Sümer Astronomisi
MÖ 3000. Merkezde Güneş’in, çevresinde ise bugün bildiğimiz tüm gezegenlerin olduğu tam bir Güneş Sistemi’ni gösteren tablet, gökcisimlerinin bilinen betimleme tarzından farklıdır. Bunları teker teker değil de büyük, ışınlar saçan bir yıldızı çembere alan bir grup olarak göstermektedir. Bu, Sümerlilere göre Güneş sistemini gösteren bir betimlemedir: 12 gök cismini içeren bir sistem.
Yukarıda; Uruk’lu rahip-astronom Anu Belşunu tarafından kopyalanan, Jupiter, Aslan ve Su Yılanı astronomik özelliklerinin kaydedildiği MÖ 200’e tarihlenen astronomi tableti. Berlin Müzesi VAT 7847.Göklerdeki gök cisimlerinin Dünya’ya ve birbirine göre hareketlerinin ve konumlarının izini sürebilmek için, Babilliler ve Asurlular doğru göksel takvimler tutuyordu. Bunlar, gök cisimlerinin gelecekteki konumlarını sıralayan ve tahmin eden tablolardı. Profesör George Sarton [Chaldean Astronomy of the Last Three Centuries B.C. (Milatta Önceki Son Üç yüz Yıldaki Kalde Astronomisi)] bunların iki metodla hesaplandıklarını bulmuştur. Daha yeni olanı Babil’de kullanılmıştır, eskisi ise Uruk’ta. Hiç tahmin edilemeyen bulgularına göre, daha eski olan Uruk metodu, daha sonraki sistemden daha gelişmiş ve doğru idi.
Bu şaşırtıcı durumu, şu sonuca vararak açıklamıştır: Kalde’nin gökbilimci rahipleri Sümer’in yazılı formüllerini ve geleneklerini izlemişken, Grek ve Romalıların hatalı astronomik fikirleri dünyayı geometrik terimlerle izah eden bir felsefeye kaymasından kaynaklanmıştı.Mezopotamya uygarlığının gün ışığına çıkarılması ile, diğer birçok alanda olduğu gibi, astronomi alanında da bilgimizin köklerinin Mezopotamya’nın derinliklerine gömülü olduğuna artık şüphe kalmamıştır. Bu alanda da Sümer mirasından yararlanıyor ve bu mirası devam ettiriyoruz. Sarton’un çıkarımları; son derece kesin olan takvimlerin onları hazırlayan Babilli gökbilimcilerin gözlemlerine dayanmadığını bulmaktan dolayı şaşkınlığa uğrayan Profesör O. Neugabauer’in çok kapsamlı çalışmalarıyla da güçlenmiştir. Aksine, bu tablolar, kullanan gökbilimciler tarafından “müdahale edilemeyen, belirlenmiş bazı sabit aritmetik şemalardan” hesaplanmaktaydılar.
“Aritmetik şemalara” böylesine otomatik bir bağlılık, bazı “katı matematiksel teorilere” göre “takvimleri adım adım hesaplama kurallarını veren” ve bu takvimlere eşlik eden “işlem metinleri” yardımıyla sağlanıyordu. Neugabauer, Babilli gökbilimcilerin takvimlerin ve matematiksel hesaplamaların dayandığı teorilerden bihaber oldukları sonucuna varır. Ayrıca, bu kesin tabloların “deneysel ve teorik temelinin”, büyük ölçüde modern bilginlerin de gözünden kaçtığını kabul eder. Yine de kadim astronomik teorilerin “mevcut olması gerektiğini, çünkü çok detaylı bir plan olmaksızın yüksek karmaşıklıktaki hesaplama şemalarının tasarlanmasının mümkün olamayacağı”na kanidir.
Profesör (Doğudaki Ruhbilimin Elkitabı)], Mezopotamya astronomlarının retrograd, yani sabit yıldızlara göre doğudan batıya doğru gider gibi görünme fenomenine aşina oldukları sonucuna varmıştır; bu, gezegenlerin Dünya’dan görülen bariz ve düzensiz yılankavi yol alışıdır ve sebebi de Dünya’nın, güneş çevresindeki yörüngesini diğer gezegenlerden daha hızlı veya yavaş tamamlamasıdır. Böyle bir bilginin önemi, sadece retrograd fenomeninin Güneş çevresindeki yörüngelerle ilişkili bir fenomen olmasında değil, aynı zamanda bu fenomeni kavrayabilmek için çok uzun gözlem dönemlerinin gerekmesinde yatmaktadır.
Bu karmaşık teoriler nasıl geliştirilmişti; bu teorilerin geliştirilmesi için şart olan gözlemleri yapanlar kimlerdi? Neugabauer “işlem metinlerinde, anlamları kısmen bilinse de okunuşları hiç bilinmeyen çok sayıda teknik terimle karşılaşırız” diye belirtir. Babillilerden çok öncelerde birileri, Babil, Asur, Mısır, Grek ve Roma gibi daha sonra gelen kültürlerindekinden çok daha üstün olan astronomi ve matematik bilgisine sahipti.
Babilliler ve Asurlular astronomi ile ilgili gayretlerinin büyük bölümünü doğru bir takvim tutmaya adadılar. Bugün kullanılan Yahudi takvimi gibi bu da bir güneş-ay takvimi idi; 365 gününü biraz aşan güneş yılını, 30 günün biraz altındaki kameri ay arasında uygunluk sağlıyordu. Takvim iş yaşamı ve diğer dünyevi işler için önemliydi; ama doğruluğu aslında Yeni Yıl’ın kesin günü ve anını, diğer bayramları ve tanrılara ibadeti belirlemek için gerekliydi.
Mezopotamyalı gökbilimci rahipler, Güneş, Dünya, Ay ve gezegenlerin çetrefilli hareketlerini ölçmek ve birbirine uyumlandırmak için karmaşık bir küresel astronomiye güvenmekteydi. Dünya bir ekvatoru ve kutupları olan bir küre olarak ele alınmaktaydı; gökler de hayali ekvator ve kutup çizgileriyle ayrılmıştı. Gök cisimlerinin geçişi ekliptik (tutulum), yani dünya’nın göksel küre üstünde Güneş etrafındaki yörüngesinin düzleminin izdüşümü; ekinokslar (Güneş’in yıl içinde tutulum üstünde yaptığı kuzey ve güney hareketi sırasında gök ekvatorunu kestiği gün-tün eşitliği noktaları) ve gündönümleri (Güneş’in yıl içinde tutulum boyunca yaptığı hareket sırasında kuzey ve güneyde en çok yükselimde olduğu zamanlar) ile ilişkilendiriliyordu.
Tüm bu astronomik kavramlar bugün de kullanılmaktadır. Ama Babilliler ve Asurlular takvimi veya hesaplanması için dahiyane metotları icat etmediler. Onların takvimi ve bizimki de Sümer kaynaklıdır. Bilginler orada, çok eski zamanlardan beri kullanılan, sonraki bütün takvimlerin temeli olan bir takvim buldular. Asli takvim ve model, Nippur’un, yani Enlil’in merkezinin takvimi idi. Günümüzdeki de bu Nippur takvimine göre şekillenmiştir. Sümerliler Yeni Yıl’ın, güneş’in bahar noktasını geçtiği tam o anda başladığını düşünmekteydiler.
MÖ. 2400’lerde bir Ur hükümdarı olan Dungi tarafından bırakılan kanıtların, Nippur takviminin, Güneş’e karşı konumunun Yeni Yıl’ın gelişinin kesin anını belirlemeyi mümkün kılan bir gök cismini seçtiğini gösterdiğini bulmuştur. Bunun, “belki de Dungi devrinden 2000 yıl önce” yapılmış olduğu sonucuna varır, yani M. 4400’lerde !
Sümerliler, gerçekten de ellerinde araç ve gereç olmasa da küresel bir astronomi ve geometrinin gerektirdiği gelişmiş astronomik ve matematik “know-how”a sahip miydiler? Dillerinin gösterdiğine göre, gerçekten de sahiptiler.
Göklerin kavisi ve yayından söz ederken, DUB terimini- (astronomide) “dünyanın 360 derecelik çevresi” anlamına gelmektedir- kullanmaktaydılar. Astronomik ve matematik hesaplamaları için AN.UR çizdiler; bu da gök cisimlerini doğuş ve batışlarını ona oranlayarak ölçebilecekleri hayali bir “gök ufku”ydu. Bu ufka dikey olarak bir dik çizgi uzattılar: NU.BU.SAR.DA; bunun yardımıyla referans noktasını elde ettiler ve buna AN.PA dediler. Boylam dediğimiz çizgileri çizdiler ve onları “derecelenmiş boyunduruk”; enlemleri ise “göklerin orta çizgileri” diye adlandırdılar. Örneğin, yaz gündönümünü işaret eden enleme AN.BİL “göklerin ateşli noktası” dediler. Akad, Hurri, Hitit ve kadim Yakın Doğu’nun diğer edebi şaheserleri, Sümerce orjinallerinin çevirileri veya versiyonları olduklarından, gök cisimleri ve fenomenleri ile ilgili Sümerceden alınmış ödünç sözcükler doluydular. Yıldız listeleri çıkaran veya gezegen hareketlerinin hesaplamalarını yazan Babilli ve Asurlu bilginler sık sık kopyaladıkları veya çevirdikleri Sümer orjinallerinden söz etmişlerdir. Asurbanipal’in Ninova’daki kütüphanesinde de olduğu söylenen astronomi ve astrolojiye hasredilmiş 25000 tablet sümer kökeninin tanınmasıyla ilgili notlar içermektedir.
Hangilerinin gerçek grup, hangilerinin sadece alt grup olduğuna karar vermek için yapılan birçok çalışmadan sonra, dünyanın astronomi topluluğu (1925’te) Dünya’dan görünen gökleri kuzey, merkezi, güney olarak üç bölüme ayırma ve buralardaki yıldızları seksen sekiz takım yıldız biçiminde gruplama konusunda anlaştı. Sonrada anlaşıldı ki, bu düzenleme hiç de yeni değildi zira gökleri üç banda veya “yola” bölen ve bunlara çeşitli takım yıldızlar tayin edenler ilk olarak Sümerlilerdi; kuzey “yolu” Enlil’in adını almıştı, güney ise Ea’nın, merkezi bant ise “Anu yolu” idi. Günümüzün merkezi bandı, yani burç kuşağını oluşturan on iki takım yıldızın bandı, Sümerlilerin yıldızları on iki ev olarak grupladıkları Anu Yolu’na tam olarak denktir.Günümüzde olduğu gibi antik çağlarda da fenomenler burç kuşağı kavramıyla ilişkilendirilmekteydi.
Güneş’in çevresinde Dünya’nın çizdiği büyük daire, her biri otuz derece olan on iki eşit parçaya bölünmüştü. Bu parçalardan her birinde görülen yıldızlar veya “evler”; her biri yıldızların veya grubun oluşturur gibi göründüğü biçimlere göre adlandırılan bir takım yıldız halinde gruplandırılmıştı. Takım yıldızlar ve alt bölümleri ve hatta takım yıldızlar içindeki tekil yıldızlar bile Batı uygarlığına ağırlıklı olarak Grek mitolojisinden ödünç alınan isim ve tariflerle ulaştığından, Batı dünyası bu başarıyı iki bin yıl boyunca Yunanlılara atfetmiştir.Ama erken dönem Grek gökbilimcilerin Sümerlilerden elde ettikleri hazır bir astronomiyi sadece kendi dil ve mitolojilerine uyarladıkları artık anlaşılmıştır. Burç kuşağı dediğimiz “Zodyak” kelimesi, Yunanca zodiakos kyklos’dan (hayvan dairesi) gelmektedir çünkü yıldız gruplarının yerleşimi bir aslana, balıklara vb. benzetilmiştir. Ama bu hayali şekiller ve isimler aslında on iki Zodyak takım yıldızını UL.HE (parlak sürü) diye adlandıran Sümerlilerce türetilmiştir.
- GU.AN.NA (göksel boğa) –Boğa
- MAŞ.TAB.BA (ikizler) – İkizler
- DUB (cımbız,kıskaç)- Yengeç
- UR.GULA (aslan) –Aslan
- AB.SİN (Babası Sin idi)- Bakire, Başak (Sin’in iki kızı var. İnanna ve Ereşkigal)
- Zİ.BA.AN.NA (göksel kader) –Terazi
- GİR.TAB (deşen ve kesen)- Akrep
- PA.BİL (savunmacı,Okçu)- Yay
- SUHU.MAŞ (keçi balığı)- Oğlak
- GU (suların tanrısı, su taşıyıcısı)- Kova
- SİM.MAH (balıklar)- Balık
- Ku.Mal (tarlada yaşayan)- Koç
Burç kuşağının resimsel betimlemeleri veya işaretleri, adları gibi, Sümer’de ortaya çıktıklarından beri hiç değişmeden kalmıştır.
- Anu Yolu; Güneş, gezegenler ve Zodyaktaki takımyıldızların göksel bandı
- Enlil Yolu; kuzey seması
- Ea Yolu, güney seması
Teleskobun kullanılmasına kadar Avrupalı gök bilimciler sadece kuzey semalarındaki on dokuz takım yıldızı tanıyan Ptolemik görüşü kabul ediyordu. 1925’te şu an geçerli olan sınıflandırma üstünde fikir birliğine varılana dek, Sümerlilerin Enlil yolu dedikleri bölgede yirmi sekiz takım yıldız tanınmıştı. Eski Sümerlilerin, Ptolemi’nin tersine, kuzey semalarındaki bütün takım yıldızları tanımış, tanımlamış, gruplandırmış, adlandırmış ve sıralamış olduklarını öğrendiğimizde artık şaşmamak gerek.
1900’de T.G.Pinches, Kraliyet Asya Bilimleri Derneğine tam bir Mezopotamya usturlabını tekrar bir araya getirmeyi ve yeniden kurmayı başardığını bildirdi. Pinches bunun bir pasta gibi on iki dilimle ve merkezi bir olan üç daireyle, sonuçta otuz altı kısma ayrılmış yuvarlak bir disk olduğunu gösterdi. Desenin tamamı, her birinde bir ay adı yazılı olan on iki “yapraklı” bir rozet görüntüsüne sahipti. Pinches bunları Mezopotamya takviminin ilk adı olan nisannu ile başlayarak I ile XII arasında numaralandırdı.Ayrıca, otuz altı kısmın her biri de bir ad ve altında, bunun bir gök cisminin adı olduğunu belirten küçük bir daire içermekteydi. Bu adlar birçok metin ve “yıldız listesi”nde bulunmuştur ve bunlar şüphesiz takım yıldızların, yıldızların veya gezegenlerin adlarıdır. Otuz altı kısmın her birindeki gök cisminin adının altında ayrıca bir sayı yazılıydı. En içteki halkada, sayılar 30’dan 60’a kadardı, ortadaki halkada 60’tan 120’ye kadar olup, en dış halkada ise 120’den 240’a kadardı. Bu sayılar neyi temsil ediyordu?
Pincehs’in sunumundan yaklaşık elli yıl sonra yazan gökbilimci ve Asurolog O. Neugebauer[A History of Ancient Astronomy: Problems and Methods (Kadim Astronomi Tarihi:Problemler ve Metodlar)] ancak şunu söyleyebilmişti: “Tüm metin, her birinde bir takım yıldızın adını ve öneminin ne olduğu henüz belli olmayan basit sayılar bulduğumuz otuz alt alanlı bir tür şematik gök haritası oluşturmaktadır.” Konunun önde gelen uzmanlarından B.L.Van der Waerden [Babylonian Astronomy: The Thirty-Six Stars (Babil Astronomisi: Otuz altı Yıldız)] bu sayıların belli bir ritmle azalıp çoğalması üstünde düşünmüş ve ancak “sayıların, gün ışığının süresi ile bir ilgisi var” diye önerebilmişti.