AstronomiÖne Çıkanlar

İlk Medeniyetlerde Astronomi

 

İlk medeniyetler daha çok ılıman bölgelerde su kenarlarında kurulmuştu. O zaman yerleşim merkezlerinin ışıklandırması bugünkü gibi fazla olmadığı için gece gökyüzü daha ihtişamlı ve daha güzel görünmüş olmalı. Zamanlarının büyük kısmını geceleri açık havada geçiren insanlar gökyüzündeki değişik gök cisimlerinin farkına varmışlar, kiminin fazla göz kırparken kiminin göz kırpmadığını ve bu göz kırpmayanların öbürlerinden farklı hareket ettiklerini görmüşler ve onlara gezegen demişler.

Zaman zaman dikkatlerini yıldız yağmurları, kuyruklu yıldızlar, nova patlamaları ve kutup ışıması gibi olaylar ve cisimler çekmiş olmalı. Ayın ve Güneş’in gökyüzünde görünür hareketlen, zaman zaman tutulmalar göstermeleri, Ayın evreler oluşturması ve olayların hep dönemli görünmesi dikkatlerini çekmiş olmalı. Bir süre sonra gözledikleri gökyüzünden yararlanmayı düşünmüş olmalılar. Yıldızların konumlarını yön bulmada, Ay ve Güneş’in konumlarını ise zamanı belirlemede kullanmışlardır.

İşlerini plânlayabilmek için Ay ve Güneş’in görünür hareketlerine dayalı takvimler oluşturmuşlardır, ilk medeniyetlerde astronominin gelişimini insanların merakları yanında yön bulma ve zamanı ölçme gibi iki temel gereksinmelerine borçluyuz. O zamanlar gökyüzünün düzeni gözlenmesinde bir başka neden de yıldızların tanrılarla ilgili olduğu ve yıldız hareketlerimi tanrı isteklerine birer belirteç olduğu inancıdır.

Bu inanç astrolojinin doğmasına neden olmuştur. Bugünkü anlamıyla astroloji Güneş, Ay, gezegenler ve on iki burcun konumlarına bakarak insanların karakterleri, davranışları, geçmişten ve gelecekleri hakkında bilgi verme sanatıdır. Hiçbir bilimsel dayanağı olmadığı için astroloji bilim değildir ve bu nedenle de hiçbir gerçeklik payı yoktur. Kitabın sonunda verilen bu konudaki okuma parçasını okuyunuz.

Babil’iler:

Bugün Fırat ile Dicle nehirleri arasında Irak’ın bulunduğu topraklarda ilk medeniyetlerden birini kuran Babil’iler tarımla uğraşma yanında uzak doğu ile Avrupa ve Mısır arasında ticaret yapıyorlar ve bu yolla ticaret yaptıkları toplumlar arasında kültür alış verişini gerçekleştiriyorlardı.

1Kayıtlara göre M.Ö. 2000 yıllarında çok sayıda yıldızın konum gözlemlerini yapmışlar ve bunları kaydetmişlerdir (Resim 1). Sistemli gözlemler için gökyüzünü bölgelere ayırmışlar, her bölgeye yıldızların oluşturdukları hayvan veya eşya isimlerini vermişlerdir. Bu gün kullandığımız takımyıldızların yarısından fazlasını onlar oluşturmuştur. Kitabın sonundaki takımyıldızlar listesine ve gök haritasındaki yerlerine bakınız.

Babil’iler Merkür ve Venüs gezegenlerini çok gözlemişler. Güneşlen olan uzanım açılarının küçük olmasından giderek onların Güneş etrafında hareket ettikleri yargısına varmışlardır Dahası Babil’iler kayıtlarında Venüs gezegenini çift hilâl sembolüyle göstermişlerdir Buna göre Babil’iler büyük olasılıkla Venüs’ün evreler gösterdiğini biliyorlardı. Venüs’ün evreleri bugün aletsiz gözlenememektedir.

Venüs’ün evreler gösterdiği kayıtlara göre ilk kez Galileo tarafından M.S. 1610 yılında teleskopla gözlenmiştir. Bir olasılıkta Babil’iler, Venüs’ün evreler gösterdiğini mercek benzeri âletlerle Galileo den 3000 yıl kadar önce gözlemişler, bunun Güneş ışığının yansımasıyla ilgili olduğunu ve Venüs’ün Güneş etrafında yörünge hareketi yaptığını anlamışlardı.

Babil’ilere ilişkin gözlem kayıtlarının çoğu astrolojik amaçlıdır. Çok sayıda yıldız, Ay, Güneş, Merkür ve Venüs gezegenleri yanında o zaman bilinen Mars, Jüpiter ve Satürn gezegenlerinin hareketleriyle ilgili konum gözlemleri de yapılmıştır. Bu gözlemlerle gezegenlerin gökyüzünde zaman zaman oluşturdukları geri hareketleri ve kavuşum dönemleri bulunmuştur.

M.Ö. 5. ve 6. yüzyıllarda Babil’ lilerde astronomi en üst düzeye ulaşmıştır. Uzun süre sistematik olarak gözledikleri Ay ve Güneş tutulmalarının dönemli olduğunu ve Saros dönemi olarak bilinen bu dönemin 18 yıl 10 gün olduğunu saptamışlardır.

Babil yıldız takvimi :

Resim 2 - Babil Yıldız Takvimi
Resim 2 – Babil Yıldız Takvimi

Babil’ lilerin gözlemsel astronomiye en önemi katkıları ise M.O. 380 yılında tamamlanıp kayda geçirilen Ay’ın konumlarına ilişkin Kidinnu çizelgeleridir. Bu çizelgeler Ay’ın yeni- Ay evresinden sonra ilk görülme zamanının hesabını da mümkün kıldığı için oldukça önemidir. Ayın görünür hareketindeki düzensizlikleri de büyük doğrulukla dikkate alan bu çizelgelerin M.Ö. 380 yılında yapılmış olması Babil’ lilerde astronominin ne kadar ileri olduğunu göstermektedir. (Resim 2)

Babil’ lilerin gözlemlere dayanan ileri düzeydeki astronomik bilgisi eski Yunan astronomisine temel oluşturmuştur. Babil’ liler astrolojinin doğup gelişmesine neden olmakla insanlığı kötü yönde etki etmişlerse de modern astronomiye yaptıkları katkılarla bilimin bu alanda temelini oluşturmuşlardır.

Mısırlılar:

Eski Yunanlılardan önce, eski Mısırlılarda astronomi pek fazla ileri değildi. Kayıtlara göre eski Mısırlılar, Ay ve Güneş tutulmalarını bile düzenli gözleyip kaydetmemişlerdi ve öyle sanılıyor ki Ay ve gezegenlerin karmaşık hareketlerinden pek haberleri yoktu. Eski Mısırlı astronomlar da Babil’ li astronomlar gibi dine bağlı kimselerdi. Eski Mısırlı astronomların en önemli ilgileri ve belki de görevleri takvim yapmaktı.

Resim 3 - Kuzey Takımyıldızlarının Tasviri Seti I Tapınağı
Resim 3 – Kuzey Takımyıldızlarının Tasviri Seti I Tapınağı

Takvim yapmadaki amaç ise tarımın düzenli yürümesi isteği, özellikle Nil nehrinin taşma zamanının önceden tahmin edilebilmesiydi. O zamanlar Nil nehrinin taşma zamanı gökyüzünün en parlak yıldızı olan Ak yıldız (Sirius)’ın doğu yönünde görünme zamanına rastlıyordu. Bu nedenle Mısırlılar takvimlerini bir dönem için Ak yıldızın görünür hareketine göre düzenlemişlerdir. (Resim 3 ve 4)

Senmut Tapınağından Bir Tasvir M.Ö. 1470
Resim 4 – Senmut Tapınağından Bir Tasvir M.Ö. 1470

Mısırlıların geometri ve mühendislikte ne kadar ileri olduklarını yaptıkları dev yapılı piramitlerden anlıyoruz. Mısır piramitlerinde belli doğrultuların yılın belli zamanlarında gökyüzünde önemli yönleri belirlemiş olması, piramitlerin yapımında bazı astronomik amaçların da bulunduğunu göstermektedir. Eski Mısırlılar, astronomik görüş olarak suyun her şeyin kaynağı olduğuna, tanrıça Nu’nun eğilerek gök küreyi oluşturduğuna ve Samanyolu’nun ruhlar dünyasındaki Nil nehri olduğuna inanıyorlardı.

Çinliler:

Çin’de M.Ö.2300 tarihlerinde yapılmış Ay, Güneş tutulmaları ve kuyruklu yıldız gözlemlerinin kayıtlarına rastlanmaktadır. M.Ö. 8. yüzyıldan sonra yapılan astronomik gözlemlerin bilimsel değeri oldukça fazladır, Öyle anlaşılmaktadır ki eski Çinliler, tutulma, kuyruklu yıldız, meteor ve Güneş lekeleri gibi özel astronomik olayların gözlemlerinde oldukça beceri kazanmışlardı.

Özellikle güneş lekeleri gözlemlerini nasıl yaptıkları hâlâ anlaşılmış değildir. Çünkü normal olarak güneş lekeleri bugün aletsiz gözlenememektedir. Çinliler, M.Ö. 8. yüzyıldan itibaren Güneş lekelerini düzenli olarak gözlemişler ve bu gözlemleri kaydetmişlerdir.

5Eski bir Çin parasında yıldız takımları, samanyolu ve diğer bazı gök cisimleri betimlenmiş. Para 79 mm çapında ve 3,5 mm kalınlıktadır (Resim 5). Paranın arka yüzünde bir yıldız ve bir hilal betimlenmiş (Resim 6).

Bazı bilim adamları, Güneş leke çevriminin maksimum dönemlerinde Güneş doğarken veya batarken (fazla parlak değilken) özel eğitim sonunda Güneş lekelerinin aletsiz gözlenebileceğini iddia etmektedir. (2000- 2001 yıllarında Güneş, leke çevriminin maksimum döneminde bulunacaktır. Bu yıllarda Güneş lekelerinin aletsiz görülüp görülemeyeceğini, Güneş doğarken veya batarken deneyebilirsiniz.)

Yaptıkları gözlemler oldukça duyarlı olan eski Çinliler M.Ö.100 yıllarında Ay’ın evrelerini ve bazı Ay ve Güneş tutulmalarını tahmin edebiliyorlardı. Eski Çinliler de astronomik olayları astrolojik anlamda yorumluyorlar. Yerde meydana gelen olaylarla gök olayları arasında kuvvetli ilişkiler olduğuna inanıyorlardı.

Mayalar:

6Orta Amerika’da medeniyet kuran Mayaların çok eski zamanlardan beri astronomik olayları gözledikleri sanılmaktadır. Örneğin, M.Ö. 3379 da oluşan bir tam Ay tutulmasının Mayalar tarafından yapılan gözlem kaydı bulunmaktadır. Birçok Maya yapıtlarında rastlanan astronomik olaylara ilişkin kayıtlar onların gelişmiş bir takvim kullandıklarını göstermektedir.

Yalnız, bu kayıtların gösterdiği tarihlerle arkeolojik kayıtlardan çıkartılan tarihler uyuşmamaktadır. Henüz çözülemeyen bu çelişkide astronomik kayıtlar Maya medeniyeti için daha geri tarihler vermektedir.

Chichén Itzá daki gözlemevi (Resim 7). Günümüzde kısmen yıkılmış olan pencereler gün doğumunu, günbatımını, Venüs ve Ay’ın hareketlerini izlemek amaçlı stratejik bir yerleşime sahiptir.

 

Eski Yunanlılar:

Babil’liler tarafından yapılan duyarlı ve uzun zaman aralıklarını kapsayan astronomik gözlemler eski Yunan astronomisinin temelini oluşturmuştur. Eski Yunanlılar, astronomik olaylardan çok onların nedenleri üzerinde durmuşlar ve ilk evren modellerini oluşturmuşlardır. Bu modellerde yıldızların tanrılara ilişkin mükemmel cisimler olduğu ve mükemmel hareketler yaptıkları kabul edilmişti.

Eski Yunanlıların bu mükemmel hareket dedikleri düzgün dairesel hareket var sayımıdır. Kepler zamanına kadar astronomik düşüncenin vaz geçilmeyen bir var sayımı olarak kalmıştır.

7Eski Yunanlıların bildiğimiz ilk doğa filozofu Tales’e (M.Ö. 640- 546) göre (Resim 8) Yer, suda yüzen yassı bir diskti Tales gezegenlerin ve yıldızların hareketleri hakkında hiç yorum yapmamıştı. Tales’in çağdaşı Anaksimander (M.Ö. 611- 547) ise Yer’in uzayda yüzen bir silindir olduğunu ileri sürmüştür. M.O. 6. yüzyılda birbirinden bağımsız iki okul oluşmuş. Bunlardan Xenophanes (Senofanes) (M.Ö. 570- 500) okuluna göre Yer, düz ve sonsuz boyuttaydı, ikinci Pitagor (Pisagor) (M.Ö 580- 500) okulu daha çok gözlemlere dayanıyordu.

Pitagor, Yer üzerinde yaptığı uzun yolculuklar sonunda onun küre biçimli olduğuna inanmıştı. Yer’in yuvarlak olduğuna inandıkları halde bu okuldan hiç kimse onun döndüğünü savunmamıştı. Bu okula göre 10 sayısı 1 + 2 + 3 + 4 = 10 olduğu için mükemmeldi. O zaman 9 farklı gök cismi (Yer, Ay, Güneş, beş gezegen ve sabit yıldızlar) gözleniyordu.

Mükemmellik ve simetri nedeniyle bu sayı 10 olmalıydı. 10. cisim olarak Yer’in bir eşi olduğunu ileri sürdüler. Yine bu okula göre 10 farklı gök cismi Yer’in eşi tarafından örtüldüğü için hiç görünmeyen bir ateş merkezi etrafında yörünge hareketi yapmaktaydı. Bu görüşe göre Yer, ilk kez yörünge hareketi yapan bir gezegen olarak dikkate alınmıştı.

M.Ö. 467 yılında Yunanistan’a düşen demirli gök taşının Güneşten geldiğini düşünen Anaxagoras (Anaksagoras) (M.O. 500- 428) Güneş’in yakın ve Yunanistan’ın bir parçası kadar küçük olduğunu, maddesinin de erimiş demir olduğunu düşündü; Anaxagoros’a göre Yer, düzdü; Ay’ın büyüklüğü Güneş’inki kadardı ve Ay, Güneş ışığını yansıtıyordu. Anaxagoras bu görüşleriyle cezalandırılmak istenmiş, Perikles tarafından ölümden kurtarılarak sürgüne gönderilmiştir.

Daha sonraki dönemin önemli bir okulu Plato (Eflatun)’nun (M.Ö. 427- 347) adını taşır. Plato kendisi Pitagor okulundan etkilenmiş ve o okulun görüşlerini geliştirmiştir. Evrende geometrik bir düzenin varlığına inanmış ve yedi gök cismi için inandığı göreli uzaklıkları (Ay- 1, Güneş- 2, Venüs- 3, Merkür- 4, Mars- 8, Jüpiter- 9, Satürn- 27); 1, 2, 4, 8 ve 1, 3, 9, 27 şeklindeki iki geometrik seriyle göstermiştir.

Plato, Pitagor okulunun inandığı gök cisimlerini taşıyan ve görünmeyen müzikli kristal küreler kavramına da inanmış ve onu geliştirmiştir. Anlaşıldığına göre Plato, gök cisimlerinin günlük görünür hareketlerinin Yer’in dönmesinden kaynaklandığına inanmıştır.

Yaygın olan Plato (Eflatun) okulunun görüşü, Yer’in diğer bütün gök cisimlerinden farklı olduğunu ve onun evrenin merkezinde olması gerektiğini öngörüyordu. Yer merkezli evren modelini eski Yunan’da ilk kez Eudoxus (Eudoksus) (M.ö. 408- 355)’un ileri sürdüğünü görüyoruz. Eudoxus’a göre Ay, Güneş ve bilinen 5 gezegen sabit olan Yer etrafında aynı merkezli çemberlerde dolanırlar, ikincil küre (epicycle) kavramını da gezegenler kuramına sokan Eudoxus’tur.

Eudoxus, geliştirdiği modelin gözlemleri tam sağlamadığını görünce, Philolaos (Filolaus)’un var saydığı görünmeyen küreler üzerinde daha küçük ve görünmeyen başka kürelerin var olabileceğini düşündü. Ona göre gezegenler bu ikincil küreler üzerinde bulunuyorlardı. Eudoxus’un evren modelinde görünmeyen toplam küre sayısı 27 dir.

Daha sonradan desteklenip Galluppus, Aristo, Hipparchus (Hiparkos) ve Ptolemy (Arap dünyasında Batlamyus olarak bilinir) tarafından geliştirilen bu Yer merkezli modelde gezegenlerin karmaşık görünür hareketleri kolayca açıklanabiliyordu fakat gözlemlerin duyarlılığı arttıkça modelden olan sapmaları açıklayabilmek için ikincil küre sayısını arttırmak gerekiyordu.

Aristo, Yer’in çok büyük bir küre olduğunu iki önemli kanıtla göstermiştir. Ay tutulması sırasında Yer’in Ay üzerindeki gölge sınırının geniş bir yay olması ve Yer üzerinde güneye gidildikçe yeni yıldızların görünür olması. Aristo, kutup ışıması, akan yıldız ve kuyruklu yıldızların Yer’in üst atmosferindeki olaylar olduğunu ileri sürmüştür.

Aristo döneminde yaşayan Heraklit (M.Ö. 388-315) küresel Yerin bir eksen etrafında döndüğünü, evrenin sonsuz olduğunu Merkür ve Venüs’ün Güneş etrafında döndüğünü ileri sürmesine karşın Aristo’nun inandırıcı kanıtlarla süslediği filozofik görüşleri tutunmuş, yaygınlaşmış ve etkilerini Avrupa’ da rönesans dönemine kadar sürdürmüştür. Aristo zamanlarında bilinen 5 gezegen (Merkür, Venüs, Mars, Jüpiter ve Satürn), Ay ve Güneş sihirli 7 sayısını oluşturuyordu.

Yer, o zaman gezegen sayılmıyor ve ona her bakımdan büyük bir ayrıcalık tanınıyordu.  Yer’in etrafında 7 gök cismine ilişkin 7 görünmeyen kristal küre evreni 7 katmana ayırıyordu. Tek tanrılı dinlerin kutsal kitaplarında sık sık sözü edilen “7 kat gök” kavramı buradan gelmektedir. Haftanın 7 gün olması da aynı kaynaklıdır. Hatta müzik notalarının kaynağı da 7 katlı evren modeliyle ilgilidir.

O zamanki inanışa göre 7 gök cismini taşıyan 7 büyük görünmez küre kristalden yapılmış olmalıydı ve dönerlerken çıkardıkları ses günahlarından arınmış kişilerce duyulabilmekteydi. Eski Yunan’da bu tür kişilerin duydukları sesleri taklit etmeleriyle yedi kristal kürenin çıkardığı ses olarak yedi temel müzik notası ve ikincil kürelerin sesleriyle de bemoller, diyezler ortaya çıkmış oldu.

Aristo’dan yüzyıl kadar sonra Samos’lu Aristarchus (M.O. 312- 230), ilk kez Güneş merkezli bir evren modeli ileri sürmüştü. Aristarchus Güneş’i, büyüklüğü nedeniyle, evrenin merkezine koyup Güneş merkezli modeli savunmuş olabilir.

8Hipparchus (M.Ö. 190- 125) (Resim 9) zamanında gezegen parlaklıklarının yıl boyunca değiştiği biliniyordu. Hipparchus buradan gezegen- Yer uzaklığının yıl boyunca değişmesi gerektiğini düşünerek Yer merkezli modelde Yer’in görünmeyen kürelerin tam merkezinde olmaması gerektiğini savunmuştur.

Hipparchus, hazırladığı yıldız kataloğundaki yıldız konumlarıyla aynı yıldızların daha önceden kaydedilen konumlarını karşılaştırarak konumlarda sürekli fakat çok yavaş olan bir değişimi fark etmiştir. Hipparchus’un astronomiye asıl katkısı, bugün kullanılan yıldız parlaklıklarının ölçüm sistemini geliştirmiş olmasıdır.

9Daha sonra Ptolemy (M.S.100-170) (Resim 10), evren modeli konusunda Hipparchus’u örnek alarak Yer merkezli evren modelini kabul etmiştir. Gezegenlerin kavuşum dönemlerini belirlemiş ve onların Yer’e uzaklıklarını geometrik yollarla hesaplamıştır. Ptolemy’nin astronomiye en önemli katkısı yazdığı 13 ciltlik astronomi kitabıdır.

Ptolemy, Arap dünyasında Almagest olarak adlandırılan bu kitabında zamanının tüm astronomi bilgisini toplamıştır. Hipparchus’un yıldız kataloğunu da kapsayan bu kitap yüzyıllarca temel astronomi kitabı olarak kullanılmıştır. Hipparchus’un yıldız kataloğu, gözle görülebilen yıldızların o zamanki parlaklık ve koordinatlarını vermesi bakımından önemlidir.  Aynı yıldızların bugünkü koordinatları Hipparchus kataloğundaki değerlerle karşılaştırılarak o yıldızların öz hareketleri ve ayrıca, varsa, çok uzun dönemli parlaklık değişimleri bulunabilmektedir.

Milattan sonra birkaç yüzyıl içinde Hristiyan’lığın hızla yayılması ve daha sonra da Roma İmparatorluğu’nun çökmesiyle Avrupa’da bilime verilen önem hemen hemen tamamen ortadan kalkmış, Aristo düşüncesinin kiliseye yerleşmesi ile de Avrupa karanlık bir döneme girmiştir.

www.astronomiveuzaybilimleri.com

Çiğdem Sarıgül

Çocukluğumdan beri bu evrendeki gerçek rolümüzü, gerçekten nereden geldiğimizi, nereye gideceğimizi araştırıyorum. : )

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu