Kadim Uygarlıklar/Topluluklar

SABİİLER (MANDENLER)

11001916_1546204008986802_1571647392975118882_nSabii adı kimilerine göre ‘Vaftiz edenler’ anlamına gelmekte olup, İbranicedeki veya Mandeen dilindeki ‘Sabaa’ (vaftiz olmak) sözcüğünden türetilmiştir. Araplar tarafından “Sâbiî” (Subbi ya da Subbâ) biçiminde adlandırılan bu topluluk, kendilerine “Mandenler” (bilgili olanlar, arifler anlamında) adını verir. Kendileri için kullandıkları bir diğer ad “Nasuralar”dır (kutsal öğretileri koruyanlar anlamında. Manden adı tüm topluluk üyeleri için kullanılırken, Nasura adı yalnızca din adamları, topluluğun ileri gelenleri ve ataları için kullanılır. Mandenler, ayrı bir dil olan Mandence konuşurlar.

Özellikle Harran Ovasında (Urfa) ve çeşitli dönemlerde Babil’ de ve Ürdün-Filistin topraklarında yaşamış, Musa Peygamber’ in gelişinden çok önce tek Tanrı inancına sahip bir topluluğun dinine verilen ad. Yıldız ve gezegenlere en fazla önem veren Sabiiler, Harran Sabiileri olmuştur.

Şit Peygamber’ e özel bir önem veren Sabiilerin, kendilerine göre, eski Mısır’ a getirilmiş çok eski bir din olup, Âdem zamanından beri mevcuttur. Tarihsel başlangıcı tam olarak bilinmeyen Sabiilik, kimilerine göre ezoterik bir ekoldür. Sabiiler uzun zaman bünyelerinde Esseniler’ deki gibi bir inisiyatik sistemi barındırmış ve ezoterik doktrini çeşitli etkilere rağmen binlerce yıl sürdürebilmişlerdir.

Günümüzde yalnızca Irak’ ta, Dicle ve Fırat kıyılarında yaşayan, sayıları 20 bin civarında olan Sabiiler,n dini ile özgün Sabiilik arasında çok büyük farklar vardır. Kutsal ve ezoterik metinlerini kısmen koruyabilmişlerse de, günümüzdeki Sabiiler inisiyatik özelliklerini yitirmiş durumdadırlar.

Her ne kadar bugün Irak’ ta yaşayan Sabiiler Musa, İsa, ve Muhammed peygamberleri önemsemiyorlarsa da, özgün Sabiilik mensupları, tarih boyunca her yeni tek Tanrılı dine sıcak bakmış olup, çoğu kendi inanışlarındaki gibi tek Tanrılı olan bu yeni dinleri, kendi inisiyatik sistemlerini terk etmeden, ezoterik kısımlarıyla benimsemiştir. Nitekim Kur’an da Sabiiler Museviler ve Hristiyanlar’ la birlikte ‘Kitap ehli’ olarak, yani iman edenlerden sayılmıştır.

İnançlar:

a)Kutsal Metinler:

Pek zengin bir dinsel literatüre sahip olan Sabiiler’in kutsal metinleri iki ana grupta toplanır: Yazılı metinler ve çanak ve tabletler üzerindeki giz metinleri. Sabiiler’in kutsal kitapları arasında en önemli yeri üç ayrı kitap tutar: “Ginza”, “Draşia-d Yahya” ve “Qolasta”.

“Ginza” (Hazine), yaklaşık 600 sayfadır ve “Adem’in Kitabı” diye de adlandırılır. Çeşitli dualar, teoloji, mitoloji, ölüm ve ölüm sonrası gibi konuları içerir.

“Draşia-d Yahya” (Yahya’nın Öğretileri), büyük ölçüde Yahya’nın yaşamını ve öğretilerini konu alan bir kitaptır.

“Qolasta” (Övgü) ise vaftiz, ritüelik yemekler, ibadetlerle ilgili dualar ve çeşitli uygulamaları içeren bir kitaptır.

Yazılı metinler arasında yalnızca din adamlarınca kullanılmasına izin verilen ezoterik metinler de vardır. “Alf Trisar Şuialia” (Bin on iki Soru), “Alma Rişaia Rabba” (Büyük İlk Evren) ve “Alma Rişaia Zuta” (Küçük İlk Evren) bu kitaplara örnek olarak verilebilir. Bunlar genellikle teoloji ve mitoloji anlayışlarını dile getirmektedir. Ayrıca çeşitli konularla ayrı ayrı ilgilenen divan, şerh ve tefsirler de mevcuttur.

Astroloji ile ilgili yazılı metinler, daha çok kehanet, cin kovma, ebced hesabına benzer yöntemlerle kişisel olayların yorumlanması konusunda bilgiler içermektedirler. Bunların en önemlisi “Sfar Malvaşia”dır (Burçlar Kitabı).

Yazılı olmayan giz metinleri ise çeşitli durumlarda hastalık, büyü, afet ve benzer kötülüklere karşı çanak, çömlek üzerine ya da metal ve papirüs sayfalara yazılan kısa muskalardır.

Sabiiler, kutsal metinlerinin yaratılışta Tanrı tarafından Âdem’e verildiğine inanırlar. Sabiiler’in dinsel literatürü üzerine yapılan incelemeler, bu metinlerin genellikle İ.S. II – III. yüz yıllarda derlendiğini ortaya koymuştur.

Sabiiler’in kutsal metinleri Aramice’nin doğu lehçelerinden biri olarak değerlendirilen Mandence ile yazılmıştır. Gündelik yaşamlarında Arapça konuşan Sabiiler, bu dili anlamadan sadece ibadet dili olarak kullanırlar. Mandence’yi okuyup yazabilme ayrıcalığı yalnızca din adamlarına aittir.

b)Tanrı Anlayışı:

Sabiiler’in dinsel anlayışları tümüyle gnostik düalizm temeline dayanmaktadır. Bu ikili anlayışta, bir yanda “Işık Evreni”, diğer yanda ise “Karanlık Evreni” bulunmaktadır. Işık Evreni’nin yöneticisi, “Yüce Yaşam”, “Kudretli Ruh” ya da “Yüceliğin Efendisi” gibi niteliklerle de adlandırılan “Malka-d Nhura”dır (Işık Kralı). Malka-d Nhura’nın, en üstün niteliklere sahip olduğuna ve tüm eksikliklerden uzak bulunduğuna inanılır.

Malka-d Nhura’nın çevresinde sayısız “Işık Varlıkları” vardır. Bu varlıklar “Uthria” (Zenginler) ya da “Malkia” (Krallar) diye adlandırılırlar. Bunlar da her türlü kötülükten uzak varlıklardır. Işık Evreni her türlü yokluk, kötülük, eksiklik, yanlışlık ve ölümlülükten arınmıştır. Düzen ve verimliliği simgeleyen “Hiia” (Yaşam) ilkesinden türeyen Işık Evreni’nin Kuzey’de olduğuna inanılır.

Düalizmin diğer yönünü oluşturan Karanlık Evreni de benzer bir yapılanmaya sahiptir. Bu evrenin başında, bir adı da “Büyük Canavar” olan “Malka d Hşuka” (Karanlık Kralı) bulunur. O, sayısız kötü varlığın yaratıcısı ve kötülüklerin yayıcısıdır; kötü niteliklerin tümüne sahiptir.

Aslan başlı, ejder gövdeli, kartal kanatlı ve kaplumbağa sırtlı olarak düşünülen Malka-d Hşuka, soluğu ile demiri eritir ve bakışıyla dağları sarsar. Yine de, Malka-d Nhura’nın karşıtı olduğu için aptal ve sersem olduğuna inanılır. Karanlık Evreni yokluk, eksiklik ve düzensizliği simgeleyen “Kara Su” (Kaos) ilkesi tarafından yaratılmıştır ve bu evrenin güneyde bulunduğu varsayılır.

Malka-d Hşuka’nın yanında sayısız kötü varlık, devler, canavarlar, şeytanlar ve kötü ruhlar bulunur. Bunlara ek olarak, Karanlık Evreni’ne düşmüş ya da kaderin bir sonucu olarak buraya atılmış bazı Işık Varlıkları da vardır. Bunların önderi olan “Ruha”, özellikle evrenin ve insanın yaratılışında kötülükleri harekete geçiren dişi figür olarak Malka-d Hşuka’yı kışkırtan ve bu nedenle Karanlık Evrenine mahkûm olan bir Işık Varlığıdır. Ayrıca Işık Evreni ile Karanlık Evreni arasında aracılık görevi gören “Yuşamin”, “Abatur” ve “Ptahil” gibi varlıklar da mevcuttur.

Hem Malka-d Nhura, hem de Malka-d Hşuka ezeli ve ebedi varlıklardır. Dünyanın sonu gelince tüm kötü varlıklar yok olacaklar, ancak kaos ilkesi ile Malka-d Hşuka kendi evrenlerinde tutsak olarak varlıklarını sonsuza kadar sürdüreceklerdir.

c) Yaratılış Anlayışı:

11017549_1546204052320131_1184868975751527185_nSabiiler ‘e göre, evrenin ve insanın yaratılışı iyilik ile kötülüğün arasındaki kaçınılmaz savaşın bir sonucudur. Evren yaratılmadan önce, Işık Evreni ile Karanlık Evreni birbirinden tümüyle ayrı durumdadırlar. Yapısı gereği Karanlık Evreni düzensizliği simgeleyen Kara Su’dan oluşmuştur; yaşam ve verimlilik öğelerini içermediği için orada hiç bir varlık yoktur.

Bu yüzden Malka-d Hşuka, kimi Işık Varlıklarını tutsak etmeyi planlamaktadır. Bu durumdan haberdar olan Malka-d Nhura kendi elçisi olan “Manda d Hiia”yı (Yaşam Elçisi) özel görevle gizlice Karanlık Evren’e gönderir. Kutsal silahları sayesinde Manda d Hiia, Karanlık Kralı’nın yakalar ve zincire vurur. Ancak bu sırada Işık Evreni’nde yaşayan Yuşamin ve Abatur gibi kimi Işık Varlıkları meraktan iki evrenin arasındaki perdeyi aralarlar ve Kara Su’ya bakarlar. İşte onların bu merakı, Işık Evreni’nden düşmelerine neden olur. Işık Evreni’ne geri dönmek isterler, ancak ilahi kader gereği bu artık olanaklı olmayacaktır.

“İkinci Yaşam” ve “Üçüncü Yaşam” olarak da adlandırılan Yuşamin ve Abatur’un düşüşleri evrenin ve insanın yaratılması açısından son derece önemlidir. Bunlar Işık ve Karanlık Evrenleri arasında sınırda kalırlar ve kendilerine ait yeni bir evren kurmaya çalışırlarsa da başarılı olamazlar. Abatur, Kara Su’ya bakar ve kendi yansımasını görür. Bu yansımadan “Dördüncü Yaşam” olarak adlandırılan Ptahil oluşur.

1782034_1546204842320052_7820362478133138360_nKara Su’yun içinde kendini kurtarmaya çabalayan Ptahil’i daha önceden Karanlık Evren’e atılmış olan Ruha görür. Ruha gider ve Malka-d Hşuka’nın zincirlerini çözer. İkisi birlikte Ptahil’e dost görünerek, Ptahil’i maddi dünyayı yaratması için kışkırtırlar. Amaçları sonradan Ptahil’in yaratacağı bu maddi dünyaya egemen olmaktır. Bu arada Ruha ile Malka d Hşuka birleşirler ve bu birleşmeden kötü varlıklar olan yedi gezegen ve oniki burç doğar. Ptahil, Işık Kralı Malka d Nhura’ya kurtulmak için yalvarır. Malka d Nhura, Ptahil’e “Yaşam Işığı”nı verir. Böylece Ptahil dünyayı yaratır. Dünyanın maddi yönleri Kara Su’dan, yaşam ve verimlilik taşıyan yönleri Yaşam Işığı’ndan oluşur. Yaratılış tamamlanınca Malka d Hşuka, Yaşam Işığı’nın kaçmaması için dünyanın çevresine kendi kötü çocukları olan yedi gezegen ile on iki burcu dizer; dünyayı Ptahil’in elinden alır ve cinler, şeytanlar gibi kötü varlıklarla doldurur.

Görüldüğü gibi Mandenler’in inancında dünyanın yaratıcısı Malka d Nhura değil, düşmüş bir Işık Varlığı olan Ptahil’dir ve gnostik yaklaşımda sık görülen “Demiurgos” rolünü üstlenmektedir.

Yarattığı dünyanın kötü güçlerin eline geçtiğini gören Ptahil, en azından dünyada kendisini simgeleyecek bir varlık bulunmasını arzular ve insanı yaratmayı planlar. Ancak kötü güçler yine işe karışırlar ve onu kandırmayı başarırlar; yaratılan sadece bedendir; yaşam öğesinden yoksun olduğu için cansızdır.

Ptahil, bedene can vermek için türlü yolları dener ancak başarısız olur. Bunun üzerine Malka d Nhura’ya kendisine yardım etmesi için yalvarır. Bu yakarışa yanıt olarak Işık Kralı, insanın ruhunu Işık Evreni’nden yeryüzüne indirir ve Manda d Hiia aracılığı ile cansız bedene yerleştirir. Bunun üzerine “Âdem” ayağa kalkar.

Sabiiler’e göre Âdem ilk inanan kişidir. Işık Kralı insanı kötü varlıkların eline bırakmamış, ruhun bedene konuluşu ile birlikte, insanı eğitmesi için Manda-d Hiia’yı görevlendirmiştir. İnsanı korumak üzere “Hibil”, “Şitil” ve “Anuş” adlarında üç muhafız yollamıştır. Böylece yaratılan ilk insan Işık Kralı’na bağlanmıştır. Ayrıca Âdem’in yeryüzünde yalnız kalmaması için “Havva” yaratılmıştır. Âdem ile Havva’nın evliliklerinden üç kız ve üç erkek kardeş doğmuş ve bunlar vasıtasıyla insanlık çoğalmıştır.

d) İnsan ve Kurtuluş Anlayışı:

Sabiiler’e göre insan madde ve ruhtan oluşan iki farklı öğeden meydana gelmiştir. Beden, madde olarak kötülük ve karanlığı, ruh ise iyilik ve aydınlığı simgeler. Beden, varlık olarak kötülüğe aittir. Oysa ruh, tanrısal Işık Evreni’nden gelerek bedene konulmuştur. Bedene yerleştirilen ruh bu durumdan hiç hoşnut değildir ve Işık Evreni’ne yeniden yükselmek istemektedir.

Diğer yandan, yeryüzündeki kötü güçler ellerine düşen bu Işık Varlığı’nı kaçırmamak için çepeçevre kuşatarak, çeşitli dünya nimetleri ile hırs, şehvet, kıskançlık gibi duygularla bu dünyaya bağlamaya çalışmaktadırlar. Ruh, beden içinde bir tutsak yaşamı sürdürmektedir.

Sabii inançlarına göre, kurtuluş yalnızca ruh için geçerli olabilir, zira beden maddi dünyaya aittir. Ruhun kurtuluşu ise, bedenden ve dünyadan ayrılması ile olanaklıdır. Bu kurtuluş uğruna ruhun, doğru inanç ve ibadetlere bağlanması gereklidir. Ancak bu bile yetersiz kalabilir.

Çünkü Sabiiler’e göre tek kurtuluş, “Tanrısal Bilgi”ye sahip olmakla gerçekleşir. Bu bilgi, kazanılan ya da öğrenilen bir bilgi değil, ancak verilen, bahşedilen bir bilgidir. İnsanın kurtuluş için yapması gereken, bu bilgiyi alabileceği uygun ortamı hazırlamaktır. Bu da inanç ve ibadetlerle olabilir. Tanrısal Bilgi’ye sahip olan ruh, maddi dünyadan temizlenerek tanrısal Işık Evreni’ne, yüce Işık Kralı’nın yanına yükselir.

İlk kurtuluş örneği Âdem’in kişiliğinde gerçekleşmiştir. Yaratıldıktan sonra Âdem, kötülükten uzak kalmış, Işık Kralı’na itaat etmiş ve kendi kurtuluşu için yakarmıştır. Böylece Âdem’e Manda d Hiia aracılığı ile Tanrısal Bilgi iletilmiş, Âdem’in ruhu Işık Evreni’ne yükselmiştir.

e) Kıyamet Anlayışı:

10346514_1546205385653331_5385655214427622390_nSabiiler, Âdem’in yaratılışından kıyamete kadar dünyanın 480.000 yıl süreceğini varsayarlar. Bu süre dörde ayrılır. Âdem ile başlayan ilk dönem 216.000 yıl sürmüş ve sonunda insanlık kılıç ve hastalık tarafından yok edilmiştir. Yalnızca bir çift insan hayatta kalmıştır. İkinci dönem 156.000 yıl sürmüş ve insanlık bu kez ateş ile yok olmuş; yine bir çift insan kalmıştır. Bin yıl süren üçüncü dönem sonunda insanlık su ile yok edilmiş; sadece “Nuh” ve ailesi yaşamayı sürdürmüştür. İçinde bulunulan son dönem Nuh ile başlamış olup, kıyamete kadar 8.000 yıl sürecektir.

Dördüncü dönemin son 2.000 yılı, Kudüs’ün kurulması ile başlayan, kötülük ve savaşların giderek arttığı “Ahir Zaman”dır. Bu dönemde Sabiiler’e yönelik şiddet ve baskılar yoğunlaşır; kıtlık, kuraklık, salgınlar ve doğal afetler artar. Kıyamete dair çeşitli işaretler görülür. Bu işaretlerin başlıcaları bir yıldızın okyanusa düşmesi, yedi denizin sularının kızarması; bu sulardan içenlerin kısır olması ve son olarak da büyük bir fırtınanın çıkmasıdır.

Bu işaretlerden sonra “Praşai Siva” (Son Savaşçı) çıkacaktır. Bir anlamda “Mehdi” olan Praşai Siva döneminde tüm kötülükler son bulacak, savaşlar ve tüm doğal afetler kaybolacaktır. Bu dönem bir “Altın Çağ” olacaktır. Mehdi’nin egemenliği kıyamete kadar sürecektir.

Kıyamet günü, önce havanın zehirlenmesi ile tüm canlılar ölecek, sonra gezegenler ve burçlar yok olacaktır. Kıyametten sonra tüm ruhlar için genel hesap yapılacaktır. Ölen insanların ruhları yedi gezegenden geçerek Abatur’un terazisine ve oradan da Işık Evreni’ne yükselir.

Ölen kişi eğer iyi ve inançlı bir kişiyse ruhu, gezegenleri hızla geçer ve Işık Evreni’ndeki “Mşunai Kuşta” adlı cennete ulaşır. Ölen kişi günahkârsa, onun ruhu gezegenlerde kalır ve işkencelere uğrar. Kıyamet günü, gezegenlerde tutulan ruhlar da Abatur’un terazisinden geçerek, günahlarının son cezasını çekmek üzere bir tür cehennem olan “Suf” Denizine atılacaklardır. Günahlarının cezasını tamamlayan ruhlar Işık Evreni’ne yükselecektir. Sabii olmayanlar ise sonsuza kadar Suf Denizinde kalacaklardır.

f) İbadet:

10924783_1546205532319983_3085466198776783677_nSabiiler’in yaşantısı dinsel kurallarla sıkı bir disiplin altına alınmıştır. Ruhun kurtuluşu için ibadet şarttır. Sabii ibadetleri arasında en önemlisi vaftizdir. “Masbuta”, “Tamaşa” ve “Rişama” biçimlerinde üç çeşit vaftiz vardır. Tam vaftiz olan “Masbuta” bir din adamı gözetiminde akarsuya tümüyle dalıp çıkma biçiminde uygulanır ve haftada bir kez pazar günleri yapılması zorunludur.

“Tamaşa” ise bir din adamı yardımı olmadan kişinin kendi başına akarsuya üç kez dalıp çıkması işlemidir ve ancak kavga, küfür etmek, yalan söylemek gibi dinsel bakımdan kirli sayılan eylemler sonrasında uygulanır. “Rişama” ise İslam’daki abdeste benzer biçimde uygulanan bir vaftiz türüdür.

Vaftizin kesinlikle bir akarsuda yapılması gerekir. Sabiiler, akarsuları Işık Evreni ile ilişkili görürler ve onları “Yaşam Suyu” diye adlandırırlar. Haftada en az bir kere uygulanan vaftizin dışında dinsel bayramlarda, evlilik, doğum, ölüm, yolculuk gibi durumlarda da vaftiz uygulamaktadırlar.

İbadetler arasında çeşitli nedenlerle düzenlenen törenler ve yemekler de önemli bir yer tutar. Ölüm sonrasında yapılan “Masiqta” adlı tören, ölen kişinin ruhunun Işık Evreni’ne hızla ulaşması için uygulanır. Bu törende din adamları tarafından hazırlanan özel yemekler, belirli ritüeller vasıtasıyla yenilir. Ölüm dışında, rahipliğe giriş töreni (inisiyasyon) ve tapınağın temizlenmesi gibi nedenlerle de ritüelik yemekler düzenlenir. Bu tür ayin yemeklerinden önce din adamları tarafından güvercin ve koç kurban edilmesi de sık görülen uygulamalardandır.

Üç kez gündüz ve iki kez gece olmak üzere günün belirli saatlerinde Işık Kralına dua ederler. Bu dualar yüzler kuzeye dönülerek gerçekleştirilir. Yılın belirli günlerini uğursuz kabul ederler ve böyle günlerde iş yapmamaya, dışarı çıkmamaya özen gösterirler. Yılın belirli günlerinde de bayram yaparlar. En önemli bayramları, bir tür bahar bayramı olan, beş gün boyunca kutlanan “Panja” ya da “Parvania” bayramıdır.

Diğer gnostik geleneklerin aksine, Sabiiler’de dünyadan elini eteğini çekerek bir inziva yaşamı sürmek biçiminde uygulamalara yer yoktur. Her ne kadar dünyanın kötü güçler tarafından yaratıldığına inansalar da evlilik, çocuk sahibi olma ya da iş kurma gibi olaylara çok önem verirler.

Sabiiler tapınaklarına “Mandi” adını verirler. Tapınaklar, genellikle bir akarsu yakınında, kuzeye bakan, güney tarafında küçük bir kapısı olan, penceresiz, basık bir kulübeden ibarettir. Bu yapının akarsuya bağlanan küçük bir vaftiz havuzu vardır. Tapınak içinde herhangi bir döşeme ya da süsleme bulunmaz, burada ibadet de yapılmaz.

Mandi aslında Işık Evreni’nin küçük bir modeli, bir simgesi olarak düşünülür. Mandilere yalnızca din adamları girebilir. Onlar da sadece belirli zamanlarda girerler. Bu bakımdan Mandinin bir tapınak olduğunu söylemek bile zordur; zira tapınaktan çok bir kült kulübesi niteliğindedir.

Toplumsal Yapı:

11018184_1546205462319990_8191884747578631028_nSabiiler’de birbirinden kesin çizgilerle ayrılmış toplumsal kastlar mevcut değildir. Bununla birlikte topluluk içinde dini törenleri yöneten bir din adamları grubu bulunur. Kuramsal olarak bedence sağlam, soyunda bir sapkınlık ya da dinden dönme olmayan herkes din adamı olabilir. Ancak uygulamada din adamlığı babadan oğula geçen bir meslek gibidir.

Din adamı olacak kişiler uzun bir süre bir başka din adamı gözetiminde adaylık ve öğrencilik dönemi geçirirler. Daha sonra düzenlenen bir inisiyasyon töreni ile din adamı olurlar. Din adamlığı dört dereceden oluşan bir hiyerarşik yapıya sahiptir. Yardımcı din adamlarına “Aşganda” adı verilir. Normal din adamlarına “Tarmida” denir. “Ganzibra” derecesi ise yöresel başrahiplik düzeyidir. En üst dereceye “RişAma” adı verilir ve Manden topluluğunun önderi anlamına gelir.

11015084_1546204745653395_3081602687840541429_nTopluluğun tüm üyeleri kutsal elbise olan “Rasta”yı sürekli giymek zorundadır. Rasta, uzun beyaz bir elbisedir. Rasta’sız ölmek, ölüm sonrasında büyük cezalar getirecektir. Bu nedenle Sabiiler, dış elbiselerinin altına daima Rasta’larını giyerler.

Din adamları, Rasta’ya ek olarak, bazı özel eşyalar da kullanırlar. Bunlar arasında en önemlisi sağ el küçük parmağında taşınan altın bir yüzüktür. Ayrıca zeytin dalından yapılmış bir asa, ağzı ve burnu kapatacak biçimde başa sarılan beyaz bir sarık ve saçları bağlamak için başa sarılan bir kurdele vardır. Yalnızca din adamlarının giyebildikleri bu nesneler, din adamının ölümünde kendisi ile birlikte gömülürler.

Topluluk üyeleri için bir dine kabul töreni yoktur. Sabii bir aileden doğan herkes topluluğun doğal üyesi olarak kabul edilir. Sabii anne ya da babadan doğmamış bir kimsenin topluluğa kabulü olanaksızdır.

Her topluluk üyesinin bir dünyalık adı, bir de gizli adı olmak üzere iki adı vardır. Gizli ad, doğumda din adamları tarafından yapılan astrolojik hesaplar sonucunda verilir. Bu gizli ad yalnızca topluluk üyeleri arasında ve dinsel törenlerde kullanılır.

Her üyenin topluluğun gizlilik ilkesine uyması en önemli görevidir. Sabii dininin herhangi bir kuralı ya da öğretisini, Sabii olmayanlara aktarmak en büyük günah olarak değerlendirilir.

Kaynak: Dharma Ansiklopedi, Şinasi Gündüz kitapları ve çeşitli ansiklopedilerden derlenmiştir.

 

 

Çiğdem Sarıgül

Çocukluğumdan beri bu evrendeki gerçek rolümüzü, gerçekten nereden geldiğimizi, nereye gideceğimizi araştırıyorum. : )

İlgili Makaleler

2 Yorum

  1. mrb. çok açıklayıcı bir metin olmuş emeğinize sağlık…

  2. Merhaba,Uluumay Vakfı Osmanlı Halk Kıyafet ve Takıları Özel Koleksiyon Müzesinin sahibiyim.Orta Asya,Orta Doğu Anadolu Ve Avrupa’nın bir kısmında yaşayan yada yaşamış dinlerin din adamlarının kıyafetlerini sergiliyorum.Sabiilerin din önderi kıyafetine nereden ulaşabilirim?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu