godhand

Âdem ve Âdemoğulları

 

“Ben Haz. İdris’e dedim ki, etrafımda dolanan bir ruh gördüm. Bana atalarımdan olduğunu belirterek ismini söyledi. Onun ölüm tarihini sordum, bana kırk bin sene önce olduğunu söyledi. Bizim inançlarda Âdem’in ne zamanlar yaşadığını sordum. O da, `Hangi Âdem’i soruyorsun, Yakın olan Âdem mi?’ diye sordu. Haz. İdris Buyurdu ki, `Doğrudur …’ ” İbn’ül Arabi, Fütühat-ı Mekkiyye.

Âdem, üç semavi din tarafından ilk insan olarak bilinir. Fars-Sanskrit kökeninde bulunan “adamas” sözcüğü Türkçe ‘de “adam”, erkek olarak yerleşmiştir. Bu gösteriyor ki Âdem sözcüğü oldukça yaygındır. İbranice’de “kızıl toprak” anlamına gelen Âdem, ilk insanın Kızılderili olduğu kanısını uyandırmıştır. Ayrıca, Atlantaloglar arasında Atlantis’in toprağının verimli, volkanik ve demir oksitli oluşundan dolayı kırmızı renkte olduğunu düşünenler de var.

Kızılderili, Amerika’nın keşfinden çok önce Grekler tarafından (Atlantisliler gibi) deniz ulusları olan Finikelilere ve Giritlilere denilirdi. Fenikeli (Phoinikia) Grekçe’de Kızılderili anlamına gelir. Ayrıca Mısırlılar kendilerinin aslen Kızılderili olduklarını söylerdi. Blavatsky’e göre, “Gizli Doktrin öğretir ki, Ad-i ilk konuşan insanlara verilen adını… Adam, Sanskritçe Ada-Nath’dır ve Ad-İswara gibi ilk önder anlamına gelir. Aynı şekilde Ad (ilk)’le başlayan her hangi bir Sanskrit sözcük bu anlamı içerir”.

Fenikelerin tanrısı Adonis etrafında, Anadolu ve Orta-Doğu’da yaygın bir kült oluşmuştu. Batı Anadolu’da Frigler ona Attis derlerdi. Sami dillerde Adonis sözcüğü efendi veya önder (hükmeden) anlamını aldı. İbraniler Tanrı anlamıa gelen “Yahweh” sözcüğü boş yere kullanıp on emirlere karşı gelmemek için onun yerine aynı kökenden “Adonay” sözcüğü kullanırlar.

Âdem konusu, tarih boyunca çeşitli spekülasyonlara yol açmıştır. Tevrat’ta verilen bilgilere göre, Âdem’in ilk oğulları, Habil ve Kabil (Kaini) idi. Kabil öz kardeşi Habil’i öldürdüğü için lanetlenmişti ve Tanrı tarafından yüzüne bir işaret konularak kovulmuştu. Cennet Bahçesi Aden’in doğusunda uzak bir yerde kendine Nod adında bir şehir kurmuştu ve evlenerek çocuk sahibi olmuştu. Onun soyundan Filistin’de Kenanlılar ortaya çıkmıştı.

Tevrat’ta bu çelişkili metin (Tekvin, Bap 4) “Âdem öncesi” ırkların (Pre-Adamities) varlığı konusunda birçok varsayımlara yol açmıştı. Âdem ve Havva’nın oğlu, Kabil’in kendisine karı bulması, hatta şehir kurması aksi takdirde nasıl açıklanır?

Ezoterik anlamda din kitaplarında anılan Âdem, ilk insan değildi, fakat Atlantis’te ortaya çıkan yeni bir ırkın prototipi idi, ondan önce başka “Âdem’ler de vardı. Âdem, o halde, belirli bir insan proto-genotip’e verilen bir unvandı. Doğal olarak, ortaya çıktığında diğer aborijin/yerli insan türlerine göre daha gelişmiş olduğunu varsaymak gerekir. Bu sebepten dolayı, Kutsal Kitaplar onun ortaya çıkışı ile insan prototipin ilk yaratıldığını belirtmişlerdir.

Donelly’e göre cennet bahçesi, Aden, Atlantis’ti. “Aden” sözcüğü “Atlan” kelimesinde türemişti ve Âdem sözcüğü “Atlantis ırkı” Ad’lardan türemişti. Tevrat’ta Kenan ülkesinin (Filistin) Aden’in doğusunda olmasının belirtilmesi (Tekvin Bap 4/16) oldukça anlamlıdır. Bu gösteriyor ki, Aden, cennette değil de, yeryüzünde bir bölgedir ve insanların ana yurdu olan ve tufan öncesi bir yer olan Aden, batıda yer almaktaydı. O halde, Atlantis öyküsü üç “semavi” dinde yer alan öykülere açıklık getirmektedir ve onlara tamamen uyumludur.

İbranilere göre, ilk insanın kızıl topraktan meydana gelmiş olması ve Platon’un Atlantis’le Amerika arasındaki ilişkinin üzerinde önemle durması, tufan öncesi kayıp ülke ve Amerikalar arasındaki yakın bağı işaret etmektedir. Atlantoloji’nin en kuvvetli kanıtları Amerika’dan geliyor. Orta Amerika’nın muhteşem uygarlıkları beyaz adamın gelişi ile dizili iskambil kâğıtları gibi yıkılı verildi.

İspanyol konkiskadoru Cortez Meksika’ya istila ettiği zaman, yerliler onu çok iyi karşıladılar, Çünkü efsanelerinde çok eski devirlerde beyaz “tanrılar” gemilerle doğudan gelmişlerdi ve onlara uygarlık öğretmişlerdi. Sonra, tekrar döneceklerine söz vererek doğuda yurtlarına dönmüşlerdi. Kızılderililer köse oldukları halde “tanrılar” aynı Cortes’in yüzbaşısı Pedro de Alvarado gibi sakalı, sarı saçlı, beyaz tenli ve mavi gözlüydü. Kızılderililer onu tanrıları Quetzalkoatl sanarak önünde secde ettiler.

Peru’ya istila eden Pizarro’da aynı sebepten dolayı, bir avuç adamla 10 milyon nüfuslu İnca’ lara karşı kolay bir zafer kazanmıştı, onların tanrıları Virakoşa’nın adı “beyaz adam” anlamına geliyordu. Er geç Kızılderililer doğudan gelen bu istilacıların uygar, insancıl ve öğretici “beyaz tanrılar”la hiç bir ilgileri olmadığını öğrendiler.

Onların vermeye değil, çalmaya geldiklerini gördüler. Kısa bir sürede, din maskesi ile beyaz adam, kızıl adamın altınlarını, gümüşlerini ve kıymetli taşlarını soyacak; sanat eserlerini, heykellerini, edebiyatlarını yok edeceğini; kültürlerini silmek için elinden geleni yapacaklarını göreceklerdi. Kızılderililere ruhsuz bir boşluk çökmüştü, tarih boyunca gurur duyduğu ananeler küstahça ayakaltında ezilmişti. Yeni gelen bu acımasız insanlar, onun kutsal topraklarına yerleşiyorlardı; onun kucak açtığı doğayı tahrip ediyorlardı. Eski, çok eski uygarlıkları sönüyordu.

İspanyol Krallı II. Philip’e, Peru’daki İnkalar ile ilgili rapor veren Manico Serra de Leguicamo, onların beyaz adam gelene kadar suç ve ahlaksızlık bilmediklerini, fakat sonradan beyaz adamı örnek alarak, hızla değiştiklerini yakarmıştı, “orada kötülük yoktu, şimdi neredeyse iyilik kalmadı”.

Atlantis’nin en kuvvetli kanıtlarından biri Meksikalı Azteklerin kendilerine Azt’ler olarak tanımlamaları ve batıda “Aztlan” adında “suyla çevrili ve büyük bir dağın bulunduğu bir ülke” den geldiklerini belirtmelerinden kaynaklanıyor. Atantis tezine karşı olanlar, Azteklerin 12. asırda geldiklerini işaret ediyorlar. Ancak onlar, ne Azteklerin bir deniz kültüründen geldiklerini, ne de “Aztlan”ın nerede olduğu konusunu açıklama getiremiyorlar.

Kristof Kolombo’nun Amerika’ya ilk indiği yere yakın, Atlan adında bir yerleşim bölgesi varmış. Ayrıca Peru’da Atlan isminde bir liman vardı. İspanyollar Meksika’ya girdikleri vakit Atlan isminde beyaz yerlilerin bulunduğu bir yerleşim bölgesi buldular. Kızılderili dillerde “atl” su anlamına gelir ve “atlan” le biten pek çok yer ismi vardır.

Kuran’da söz edilen Ad kavmine gelince, M. Asım Köksal’ın Peygamberler Tarihi şöyle yazar,” Ad kavminin yurtları; Hudramevt’e ve Yemen’e kadar uzanan yerler olup Allah’ın yerlerinden, en genişi, en otlu, sulu, bol nimetli olanı idi. Başkalarına verilmeyen boy bos, güç kuvvet de, onlara, verilmişti … Onlar, inatçı bir zorbanın emrini tutup ardından gittiler de: `Kuvvetçe, bizden daha güçlü kim varmış?” diyerek yeryüzünde büyüklük taslamağa, memleketlerinde azgınlık ve fesatlarını artırmağa, halka zülüm etmeğe başladılar”.

Bundan sonra Hud Peygamber’in ikazlarına dinlemeyerek Tanrının gazabına uğradılar. Bir kara bulutun ardından gelen kasırgada yok oldular. Halen kadim megalit (büyük taş) harabelere Araplar “işte Ad kavimden arta kalanlar” diye gösterirler. Soy kütükleri Tekvin’de Nuh oğlu Ham’ın soyundan Ad olarak gösterilen bu kavime gelen felaket Atlantis tufanından sonra olması gerekir.

Ancak onlar, tufandan kurtulanlar arasında olup, Nuh soyundan ayrı bir kavim olabileceklerini de hesaba katmamız gerekir. Bu durumda onların iri lanetlenmiş Titan-Nefilim soyundan olup, Atlantisli atalarının “Ad” ismini kullanmaları doğaldır. Türkçe’de “ata” sözcüğün Atlantis’le ilgili ilkel bir anı içerebilir. Linguist ve Anlantolog Charles Berlitz aşağıdaki cetvel hazırlamıştır:

Bask – ait

Quechua – taita

Türkçe ve Türk dilleri – ata

Dakota (siyu) – atey

Nahuatl – tata

Semiole – initati

Zuni – taççu (tatçu)

Malta – ta

Tagalog – tatay

Welsh – tad

Roumani – thatha

Fiji – tata

Samoa – tata

Ayrıca, Latince’de Pater sözcüğü unutmamak gerekir. Grek mitolojisinde “titan” aynı kökten geldikleri kanısındayız. İlerdeki sayfalarda göreceğimiz gibi büyük olasılıkla titanlar Atlantis’in yerlileriydi. Tamamen varsayımlara dayanarak, Türkçe’de “ata” sözcüğü Atlantis’li Ad’lara dayanan bir soy kütüğün göstergesi olabilir mi? Ada sözcüğü Atlan’dan türemiş olabilir mi?

Bu konuda bir varsayım ileri atmaktan ileri gidemeyiz. Aynı şeyi Poseidon’a kutsal olan ve bazılarına göre soyları Atlantis’te gelişen at için denilebilir mi? Atın ilkel türleri Amerikalarda bulunduğu halde, onlar oradan binlerce sene önce yok oldular. İspanyollar Amerika’ya ilk atları getirdikleri zaman yerliler ilk başta, İspanyolları yarı at yarı insan bir yaratık sandılar.

Tekvin’e göre, Âdem’in yaratılışından tufana kadar 10 nesil geçmişti. Her neslin başında bir önder (patriarch) vardı. Bunların birincisi Âdem ve onuncusu Nuh’tu. Onların yaşları gümümüzdeki insanlara göre oldukça fazlaymış. Bu konuda Metuşelah 966 senelik ömrü ile rekoru tutuyor. Bazı araştırmacılar bu yılların aslında ay hesabı olduğu kanısındalar. Platon’un kaydettiği Atlantis’in batış tarihini bu kameri hesapla düşürmeye çalışanlar da olmuştur. Ancak, Tekvin’in yazarı veya yazarları onları yıl olarak gösterir. Tekvin’e göre tufandan sonra insanın yaşama süresi yıl itibari ile gittikçe azaldı.

Platon’un Atlantis’inde 10 kral olması ve Berosus’un tarihinde tufan öncesi 10 kral olması, geçen yüzyıllarda Batı dini çevrelerde gözden kaçmadı ve Platon’un öyküsü Tevrat’la karşılaştırıldı. Birçok benzerlikler çeşitli din adamları tarafından Platon’un öyküsün kutsal kitapları doğruladığı görüşüne sevk etti.

Tekvin’de diğer bir bölüm oldukça anlamlıdır “Ve vaki ki toprağın üzerinde adamlar çoğalmağa başladı ve onların kızları doğduğu zaman, Tanrı oğulları adam kızlarının güzel olduklarını gördüler ve bütün seçtiklerinden kendilerine karılar aldılar. Ve Rab dedi, Ruhun adam ile ebediyen çekişmeyecektir, çünkü o da ettir, bunun için onun günleri yüz yirmi yıl olacaktır. Tanrı oğulları insan kızlarına vardıkları ve bu kızlar onlara çocuk doğurdukları zaman, o günlerde hem de ondan sonra, yeryüzünde Nefilim (devler) vardı, bunlar eski zorbalar, şöhretli adamlardı” (Tekvin Bap 6).

Bu yazımızda biraz olta atacağız belki de zaman zaman sizce fazla uçuk ve fantastik gelebilecek olasılıklarla flört edebiliriz, ancak asıl amacımız bir şekilde gerçekleri ortaya çıkarmaktır. Kitabi Mukaddes’te (Eski Ahit ve Yeni Ahit/İncil) Enok kitabından yer yer söz edilir. Asırlardır saklanan ve kutsal metinler külliyatından çıkarılan bu kitabın iki farklı nüshası vardır, biri yakın zamanlarda bir Rus manastırında bulunarak Slavonik dilde muhafaza edilmiştir. Adı “Enok’un (Haz. İdris) Sırlar Kitabı”dır.

Bu kitapta Enok’un Tanrı tarafından göğe kaldırıldıktan sonra cennet ve cehennem katlarında gördüklerini ve sonradan 360 kitap yazdığını anlatmaktadır. İkinci ve çok daha uzun kitap ise “Enok’un kitabı”dır. Burada Nefilimlerin devler olduklarını ve tufandan önceki çöküş devrinde onların insanoğlunun yiyeceklerini tükettiklerini ve bunlar da yetmediğinde insanları yediklerini yazıyor.

Bu kitapta, bu çeşit atıflar, dini çevreleri rahatsız etmişti (San Augustine “Tanrının Şehri”) ve kitabın 1772 yılında James Bruce tarafından bir Habeş manastırında bulunana dek, eski ahit külliyatından çıkarılmasına, yüzyıllardır ortadan kayıp olmasına sebep vermişti. Bu kitaba göre Samuel tarafından idare edilen melekler Hermon dağına inerek insanlara büyü, savaş, kozmetik gibi yasak sanatları öğretiler.

Daha sonra Baş melek Mikhael’in önderliğinde dört baş melek Rafael (İsrafil) Mikail, Cebrail ve Uriel onları bağladılar yeraltına inen bir çukura atılar. Bundan böyle bu dört baş meleğe “Denetçiler” denildi ve onlar dört istikameti, Doğu, Güney, Batı ve Kuzeyi uykusuz gözleriyle gözetlediler. Harut ve Marut gibi düşmüş melekler efsanesi böyle gelişti ve daha sonra Legemeton gibi Haz. Süleyman’a addedilen büyü kitaplara malzeme oldular. Bu da ayrı bir hikâye.

Belki de Blavasky’nin dediği gibi kutsal metinlerin ezoterik şifrelerini çözmede 7 anahtar kullanmamız gerekir. Tekvin’de söz edilen varlıklar melek değil de fiziksel olmalı ki Âdemoğullarının kızları ile ilişki kursunlar ve çocukları olsun.

Âdemoğulları ile birleşerek bir melez ırkı doğuran Tanrı oğulları kimdi? Gerek Tevrat’ta gerek Ölü Deniz’de bulunan Esen kayıtları anlatıyor ki, insanoğulları kadim bir devirde bir genetik aşılanma gördüler. Bu o kadar açıkça ifade edilmiştir ki bazı arkeolojik ufologlar uzaydan astronotların (tanrıların) gelip insan evrimini geliştirmek için böyle bir işlemde bulundukları olasılığı ciddi ciddi ele almışlardır.

Her ne kadar bu yazarlar, kendi tezlerini doğrulamak için bir takım asılsız benzetmeler ortaya atmışsa, Tanrı oğullarının kim oldukları konusunda, kimse tatminkâr bir çözüm getirememiştir ve binlerce sene önce, uzaydan gelen ve insandan daha gelişmiş, ancak yine de humanoid (insan türününden) olan varlıkların, insan evrimini hızlandırmak için bir genetik aşılama yapmaları modern mitoslardan da biridir.

Böyle bir tez doğruysa, o zaman onların insanlarla ortak bir kaynak paylaşmaları gerekir, aksi takdirde onların ne humanoid olmaları, ne de Âdemoğullarının kızlarından çocuk yapmaları olasılığı vardır. Bu da spekülasyonlar için yeni sahalar açmaktadır, ancak bütün bunlar, tabii ki, birer varsayımdır.

Kayıtlar insanı kolayca böyle bir düşünceye sevk ediyor. Tanrı oğulların (Beni Elohim) yaratığı bu melez ırk, Grek mitolojisinde Titanlar’a benzer. Platon’un belirtiği gibi bir “Tanrı” olan Poseidon yerli bir kadınla birleşerek Atlas ve diğer Titan kardeşlerini doğurdu.

Platon’a göre, Atlantis’i yöneten sınıfta tanrı soyu vardı, ancak zamanla tanrı soyu insan soyuna nispeten azalmıştır ve Atlantis’de bir çöküş, bir dejenerasyon başlamıştı. Onlar “yüce ideallerinden sapmaya” başladıkça, sonları hazırlanmaya başlanmıştı. Burada kullanılan “tanrı” sözcüğü ele alırken, unutmamak gerekir ki, farklı kültürlü bir toplumdan çevrilmiş bir terimdir. Platon tek bir Tanrı’yı öğretirdi, küçük harf başlıklı “tanrı” sözcüğü ise büyük harf başlıklı “Tanrı” ile aynı şey ifade etmez.

Irk kavramları, İkinci Dünya Harbinden sonra tabu bir konu haline gelmiştir. Ancak, materyalist bir temele dayanan ve Üçüncü Reich mitosunu oluşturan “Herenvolk”, “ırk saflığı” gibi görüşler yerine, bu kadim görüşlerde melezliğin işlendiğini görüyoruz. Ancak, Nuh soyu için, ırk saflığını korumak gibi adetlerin varlığı metinlerde gözükmektedir. Bu, hem Yafeti bir kökenden gelen Ariler için, hem de Sami bir kökenden gelen İbraniler için geçerli olmuştur.

Musevilerin ırkları dışında evlilik yapmaları tabu olduğu gibi, Ariler de benzeri uygulamaları Hindistan’da yürüterek kast sistemini oluşmuşlardır. En üstte Ari soyundan Brahminler vardı. Onların diğer kastlerle evlenmeleri bir tabuydu. Hatta en alt tabakayı oluşturan Sudralar dokunulmazdı. Bu adet de, Nuh soyundan olmayan kavimlerinin varlığını ima etmektedir.

Ezoterik açıdan, bedeni esas alan “ırkcılık” tezleri geçersizdir. Çünkü beden ruhun bir aracıdır. Reenkarnasyon yolu ile ruh farklı ırklara, kültürlere enkarne olmaktadır ve böylece deneyimleri zenginleşmektedir. Ancak, makro düzeyde, kitlesel açıdan ruhsal evrime paralel olarak gelişen ruha daha uyumlu bir araç sağlamak üzere insan bedeninin de bir evrimden geçirmesi söz konusudur. Bu sebeple Nazilerin zorla, kan dökerek empoze etmek istedikleri ırksal evrim, aslında doğal ve birazda planlı ve bilinçli (eugenics) yöntemlerle, ırk ayrımına yer vermeden ileri ki yılarda gerçekleşecektir.

O halde, bazı kadim öğretilere göre, soyumuzda her türlü karışımdan geçen biz insanlar, aslında melez bir ırkız ve hemen hemen her birimiz, her ırktan olanımız, tarih öncesi unutulmuş göçler sayesinde, bu sözde “tanrıların” kanını az veya çok taşımaktayız. Ancak, Nuh peygamberi ile ilgili kayıtlar bu tür bir aşılamayı desteklemekle birlikte, aynı zamanlarda farklı türden bir mutasyonu da kutsal kitaplarda ele alındığını görüyoruz.

“O günlerde Nuh gördü ki, dünyanın ekseni eğildi ve felaket yaklaşıyordu. O zaman ayaklarını kaldırarak dünyanın ucunda büyük babasının babası, Enok’un (İdris) bulunduğu yere götürdü. Ve Nuh acılı bir sesle üç kez haykırdı: Dinle, dinle, dinle, söyle dünyada neler oluyor? Yeryüzü zorlanıyor ve şiddetli bir şekilde sarsılıyor.”

Enok’un Kitabı (64/ 1-3)

Kaynak: Kemal Menemencioğlu – Hermetics

Hakkında Çiğdem Sarıgül

1969 yılında Almanya' da doğdum. 1996 senesinden beri Antalya' da özel bir hava yolu şirketinde çalışıyorum. Kendimi bildim bileli bu evrendeki gerçek rolümüzü, gerçekten nereden geldiğimizi, nereye gideceğimizi araştırmaya çalışıyorum. : )
x

Check Also

Maha

10.000 Yıllık Nükleer Savaş (Destanı) : Mahabharata

“Bu günümüz, dünün düşünceleridir; şimdiki düşüncelerimiz yarınımızı inşa edecektir; yaşamımızı düşüncelerimiz yaratır.” Dhammapada “Mahabharata ...