YÜCE BENLİK
Aslında Yüce Benlik, Dünya Zihninin sonsuz bir görüntüsüdür. Bunun için Kutsal Kitap’ta Tanrı’nın insanı kendi görüntüsünde yarattığı yazılıdır. Bu tümce insanın sıradan görünümü için değil, sonsuz ölçüde daha yüksek olan görünümü için geçerlidir. İnsanların kendilerinden vazgeçmeleri, hatta kendilerini kurban etmeleri olgusu, onlarda bu kişiden farklı bir şeyin varlığını gösterir, Yüce Benliği düşündürür.
Demek ki her insanın iki yüzü vardır; biri aşağıya yeryüzüne dönük, öbürü yukarıya Dünya Zihnine dönük. Birincisi “kişi” ikincisi “Yüce Benlik” tir.
Kıpırdatmayan sınırlanmışlıklarımızı, utanç verici zayıflıklarımızı, ölüm korkumuzu neden o denli dokunaklı biçimde duyumsarız? Çünkü her zaman içinde bulunduğumuz aşkın bir bakış açısını şuursuzca taşırız ve benliğimizin ne denli dar olduğunu anlayabilecek durumdayızdır. Çok ince bir biçimde sonsuz olana bağlı olduğumuz içindir ki sonlu yaratıklar olduğumuzun şuurundayızdır.
Kısacası, yalnızca sınırlı kişilik dışavurumunun ardında Yüce Benlik bulunduğu içindir ki kişilik çok sınırlı olduğunu kavrayabilir kolayca ve çabucak yapılan doyumlar, bağlandığımız gerçeklik bile, eğer doğru anlarsak, bizdeki Yüce Benliğin biz farkına varmadan bize aktardığı yüksek doyumunun, gerçek ölümsüzlüğün ve sezgisel gerçekliğin simgesel vaatlerinin uzak yansımalarından başka bir şey değildir. Bunlar bize, yalnız gizlice ne olduğumuzdan değil, açıkça ne olabileceğimizden söz ederler. Ya da içimizdeki gizli hazinenin varlığından.
Her birey, sınırlı olması olgusundan ötürü ister istemez eksiktir. Hangi yönde olursa olsun bütün girişimleri, eksiksiz durumu şuursuzca arayışının, kendini bütünleme yolunda sürekli araştırmasının dışa vurumlarıdırlar. Öyleyse bütün özellikleri Yüce Benliğinkilerle aldatıcı bir benzerlik taşırlar, zaten başka türlü de olmaz, çünkü o şuursuzca ve sık sık da bozulmuş bir biçimde, gerçekte kendisine ait olan anlatmaya çabalar.
Yüzeydeki benliğin sınırlandırmalarının geçici olduğunu düşünürken, saklı ve boyutsuz zihnin bunun merkezini oluşturduğu anlayışına kapı açıyoruz. Bu zihinde oluşan ayrımlar, burada doğan sayısız düşünce biçimleri, onu ne küçültür ne de tüketirler. Her beşeri bedenlenmeyi, sonsuz bir okyanusun yüzeyindeki minicik bir dalgaya benzetmek yararlı olabilir.
Bu küçük dalgaların her birinin kendine özgü bir biçimi vardır, ama hepsi de tek bir deniz üzerinde biçimlenirler. Her biri bu küçük dalgalardan biri olduğunu, başka da bir şey olmadığını ya da denizin kendinden ayırt edilmeyen bir dalga olduğunu düşünebilir.
Buna benzer biçimde, bedenlenmiş her yaratık da asıl yapısı bakımından Yüce Benlikten ayrı olmadığını anlamayı reddederek boş yere kendini sınırlandırır. Oysa her biri potansiyel olarak sandığından çok daha büyüktür. Eğer insan, yaşamının er ya da geç kaçınılmaz bir biçimde varoluş okyanusunda silinecek olan bir dalgacıktan başka bir şey olmadığı konusundaki zor dersi yavaş yavaş öğrenirse geriye bu dalgacığı oluşturan su kalır.
Evrende var olan her şeyin sonsuzca devinime, sonsuzca değişime yazgılı olduğunu biliyoruz. Bu her şeyin kendi kimliğini sürekli değiştirdiği anlamına gelir. Beşeri varlıkların durumunda düşünceler ve duygular öyle çabuk değişirler ki, birkaç dakika önceki şuurlu varlık şimdiki ile yanı değildir artık, kimlik değişimi yalnızca önüne geçilemez değildir, geriye de dönülemez.
Zihinsel durum ya da duygusal hava, asla daha önce olduklarına dönemezler. Ne yaparsak yapalım, sonsuzca değişen bir kimliğimiz olabilir ancak. Sürekli olarak bir anının “benlik”ini ardından gelene bırakmak zorundayızdır. O zaman neden bir şeyin ardından neden boş yere koşmalı?
Bu evrensel gerçeği anlamak, bunun değişmez dersini kabul etmek, yalnızca kişiliğin geçici kimliğine bağlanmayı bırakmak, kısacası kendi üzerinde haksız yere egemenlik kuran ve asıl düşünene baskın çıkan “benlik” düşüncesine karşı çıkmak, “benlik” in ötesine var olanın bulunmasıyla aramıza giren ağır kapının açılması için zorunlu bir başlangıçtır.
Bir insan, kendi kişiliğinin ayakları üzerinde sağlamca durmazsa, bu dünyada rolünü nasıl oynayabileceği ve toplum karşısındaki zorunluluklarını nasıl yerine getirebileceği sorulacaktır belki de. Bu soruyu, bu yüksek kavrayışa ulaşanın fizik varoluşunu değiştiremeyeceğini söyleyerek yanıtlayacağız.
Pratik yaşamda aynı kalacak, toplumda aynı rolü kaçırmayacak, tam tersine, bulduğu yer, ahlaki değerini önemli ölçüde arttırtacak ve dışsal yaşantısını daha iyiye götürecektir. Ondan kişiliğini değil, bu konuda taşıdığı ve pratik yaşamdaki bunca yanlışın, ahlaki günahların ve toplumsal haksızlıkların kaynağı olan “körlüğü” ortadan kaldırması istenmektedir.
Ondan, benliğin gereksinimlerini boğması değil, bunları başkalarının zararına doyuma ulaştırmaması istenmektedir. Böyle bir insan sonuçta ne yitirir? Kişiliği ortadan kalkmamıştır, yalnızca sadeleşmiştir. Şuuru tutsaklaşmamış, yalnızca kendisini daha iyi anlamak üzere düzene girmiştir. Görevlerinden kaçmaz, onları çok daha onurlu bir biçimde yerine getirir. Elindekileri saçıp savurmaz, tersine bunların tadına daha bilgece varmak üzere daha iyi toparlar.
Dünya zihni her yerde hazır ve nazır olduğundan, her bireysel varlık da onun ışını olan Yüce Benlik kanalıyla, çok küçük bir ölçüde de olsa, onun yaşamına ve şuuruna ortak olur. Dışsal olarak farklı gibi görünse de, içsel olarak hiç kimse ondan ayrı değildir. Onunla mistik bir bütünlükte, gizli bir uzay zaman evrenselliğinde kalırız.
Dünya Zihni ile yakın ilişkilerimiz konusundaki bu bilgi, en karanlık yaşama bile taze bir yarar kazandırır, en yorgun olana yeni bir atılım sağlar. Çeşitliliklerine ve farklılıklarına karşın, beşeri varlık kalabalıklarının en saf zihinsel özü Yüce Benlik dolayısıyla, paylaşılan bir varoluştur. Bundan sonra yaşam daha zengin bir anlam kazanır, artık tanrısallığın kuklaları değil, ayrıcalıklı çalışma arkadaşlarıyızdır. Bu insana büyüklük bağışlayan bir düşüncedir.
Bütün varoluşların karşılıklı bağımlılığı anlaşıldığı zaman, bireysel kurtuluş peşinde koşmanın yanıltıcılığı da ortaya çıkar. “Tek başına kendim için değil, herkes kurtulmak zorunda olduğu için kurtulacağım”, takınılması gereken doğru tutum budur.
Alıntı