Gizemli Arkeolojik Tarih

Paskalya Adası Gizemi

10931165_1564191737188029_7573642676310475245_nEastern Adası ya Paskalya Adası veya özgün adıyla “Rapa Nui”, uzun yıllardan beri bir merak konusu. Adanın dünyaca ünlü dev heykellerinin taştan nasıl oyulduklarına, hangi yöntemle taşındıklarına ve neden adanın kıyılarına yerleştirildiğine hala kesin açıklama getirilemiyor. Heykeller hangi kültürün ürünüdür ve onların mitlerinden neler öğrenebiliriz? Bir araştırmacı ve arkeo-tarihçi olan Alan Malford yeni bir kuram geliştirerek, dev heykelleri yapanların Güney Amerika´dan sürülen isyancıların olduklarını ileri sürdü ve kanıtlar gösteriyordu. Heykeller özür dilemek içindi ve çok uzaklardan görülmeleri için çok büyüktüler…

Paskalya Adası´na en yakın yerleşim merkezleri 2.000 milin ötesinde bulunan Tahiti ve Şili´dir. Ada, dünyanın en izole yerlerinden birisinde bulunur. Güney Pasifik´de, üçgen biçiminde volkanik bir kayalıktır, “Moai” adı verilen dev taş monolitler, adanın kıyılarını işaretler. Paskalya Adası´na ilk gelen beyaz yerleşimciler adaya “Te Pito O Te Henua” yani “Dünyanın Göbeği” adını vermişlerdi. Bugün ada, ada halkı ve dilleri yöresel olarak Rapa Nui adını taşırlar. Adalıların kökeni hakkında sürdürülen ilgi o kadar büyüktür ki, tartışmalar neredeyse kavga boyutlarına ulaşır.

“Kon Tiki”nin babası gezgin Thor Heyerdahl, heykelleri yapanların Peru´den kaçanlar olduğunu ileri sürerken, Rapa Nui ile İnka sanatı arasında ilişki olduğu görüşündedir. Bazılarına göre ada, batık bir kıtanın son kalıntısıdır veya dünyadışı bir zekâ ile mitolojik bir ilişki içindedir. Arkeolojik olarak. Adanın Polinezyalılar tarafından keşfi M.S. 400 civarlarındadır.

Hotu Matua´nın mitolojisine göre, ondan sonra adada etkin ama bulmaca bir kültür gelişmeye başladı. Heykellere bakılırsa, adalılar Okyanusya´nın tek yazısı olan “Rongorongo” yazısını biliyorlardı. Aynı yazıya, petroglph´larda (mağara duvar yazıları), geleneksel ağaç oymacılığında, tapa´larda (ağaç kabuğu kumaşlar), el aletlerinde, dövmelerde rastlanır. Ayrıca ada halkının geleneksel ip bebekleri, müziği ve dansları da özgündür. 

11048711_1564191760521360_5035575356875983728_nBeyazların Ahmaklığı:

Paskalya Adası´nda nüfusun en çok 10.000 kişiye çıkmış olduğu düşünülüyor çünkü bu kadar küçük bir adanın eko-sistemi ve kapasitesi daha fazlası için hiçbir zaman yeterli olmamıştı. Kaynaklar azalırken, bir zamanlar yoğun olan palmiye ormanları tarım ve dev heykellerin geçmesine yol açmak için yok edilmiş. Gelişmiş bir toplumun, kanlı bir iç savaş ve hatta yamyamlık sonucunda çöktüğü biliniyor.

Kıyılarda toprakta yatan devrilmiş Moai´ler sanki adalıların kaderini simgeliyorlar zira arkeolojik çalışmalarda tüm heykellerin bir zamanlar ayakta durduğu anlaşılmıştır ve şimdi aynı çalışmaların uzantısında heykellerin yeniden ayağa kaldırılması planlanıyor. Aslında Batı uygarlığı ile bulaşmak, adalılar için daha da büyük bir felaket olmuş, hemen tüm ada halkı köle yapılıp, yok edilmiş. Kendilerini uygar zanneden bir sürü akılsız avrupalı binlerce insanı inanılmaz aptallıktaki nedenlerle soykırıma uğratmışlar.

Aynen Güney ve Orta Amerika´da olduğu gibi… 1888´de Rapa Nui Şili tarafından ilhak edinildiğinde, adada sadece 2000 kişi yaşıyormuş, bir o kadarı da Şili, Tahiti ve Kuzey Amerika´ya göç etmişler. Paskalya Adası bugün, dünyada eşi olmayan kalıntıları içeriyor, bir açık hava müzesinde şanssız ve kayıp bir kültürün izleri seyrediliyor. Rapa Nui´liler sevecen, dost insanlar, çok özel bir doğa parçasında, volkanik kraterlerin, donmuş lavların, muhteşem plajların, mavi ötesi denizin yanında bir arkeoloji bulmacası heyecanla yaşanıyor. Bu güzelliğin dışına çıkarak, ada hakkında yeni bir kurama yer verelim;

Yeni bir yaklaşım, gerçeğin ışığı mı?

Gizemli Moai heykelleri, adanın kıyılarından öteye sonsuz okyanusa doğru dik dik bakarlar. Sırlarını yüzlerce yıldır, saklıyorlar; Araştırmacı Alan Malford, yıllarca sürdürdüğü dünya çapındaki bir çalışmayı henüz bitirmiş ve eski kültürlerin gizemlerinin ve de arkeolojik bilmecelerin makul çözümlere ulaşabileceğini araştırıyor. Kabul gören bir yaklaşım olarak, Moailer, genel olarak adadaki insan yaşamının en eski evresinde yapılmışlardır ama Malford soruyor; bunu kanıtlayan bir kazı yapıldı mı?

Her ne kadar, M.S. 400´ler doğru tarih olarak görünüyorsa da, bunun için de radyokarbon deneyleri yapılmış değil. Üzerlerinde rongorongo yazısı bulunan tahta tabletlerin hala tamamına yakını çözülmüş, anlaşılmış değil. Doğuda, 2.300 mil uzakta bulunan Güney Amerika´daki antik kültürlerin hiçbirisinden adalıların yararlandığını söylemek mümkün değil.

Yani Paskalya Adası insanlarının bir başka yerle tarihsel bir ilişki içinde olduklarını kanıtlayacak bir şey ortada yoktur. Buna karşın Malford, adanın gizeminin dünya çapında üretilen antik yerler ve uluslar bilinmeyeni fobisinden kaynaklandığı görüşünde, diyor ki; “Geniş bir açıdan bakıldığında, heykeller ve üzerinde durdukları taş platformlar kusursuz oyulmuştur ve bize yapımcılarının kimlikleri hakkında ipuçları verirler.

Adalıların taş işçiliğinin dayanıklılığı, özellikle Bolivya´daki Tiahuanacu ile Peru´daki Ollantaytambo´yu hemen akla getirir. Taşların kesimi ve montajı üslup olarak aynıdır veya aynı modadır. Yani taşların birleştikleri ek yerlerine bir jilet dahi sokulamaz. Uzmanlara veya bağımsız kültür savunucularına göre bu işçilik bağımsız ve gelişmiş Paskalya insanlarına aittir.

İyi ama iki bağımsız kültür nasıl oldu da, kayaları sıcak bir bıçakla tereyağı keser gibi dilimlemeyi öğrendiler? Bilimden beklenen bilimsel kimliğin güvencesine sığınarak, laf üretmek değil, ciddi kanıtlardır. Buradaki kurala ben “Occam Razor” diyorum. (Occam Razor, felsefedeki uydurmak hipotez gerektirmez, kuralıdır.)”

11130115_1564191653854704_6421744148651268573_nİşlerini bırakıp, birden yok oldular:

En çok sorulan sorulardan birisi, ‘niçin’ sorusudur. Niçin birileri büyük sıkıntılara girerek yüzlerce Maoi heykelini kıyı boyunca diktiler ve heykellerin kafalarına büyük bir dikkatle onar tonluk şapkalar yerleştirdiler? Malford buna da cevap veriyor; “İki cevabım var; birincisi o insanlar uzaklık korkusunu sembolleştirdiler. Veya kurtarılmayı bekleyenlerin geçen gemiye işaret vermesi örneğinde olduğu gibi birilerinin dikkatini çekmek istediler.

Asıl soru, heykelcilerin adadan ne zaman kaybolduklarıdır, taş ocaklarını terk ederek çalışmalarını yarım bırakıp, aniden gitmişler. Bir senaryo üretelim; yukardaki örnekteki gibi, diyelim ki açık denize işaret verdiler ve kurtarıldılar. Ama bir grup taş ustası, bu kadar uzak bir yerden taa Güney Amerika kıyılarına neyle gittiler? Yani ben klasik arkeolojinin iki ayrı yer arasında bir ilişki var iddialarına katılmıyorum. Sorunun içinde bir paradoks saklıdır; bir tanıma göre, ortada dünya çapında tarih öncesi kültür vardır, buna ´Atlantealılar´ denmekte veya birilerine göre Tanrılar.

Adı ne olursa olsun, Bolivya´daki Tiahuanacu, anahtar kenttir; burada kalay işçiliği yapılmış ve maden cevheri değerlendirilerek bronz üretilmiş bir endüstri kültürü yaşanmıştır. (Bronz, % 85 bakır, % 15 kalaydan elde edilir ama bu oluşum çok güç bir işlem gerektirir. Tiahuanacu dünyanın en zengin kalay rezerv kuşaklarının bulunduğu yerdir.) Bir diğer ilginç ama minik varsayım ise, taşların hava yoluyla taşınmış olduğudur. Bunun fiziksel bir kanıtı olduğu da söyleniyor; Lübnan´daki Baalbek Tapınağı´ndaki dev taş platformun Helios adlı tanrı tarafından taşındığına inanılır.

Peru, Nazca Düzlüğü´ndeki çizgi şekiller de böyledir ancak havadan görülebilirler. Daha da ilginci, yazar John Reinhard´ın gezilerinde ortaya çıkmıştır, And Dağları halkları arasında yaygın olan bir inanca göre, eskiden dağlarda yaşayan tanrılar vardı ama sonra kayboldular çünkü kendilerini kartallara ve akbabalara dönüştürebiliyorlar, yerlere göklerden bakıyorlardı.

Benim araştırmalarım Tiahuanacu efendisinin başka yerlerde Viracocha veya Poseidon-Neptün adıyla bilinen “Fırtına Tanrı” olduğu yönündedir. Simgesi üç dişli çataldı ve bu simge aynen Akdeniz´de olduğu gibi Peru kıyısında Paracas´da tepelere oyulmuştur. Bana göre orjinal Nazca çizimleri Viracocha´nın işidir; çalışmalarım bunların aeronatik teknoloji kullanılarak kölelere yaptırıldığı doğrultusundadır.

Bu vahşet olayının olası kanıtları “Ağlayan Tanrı Tiahuanacu” efsanesinde görülebilir. Sadece bu kuram, Nazca gizemini açıklamaya yeterli olabilir. Çizgilerin keşişim noktaları ve şekillerin yapımındaki ustalık mükemmel birer örnek olarak görülebilirler. Bunları ilkel insanların yaptığı düşünülemez.

Nazca ustalarının isyanı ve sürgün:

Tarihi kaynaklar M.Ö. 2.000´de bir grup kölenin Tiahuanacu´da ayaklandığını ve sürgünle cezalandırıldıklarını yazıyorlar. İşte bu uygun ve ideal sürgün yeri Paskalya Adası olabilir. Eğer heykellere dikkatle bakacak olursak Moai heykellerindeki özür ifadesini görebilirsiniz. Daha sonra adalılara ne oldu? Neden her şeyi birden bıraktılar? Çalışmalarımda M.Ö. 1450´de Amerika kıtalarının kıyılarına büyük bir göçün yaşandığını belirledim. Bu büyük bir doğal afetin sonucuydu; dünyanın öteki yanında, Girit ve İndüs Vadisi´nde dev doğa olayları yaşanmıştı.

Bu dönem, her iki kıtada da kitlesel nüfus artışını da gösteriyor. Antropolog Alan Kolata, bu dönemde Titicaca kültürünün bir patlama gösterdiğini belirlemiştir. (A. Kolata, “The Tiwanaku: Portrait of an Andean Civilisation”, Blackwell Yayınevi, 1993.) Prof. Walter Krickeberg, böyle bir açıklamanın tatmin edici olabileceğini ama yanı sıra da antik Amerika´yı etkileyen diğer itici güçlerin de çok iyi belirlenmesinin de şart olduğunu belirtiyor. W. Krickeberg, “Altamerikanische Kulturen”, Berlin 1975, Çeviri E. von Daniken, “The Gods and Their Grand Design”, Putnam´s Yayınevi, New York, 1984″ Malford´un yaklaşımı veya kuramı düşündürücüdür, bu nedenle de bilimsel taraftarlar bulabilmiştir.

M.Ö. 1500-1400 arasında yaşayan Perulu tarihçi Chavin de Huantar ayrıca önemli bir referanstır. Bulunan el yazmalarında, Orta Amerika´da yaşayan Olmekler´in siyah olduğu yazmaktadır ve Olmekler doğuya doğru Meksika Körfezi boyunca göç etmişlerdir. Öte yandan Olmekler, arkeolojinin bir diğer gizemini oluştururlar, garip piramitler inşa etmişler ve bilinmeyen nedenler için kullanmışlardı; çok gelişmiş bir takvimleri vardı, ayrıca seramik ve mücevher işçiliğinde çok ileriydiler.

Sonradan Olmekler olarak bilinen siyah bir toplumun, çok eskilerde M.Ö. 4.000´lerde Güney Amerika´ya geldikleri biliniyor, bunların bir kısmı aynı dönemde, Tiahuanacu´da köle yapılarak çalıştırıldılar ve Nazca´da isyan ettiler, sonra Paskalya Adası´na sürüldüler. Amerika kıtalarında siyahi kültürün hemen tamamıyla yok oluşu bize İncil´deki Nemrud öyküsünü anımsatır. Arada, muhteşem bir benzerlik vardır; ima edildiğine göre siyahlar isyan etmiş ve Mezopotamya´da bir devlet kurmaya çalışmışlardır.

Arkeologlar, buna şaşırıyorlar ve Nemrud´la Amerika arasında bir ilişkinin kanıtlarının eksik olduğunu belirtiyorlar. Ama gizem kolayca çözülebilir; eğer bir Nemrud´un antik kentleri tamamıyla kölelere yaptırdığını bulabilirsek, önemli bir adım atmış oluruz. El yazmaları, Malford´un görüşlerini destekliyor gibi; ama henüz zaman erken ve öncelikle antik zamanlar ve tarih öncesi toplumlarla ilgili bilginin arttırılması gerekiyor. Eğer bu kültürün nereden geldiğini öğrenebilirsek, neden yok olduklarını da öğrenebiliriz.

Sınırın Ötesinde:

“Arkeolojinin resmi görüşü olarak…”

Dünyanın bazı yerleri, çok eskidirler. Paskalya Adası´nın geçmişi birçok masalsı, yarı gerçek ve romantik yayınlara neden oluyor ve çözümsüz bir gizem olarak sunuluyor. Bunlardan birisi adanın kayıp kıta Mu´nun bir ucu olduğudur ve heykeller daha öncelerdeki bir kayıp kıta olan Lemurya’ lılar tarafından yapılmıştır. Ama bu iddiaları Kayıp Mısırlılar, Kızılderililer, Bask denizcileri ve uzaydan gelen küçük adamlar gibi düşünebiliriz.

Daeniken´ın başını çektiği bir grup dünya çapında örgütlenerek, eski uygarlıkların ardında özel ve çok zeki bir oluşumun bulunduğunu öne sürüyor ve bu ırkları robot statüsüne indiriyor. Paskalya olayının ana hedefi ise, heykellerin yapıldığı taşların adada bulunmadığı ve dolayısı ile de heykellerin fabrikasyon olarak dışarda yapılıp adaya gökten getirildiğidir. Kim bilir belki de levitasyon yapılmıştır, en cüretkar kuramlardan birisi bir psikolog olan Werner Wolff´dan geldi; heykellerin o zaman aktif olan volkanın içinde yapıldıklarını ve volkanın patlamasıyla kıyıdaki kaidelerinin üzerine uçarak yerleştiklerini ileri sürüyordu ! (Island of Death, Hacker Art Books, N.Y., 1948). Kim ne derse desin, antik

Paskalya’ lıların kimsenin yardımına ihtiyaçları yoktu. Onlar Maoi heykellerini yapabilirlerdi, bu kültürü Güney Amerika´dan aldılar, taş işçiliği Polinezya adalarında ve Güneydoğu Asya´da yaygın ve de üstündür ve Polinezya’ lılar yaratıcı, zeki insanlardırlar, mükemmel kanolar, taş yapılar yapmışlar ve yapmaktadırlar, sanatsal yetenekleri çok ileridir. Yüzyıllar öncesinde dev okyanus ve Pasifik adaları korkulu yerler olarak bilinirken, orada küçücük bir adada, Rapa Nui´de ölümsüz bir uygarlık ve kültür vardı.

Kaynak: Andis Kaulins “An Astrological Zodiac in the Script of Easter Island” 1981, Cilt IV, Araştırma: “Studies in the History of Mankind and its Languages – İnsanoğlu´nun tarihi ve dilleri çalışmaları”

 

 

Çiğdem Sarıgül

Çocukluğumdan beri bu evrendeki gerçek rolümüzü, gerçekten nereden geldiğimizi, nereye gideceğimizi araştırıyorum. : )

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu