21393

MUCİZE NEDİR?

İçinde yaşadığımız âlem, imkânlar âlemidir; eski dilde buna “âlem-i mümkünat” denir. Yani öyle bir ortam içindeyiz ki, burada akla gelen ya da gelmeyen her şey olabilir. Bir örnek, bir ibret olmak üzere; bir numune, bir deneme olsun diye her şey burada. Fakat kimi zaman öyle olaylar da olur ki, onları açıklamakta acze düşeriz, bir türlü akıl erdiremeyiz; ne aklımız alır, ne de mantığımız.

Öyle bir olaydır ki bu görme, tatma, dokunma, işitme, koklama gibi beş duyumuza hitap etmez, cihazlarımızla da ölçüp, tartamayız. Aklımız gibi duyularımızda şaşkınlık ve acz içerisindedir. Bu acizlik duygusuna kimi zaman korku, kimi zaman hayranlık ve kimi zaman da mistik heyecanlar da eşlik edebilir, en aymazlarımızda dudak büküp geçer.

Köşeye sıkıştığımızı hissederiz, olay bütün gerçekliğiyle karşımızdadır; ama öyle unsurlar içerir ki, bilgi dağarcımızda ki malzemelerle onu bir çerçeveye yerleştiremeyiz. Sıkıştığınız köşede etrafınıza baktığınızda, gördüğünüz şeylere de benzemez. Önceden tanıdığınız, bildiğiniz olaylarla ve şeylerle bir ortak yön ararsınız; bulamazsınız.

Ne nispet, ne benzeyiş vardır ama bir şeyleri, olayları, eşyaları ve varlıkları, başka bir şeye benzeterek idrak etmeyi de biliriz. Rölatiflik, nispilik, görecelik âlemidir bizimki. Güçlü heyecanın beraberinde bir telaş sarar her yanımızı ve aczimizi gizlemeye çalışırız çoğu zaman…

Biz, bir’den sonra iki’nin; A’dan sonra B’nin geldiğini biliriz; biz, iki kere ikinin dört ettiğini, demirin pamuktan ağır olduğunu, görmek için fiziksel göze, duymak için fiziksel kulağa ihtiyaç olduğunu sanırız. Duyular dışı algılamalarımız (DDA) da olduğu öğretilmemiştir okullarda! Beş duyunun dışında cereyan eden olaylar bizi acze ve şaşkınlığa düşürür.

Biz, olayların sebep-sonuç zincirleri ile birbirine bağlı olmasına alışmışızdır. Şunun sebebi şudur; bu sonuç şu sebepten dolayı ortaya çıkmıştır deriz. Her türlü olayı ve eşyayı deterministik yasalar ile kavrar ve normal kabul ederiz. Deterministik bir işleyişin, sebep-sonuç yasasının, kozalitenin (sebeplilik), illiyet prensibinin dışında cereyan eden her olay bizi acze düşürür ve ürkütür. Bunlara “mucize” deriz. O halde mucizeye, bizi acze düşüren, derin düşüncelere daldıran olaylardır, diyebiliriz.

Bildiğimizin dışında olan ve içinde bulunduğumuz sistemin yasalarına uymayan fenomenleri bir mucize kabul ederiz. Mucize örnekleri sayılmayacak kadar çoktur. Peygamberler ve velilerle ilgili mucize ve keram örneklerini sonra vermek üzere, şimdi aşağıda belirtilen ve çok kimsenin tanık olduğu “olağanüstü” sayılan fenomenleri gözden geçirelim:

Sıra Dışı Düşündürücü Olaylar:

Günümüz ileri teknolojisi, ileri bilim, madde hudutlarının dışına taşamadığı için, mucizeleri çözmekten acizdir. Örneğin, ömründe hiç lisan bilmeyen bir medyomun, hem de orta çağ Fransızcasıyla, Eski Mısır dilini konuşmasını; keza başka bir medyomun, sağ eliyle ayrı, sol eliyle ayrı tebliğler yazmasını; hatta yazıyı, aynadan düzgün okunacak şekilde tersten, aşağıdan yukarıya yazmasını, bugünkü bilim çözemez. Kavrayamaz…

Deneysel Ruhçuluk literatüründe öylesine ilginç ruhsal olaylar vardır, bir türlü maddesel görüşün dışına çıkmak istemeyen bilim, ya bunları inkârla yetinir, ya da açıklamaya gücü yetmezse, “mucizevî bir olay”; daha da olmadı, “tesadüf” deyip geçer…

Deneysel Ruhçuluğu bilenler için, yüksek ruhların maddeye hükmederek, pek çok metaryalizasyon olayları oluşturduklarıyla ilgili örnekler konunun literatüründedir. Bunlarla ve demateryalizasyonla ilgili birkaç olayı, bu amaçla sunalım:

Tahta Heykel:

-İspanya’da, 1914 yılında olmuş bir başka mucize şudur:

İspanya’da Standander yöresinde, olaydan yaklaşık 200 yıl önce dikilmiş ve tahtadan yapılmış bir İsa heykeli vardı. Bu basit heykelin boyu 1.70m. di. Heykel 1914 yılına kadar alelade tahtadan yapılmış halini korumuştu. Fakat günün birinde, Antonie Lopez isminde bir rahip gelip heykelin karşısında durmuştu.

Heykele bakarken, birdenbire büyük bir korkuya kapılmıştı. Çünkü tahta heykelin açık duran gözleri, yavaş yavaş kapanmıştı!  Haber hızla çevreye yayılmıştı; İspanya dışından da gelenler tam 15.000 kişi, bu heykeli ziyaret etmişti! Bu ziyaretçiler arasında her meslekten, her çevreden kimseler vardı.

Heykel, tamamıyla canlı bir insan gibi, herkesin gözleri önünde, gözlerini oynatıyor, göz kapaklarını açıp kapatıyor, dudaklarını hareket ettiriyor, adalelerini geriyor, gevşetiyor, nefes alıyordu! Bu mucize olay birkaç yıl sürdü… Hitler Almanya’sı zamanında, bu olaydan, bütün ayrıntılarıyla ve belgelerle, Zeitschrift für Seelenleben Dergisi, uzun uzun söz etmişti.

Bu olaydan ayrıca söz eden Profesör Leopold Guenther şöyle diyordu: “Ne yazık ki, bu kadar garip ve şayanı hayret olan bu olayı, oraya giderek, onu gören bu kadar bilgin kişinin aklına, onu fotoğraf veya filmle saptamak ve onu bilimsel bir konu yapmak fikri gelmemiştir.”

“Bedensiz” Doktorun Ameliyatı:

-Bir başka mucizevî olay, Sao Pablo’da geçen, bir ruhsal ameliyattır:

Büyük salonda bulunan 40 kişiden, çoğunluğu hekimdir. Her türlü hileye karşı, akla gelebilen her türlü önlem alınmış; kapılar, pencereler sıkı sıkıya kapatılmış, kilitlenmiş ve de mühürlenmiştir. Ameliyat, bu büyük salonun içinde ayrıca yapılmış küçük bir odada yapılacaktı.

Bedensiz varlığın isteğine göre, bu küçük odada, masanın üzerine bir şişe ispirto, bir boş leğen, flaster, birazcık küçük gazlı be parçaları ile Cope’sun “Had Kadın Hastalıkları” kitabı mevcuttu. Bir küçük şişe de birazcık iyot vardı. “Bedensiz” doktor, alkolle iyot’u karıştırıp tentürdiyot yapacaktı. Hasta ameliyat sırasınca kendisini hiç kaybetmemişti ve hasta izlenimlerini şöyle aktardı:

“Karnıma bastığını hissettim. Bundan sonra karnıma çok soğuk bir şey sürüldü. Bunun bir dezenfeksiyon sıvısı olduğunu algıladım. Belki bu, ameliyat olacak yere sürülmekte olan alkoldü.” Ameliyat çok kısa sürmüştü. Bir alet hastanın karnını sadece tırmalamış ve hasta ancak “oh, doktor!” diye bağırmıştı. Ameliyat bitmişti.

Bir burkulmadan sonra duyulan basit bir acıdan başka bir şey yoktu. Ameliyattan sonra odaya girildiğinde, Cope’s’un kitabının “Apandisit” bölümü açılmış duruyordu. Ve bu sayfada doktorun elinin tentürdiyot izleri vardı ki, daha önce böyle izler, lekeler yoktu kitapta.

Kitabın 114. sayfasında da taze kan ile biraz sarımtırak sıvı lekesi mevcuttu. Ameliyat, kesinlikle kansız yapılmıştı. Ameliyat yerinde 2cm’lik yara izi, ispirto şişesinde de henüz çıkarılmış, 8 cm boyunda iltihaplı apandisit bulunuyordu. Psyhic Observer Dergisinde Dr. Enid S.Smith imzasıyla yayınlanan bu olay, öncesinden ve sonrasından, seri halinde fotoğraflarıyla, radyolojikman hekimlerce dikkatlice incelenmiş ve izlenmiştir.

Mucizelerle ilgili değişik örnekler:

– 12 Haziran 1872 günü Iron Mountain römorkörü, 400 balya pamuk yüklü mavnalı çekerlerken, kaşla göz arasında, hiçbir iz bırakmadan, bütün personeliyle kaybolmuştu. Bütün aramalar da hiçbir sonuç vermedi!

– 14 Aralık 1928 günü, Danimarka muhribi Koberhaven, Montevideo limanından, şarkı söyleyerek binen elli askeri öğrencileriyle, top sesleri arasında kalkar kalkmaz kaybolmuştu! Denizin altı, üstü, her yanı aranmış, yine bir iz bulunamadan koskoca muhrip kayıplara karışmıştı!

– 18. yüzyıl başında, İspanya’ya doğru ilerleyen 4.000 kişilik Fransız birliği de, Pirenelerde, hiçbir iz bırakmadan yok olmuştu…

– 1958’de, Saygon’da kamp kuran 650 kişilik Fransız birliği de aynı akıbete uğrayanlardandı.

– 10 Aralık 1939’da, Nankin’inin kuzeyinde kamp kuran Çin kuvvetleri 2988 kişilik bir birlik de kampta karavana ateşleri yanar vaziyette, tüfekleri düzgün çatılmış bir halde bulunurken mevcut değillerdi!

– 1947’de Tahoma buzuluna düşen 32 kişilik uçaktan da kimse bulunamamıştır. Sanki uçak bom boş düşüp paramparça olmuş gibiydi!

– 1850’de Honduras’tan kahve getiren Sea Bird gemisi, Newport limanı açıklarında gözüküp, kuzeye kaymış ve karaya oturmuştu. Gemiye çıkan ilgililer, geminin ünlü kaptanı John Durham dâhil, kimseyi bulamamışlardı! Geminin mutfağında, ateş üzerinde kahve cezvesi kaynıyordu… Fakat kimseler yoktu! Bütün gemi mürettebatı, meçhul akıbetle kaybolmuştu! Hem de kaşla göz arasında!

Bazı mucizevî olayları, özet halinde sunmağa çalıştık. Bermuda Şeytan Üçgeni ve benzerini de bunlara eklersek, çözümü hayli güç bu tip olaylar için; insanın idraklenmesi ve şuurlanması, görünenin ardındaki görünmeyeni araması, bazı sorular sorması içindir demek mümkündür…

 

 

 

 

Hakkında Çiğdem Sarıgül

1969 yılında Almanya' da doğdum. 1996 senesinden beri Antalya' da özel bir hava yolu şirketinde çalışıyorum. Kendimi bildim bileli bu evrendeki gerçek rolümüzü, gerçekten nereden geldiğimizi, nereye gideceğimizi araştırmaya çalışıyorum. : )

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak.

x

Check Also

buddha

DURUGÖRÜ NEDİR?

  En basit tanımıyla Durugörü: Beş duyunun dışında, eşyaları, olayları ve düşünceleri algılama ve ...