimizi çekiyor. Güneş sisteminin doğuşundan kalan, o zamanlarda kopmuş ve uzayda salınan, buz ve kayalardan oluşan kalıntılar bunlar. Adına Oort Bulutu diyoruz. Bu isim 1950’de varlıklarını keşfeden Hollandalı gök bilimci Jan Oort’tan gelir. 

Jan Oort aslında bir paradoksu çözmeye çalışıyordu. Kuyruklu yıldızları yok edecek birçok sebep varken nasıl oluyordu da gelmeye devam ediyorlardı. Kuyrukluyıldızlar, gezegenlerin yörüngeleri ile kesiştiklerinde büyük olasılıkla onlarla çarpışırlar. Ayrıca büyük oranda buzdan oluştukları için her güneşe yaklaştıklarında buharlaşma dolayısıyla kütlelerinin bir kısmını kaybederler.

Ayrıca kuyruklu yıldızlar kütle çekimi ile Güneş sisteminin dışına itilebilir ve uzayın derinliklerine sürülebilir. Fakat hala bir şekilde kuyruklu yıldızlar gelmeye devam ediyor. Oort ve diğer gökbilimciler merak ettiler: Tüm bu kuyrukluyıldızlar nereden geliyor?

Jan Oort, bilimin muazzam gücünü kullandı. Güneş’i birkaç ışık yılı çapıyla çevreleyen küresel bir kuyruklu yıldız yığını olduğu sonucuna vardı. Oort’un mantığı, kuyruklu yıldızlar ve Güneş Sistemimiz hakkında on yıllardır yaptığımız tüm keşiflerin ardından bugün hala geçerliliğini korumaktadır. Fakat halen, Oort Bulutu kimsenin görmediği ve göremeyeceği bir yerdedir.

Çünkü orası karanlıktır. Ayrıca tüm kuyruklu yıldızlarda, kendilerine en yakın komşularına Dünya’nın Satürn ile mesafesi kadar uzaklıktalar. Oort aynı zamanda, Güneş ile galaksimizin merkezi arasında ki mesafeyi isabetli tahmin eden ilk kişiydi. Yıldızımız merkezden yaklaşık 30 bin ışık yılı uzaklıktadır. Böylece Samanyolu’nda nerede olduğumuzu bularak büyük bir keşfe imza atmıştır.

Oort ayrıca galaksinin spiral yapısını haritalandırmak için radyo teleskobunu kullanan ilk kişiydi. Galaksimizin merkezinin, devasa patlamaların yaşandığı bir yer olduğunu, yani dışarıda bir yerlerde süper kütleli bir kara deliğin bulunuyor olabileceğine dair ilk işareti de keşfetmiştir.

Bilimin gücünün pek farkında değiliz ya da ilgilenmiyoruz belki de. Yapılan keşifler hayret verici ve bu keşifleri gerçekleştirenler harika insanlar. Peki, çoğumuzun kitle katliamcılarının isimlerini bilip de Jan Oort adını hiç duymamış olması garip değil mi?

Oort Bulutu’ndaki kuyruklu yıldızlardan birinin Güneş’in çevresindeki tek bir seyahati, yaklaşık bir milyon yıl sürer. Güneş Sistemi’nin uzak bölgelerinde ilerleyen kuyruklu yıldızlar bir yıldızın uyguladığı küçük bir çekiş gücüyle bile Güneş’e olan kütle çekimsel bağlarından kurtarabilir.

Bazı kuyruklu yıldızlar savrularak Güneş Sistemi’nin dışına çıkar ve yıldızlar arası uzayda gezinir. Ama diğerlerinin kaderi farklıdır. Güneş’e doğru dalış yaparak ilerleyen bir kuyruklu yıldızı ele alalım. Binlerce yıl süren kesintisiz bir serbest düşüşle hız kazanıyor. Neptün’ün kütle çekimi bu kuyruklu yıldıza çekiş uyguladığında rotada küçük bir sapma gerçekleşiyor. Güneş Sistemi’nde Güneş’ten sonra en büyük cisim olan Jüpiter’e yaklaştığında kuvvetli kütle çekim gücüyle kuyruklu yıldızın rotasında ciddi bir sapma gözlemleniyor.

Kuyruklu yıldızımız iç Güneş Sistemi’ne girdiğinde Güneş’in ısısı onu adeta pişiriyor ve harika bir şölen başlıyor. Çorak ve kapkara olan buzul eriyor ve muhteşem bir şekilde parlıyor. Güneş’in serbest bıraktığı buz kristalleri ışıl ışıl bir kuyruğa dönüşüyor. Katmanlar bir bir erirken kuyruklu yıldızın yaklaşık dört milyar yıl önceki meydana geliş öyküsünü anlatıyor.

40 bin yıllık insan nesli boyunca parlak bir kuyruklu yıldızın ortaya çıktığına kabaca 100 bin kez tanıklık edilmiş olmalı. Tüm bu süre zarfında Dünya’da, korkuların ötesinde bir açıklama getiremeyen insanoğlu çaresizce gökyüzüne bakmıştı. Ama sonra, iki adam arasında insan düşüncesinde kalıcı bir devrime yol açacak bir dostluk başladı. Isaac Newton ve Edmond Halley arasındaki dostluk ve işbirliği, bizi korkularımızdan kurtaracak ve bu muhteşem olayı insanların gözünde temize çıkaracaktı.

1664’teki kuyrukluyıldız tüm Avrupa’ya korku salmıştı. Hemen arkasından Veba Salgını ve Büyük Londra Yangını’nın gelmesiyle birlikte, dehşet tescillenmişti. İki büyük felaketin sebebi görülen kuyruklu yıldız artık insanların gözünde dünyayı kıtlıkla, salgınla ve savaşla tehdit eden, kanlı uzun kuyruklu bir canavar haline gelmişti.

Kuyruklu yıldızı görenler arasında küçük bir çocuk da vardı. Evlerinin balkonunda yer alan teleskopla çoğu insana göre daha yakından görmüştü hatta. Ama bir çocuk için kuyrukluyıldız bir nebze bile korkutucu değildi. Hayran olduğu bu güzellik karşısında büyülenmişti adeta.

Parlayarak ilerleyen ve arkasında ışıktan bir iz bırakan kuyrukluyıldız onun merakını daha çok kamçılamıştı. Ayrıca merakını cesaretlendirip besleyen, ona en iyi bilim ekipmanlarını alan ve hatta Güney Yarım küre’deki yıldızları ilk kez doğru bir biçimde haritalandırmak için çıktığı seferi finanse eden bir babaya sahip olduğu için çok şanslıydı. Bu çocuğun ismi Edmond Halley’di.

Halley, 20 yaşındayken Oxford’dan ayrıldı ve ekvatorun aşağısında Afrika’nın batı kıyısının açıklarında bir ada olan St. Helena’ya yelken açtı. Yeterli sayıda güney yıldızını gözlemleyip eksiksiz bir harita yapması 12 ay sürdü. Halley, gökyüzünün diğer yarısıyla eve döndüğünde çizdiği harita sansasyon yarattı. Artık tacirler ve kâşifler dünyanın her yerinde yıldızlara bakarak yönlerini bulabilecekti.

Halley merak ettiği şeylerin peşinden koşmaya devam etti. Gök bilimci Johannes Kepler, yaklaşık 80 yıl önce Güneş’in çevresindeki gezegen yörüngelerinin kusursuz daireler değil aslında elips şeklinde olduğunu ve bir gezegen Güneş’e ne kadar yakınsa o gezegenin o kadar hızlı hareket edeceğini göstermişti. Güneş’ten gelen görünmez bir güç böyle bir hareket değişimine mi neden oluyordu? Öyle ise, nasıl oluyordu? Bunu basitçe açıklayabilen bir matematik yasası olabilir miydi? Bu soruların yanıtlarını araştıran Halley’in yolu Isaac Newton ile kesişti.

Edmond Halley ve hiç kimsenin tahmin etmesinin mümkün olmadığı şey ise 1684 yılının ağustos ayında gerçekleşen bir buluşmanın sonunda dünyanın sayısız yönden sonsuza dek değişeceğiydi. Halley, o önemli günde kendisini görmeye geldiğinde, Newton gerçek bir keşiş gibi yaşıyordu.

Newton 13 yıl önce, Robert Hooke tarafından ışık ve renk üzerine çığır açan çalışmasını çalmakla alenen suçlanmasının ardından inzivaya çekilmişti. Aslında, ışık tayfının gizemini çözen Isaac Newton’dı. Bu derin, acı verici bir yaraydı ve Newton halk karşısında aşağılanmaya bir daha maruz kalmamaya kararlıydı.

Nihayet Newton’la karşı karşıya gelen Halley, hemen konuya girdi: ‘Gök bilimci Johannes Kepler, yaklaşık 80 yıl önce Güneş’in çevresindeki gezegen yörüngelerinin kusursuz daireler değil aslında elips şeklinde olduğunu ve bir gezegen Güneş’e ne kadar yakınsa o gezegenin o kadar hızlı hareket edeceğini göstermişti. Gezegenlerin devinimini Güneş’ten gelen bir kuvvetin yönettiğini düşünüyorum. Fakat bu kuvvetin uzaklığı nasıl değiştirdiğini ifade eden matematiksel bir formül olması gerek.’

Newton: ‘Kütle çekimi uzaklığın karesiyle ters orantılıdır. Bu yüzden gezegenler elipsçizerek hareket ederler.’

Halley: ‘Fakat efendim, bunu nasıl biliyorsunuz?’

Newton: ‘Yaklaşık beş yıl önce hesapladım. Hesaplamaları detaylarıyla size yakın zamanda gönderebilirim.’

Modern bilimin her şeyi kapsayan doğa görüşünü, evrensel hareket yasalarını, kütle çekimini içeren sayfalar, sadece Dünya için değil kozmos için de geçerliydi. Halley elinde tuttuğu kâğıtların çığır açacak bir keşif olduğunu anladığı an, aceleyle tekrar Newton’ı  görmeye gitti ve tüm bunları en kısa zamanda kitap hâline getirmesini rica etti.

Kitap haline gelen ve ismi ‘Principia’ (ilkeler) olan Newton’ın keşfi, ne yazık ki beklemek zorunda kalacaktı. O zamanlar bilimin merkezi olan İngiltere Kraliyet Akademisi mali açıdan zor durumdaydı. En son balıkların tarihi ile ilgili bastıkları bir hayli kapsamlı kitap için bütçelerini aşmışlardı ve kitap beklenen satışı yakalamaktan çok uzaktaydı.

Bu keşfin gerçekleştiği zamanlarda Dünya şimdikinden oldukça farklıydı. Herkes, gökyüzündeki gezegenlerin otomatik hareketlerinin mükemmelliğini düşünüyor ve bunu ancak usta birinin işi olarak algılayabiliyorlardı. Başka nasıl açıklanabilirdi ki? Onların hayal gücüne göre böyle bir şeyin gerçekleşmesinin tek bir yolu vardı: Tanrı. Bizim algımızın alamayacağı sebeplerden dolayı Tanrı Güneş Sistemini o şekilde yaratmıştı.

Ancak bu açıklama, bir kapının kapanması demekti. Başka sorular doğurmuyordu. Tam bu sırada, Tanrı’yı seven ve aynı zamanda da bir dahi olan Newton sahneye çıktı. Doğa kanunlarını evrensel anlamda her şeye elmalara, aylara, gezegenlere ve çok daha fazlasına uyarlanabilecek mükemmel matematiksel cümlelerle, formüllerle yazıya dökebildi.

Bir ayağı hala Orta Çağ’dayken, Isaac Newton tüm güneş sistemini hayal edebildi. Newton’un kütle çekimi ve hareket yasası, Güneş’in uzak gezegenleri nasıl olup da kendi çevresinde tutabildiğini açığa çıkardı. Newton’un Güneş Sistemi’nin nasıl olup da bugün bildiğimiz şekilde var olmasına ilişkin verdiği cevap, sonsuz sayıda yeni soruya sebep oldu. Principia aynı zamanda cebirin bulunuşuna ve Dünya’daki esaretimize bir son verebilecek ilk güçlü teorik prensibe yer veriyordu: Uzay Yolculuğu.

Newton kafasında bir top atışının giderek artan patlayıcı bir itme kuvvetiyle ateşlendiğini hayal etti. Bunu, topun yeterli hızla fırlatılması durumunda kütle çekim sınırlarının kırılabileceği ve topun Dünya’nın yörüngesine çıkabileceği mantığına bağladı. İşte bu her şeyi değiştirdi. Newton’un Principia Mathematica’sı bizi bir başka yönden de özgür kıldı. Kuyruklu yıldızların geliş ve gidişlerini kontrol eden doğal yasaların bulunmasıyla gök kubbede olanlarla ilgili korkularımızdan da kurtulduk.

Onca yıl boyunca Halley, Newton’un yanında durmasaydı Dünya onu belki sadece kendi başarı ve keşifleriyle tanıyacaktı. Ancak birçok insan için ilk akla gelen şey kuyruklu yıldızdır ve işin ironik yanı, bir kuyruklu yıldızı keşfetmek aslında Halley’in hiç yapmadığı çok az şeyden sadece biridir.

Principia’nın basımından sonra kral tarafından Halley’e üç okyanus seferine liderlik etmesi emredildi. İngiliz donanmasının seyrüsefer sorunlarını çözmek için bilimsel keşifler yapması talep edildi. Halley bu fırsatı Dünya’nın ilk manyetik alan haritasını çıkartmak için kullandı. Sözde “sabit” olan yıldızların aslında hiç de sabit olmadıklarını fark eden kişi de Halley olmuştu.

Eski Yunanlı gök bilimcilerin en parlak yıldızlarla ilgili gözlemlerini inceledi. Aynı yıldızlara dair 1800 yıl sonraki kendi gözlemlerini bu eski gök bilimcilerin gözlemleriyle kıyasladı. Neden bunu daha önce kimse fark etmemişti? Halley, bunun ancak iki gözlem arasında yeterince zaman geçmesi halinde ortaya çıktığını anladı.

Uzaktaki nesnelerin hareketlerini kavramak zordur. Yıldızlar da bize o kadar uzaktır ki hareket ettiklerini bile anlamak için onları yüzyıllar boyunca izlemeniz gerekir. Halley muhteşem bir gerçeğe ilişkin ilk ipucunu keşfetti. Bütün yıldızlar hareket halindedir.

Kuyruklu yıldızlar nereden gelir?

gdgHalley tüm güvenilir görgü şahidi ifadelerini derleyerek kuyruklu yıldız gizemini tıpkı bir dedektif gibi çözmeye koyuldu. Halley’in bulabildiği en eski ve güvenilir kuyruklu yıldız gözlemleri Konstantinopolis’te Nikephoros Gregoras isimli Bizanslı bir gök bilimci ve keşiş tarafından, Haziran 1337’de yapılmıştı. Halley Avrupa’da 1472 ile 1698 yılları arasında kuyruklu yıldızlarla ilgili yapılmış tüm astronomik gözlemlerin izini sürdü.

Üstelik o zamanlar bilgisayar veya arama motoru gibi şeylerin olmadığını unutmayın. Halley’in elinde sadece kitapları ve aklı vardı. Şimdi işin zor kısmına geliyoruz. Halley her kuyruklu yıldıza ilişkin gözleme bakarak o kuyruklu yıldızın uzaydaki gerçek yörüngesinin şeklini belirlemek zorundaydı. Henüz Newton hariç hiç kimse onun yeni yasalarını astronomik bir soruya uygulamaya kalkışmamıştı.

Halley matematiksel deha gerektiren zahmetli bir yetenek gösterisiyle kuyruklu yıldızların, Güneş’e uzun eliptik yörüngelerle bağlı olduğunu keşfetti. 1531, 1607 ve 1682’de görülenlerin aynı ve her 76 yılda bir dönen tek bir kuyruklu yıldız olduğunu bulan ilk kişiydi. Bu çarpıcı gerçekle beraber, aynı kuyruklu yıldızın 50 yıl sonra tekrar görüleceğini öngördü.

Kuyruklu yıldızlar binlerce yıldır onları insan eylemlerinin alametleri olarak gören mistikler için birer dayanak olmuştu. Halley bu tekeli yıkarak onları kendi oyunlarında yenmiş oldu. Bu daha önce hiçbir bilim insanının oynamadığı bir oyun; bir kehanetti. Bahsini de korkak oynamamıştı. Halley, kuyruklu yıldızın 1758’in sonunda, gökyüzünün belirli bir bölgesinden geçerek, spesifik bir yolu takip edeceğini açık seçik belirtti. Diğer insanlar tarafından yapılan kehanetler arasında bununla kıyaslanabilir tek bir kehanet bile yoktur. Bu bahsi geçen, Halley Kuyruklu Yıldızı’dır.

Kuyruklu yıldız, Güneş Sistemi’nin kıyısında uzaydaki sıradan bir buz ve kaya parçasıdır. Bunun sebebi, Neptün’ün yörüngesinin ötesinde Güneş’ten yaklaşık 5 milyar kilometre uzakta kuyruklu yıldızların oldukça sessiz bir yaşam sürmesidir. Yörüngesinin uzak kıyısına yaklaştıkça Güneş onun daha ileri gitmesine izin vermeyene dek yavaşlayacak, sonra iç Güneş Sistemi’ne doğru düşüşüne tekrar başlayacaktır.

Güneş Sistemi’nin içindeki her şey; Dünya, Ay, diğer gezegenler, kuyruklu yıldızlar, göktaşları bunların hepsi, Güneş’in çevresinde düşüşteler aslında. Kütle çekimi, gezegenleri Güneş’e doğru çekiyor ama yörüngesel ivmelerinden dolayı Güneş’in çevresinde dönmeye devam edip, onun içine düşmüyorlar.

Halley hayatına devam ederek büyüleyici işler başarmaya devam etti. 85 yaşında ölene dek çalıştı. Yaptığı son şey, bir kadeh şarap istemekti. Şarabı keyifle midesine indirdi ve son nefesini verdi.

50 yıl sonra öngörülen geri dönüş zamanı yaklaştıkça dünyadaki tüm gök bilimciler bu kuyruklu yıldızı ilk gözlemleyen olmak için birbirleriyle yarıştı. Hayal kırıklığına da uğramadılar.

Kuyruklu yıldız, o zamandan beri her 76 yılda bir geri geldi. Halley Kuyruklu yıldızı göklerimize geri döndüğünde güneş ışığı onun yüzeyindeki buzu ısıtarak içeride kalmış olan gaz ve tozu bir kez daha serbest bırakacak. Bu kuyruklu yıldızın görüldüğü en son zaman 1986 yılıydı. Eğer siz bu yazıyı 2061 yılında okuyorsanız o zaman bilin ki geri geliyor.

Sizden önce gelenlerin hissettiği tüm o hayreti siz de hissedin. Korkuya ise hiç yer vermeyin. Newton’ın yasaları, Edmond Halley’in 50 yıl ileriye bakabilmesinin ve tek bir kuyruklu yıldızın davranışını öngörebilmesini mümkün kıldı. Bilim insanları o zamandan beri bu yasaları Ay’a ve hatta Güneş Sistemi’nin dışına açılan kapının anahtarı olarak kullanıyor.

Kaynak: indigodergisi.com

 

 

Çiğdem Sarıgül

Çocukluğumdan beri bu evrendeki gerçek rolümüzü, gerçekten nereden geldiğimizi, nereye gideceğimizi araştırıyorum. : )

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu