Kutuptaki Buzsuz Bölge
16.yüzyıldan kalma Piri Reis’in ünlü haritasında, kutupların buzlarla kaplı olması gereken bölgelerini niye göstermediği bugüne kadar açıklanamayan bir olgudur.
Amerikan Hava Kuvvetleri tarafından 1960 yılında yürütülen topografik bir çalışma sırasında, Piri Reis haritasının araştırılan kısmının yani Queen-Maud bölgesinin ve Palmer yarımadasının sahil şeridinin tam bir uygunlukla haritaya işlendiği tespit edilmiştir.
Ayrıca Piri Reis haritasının jeolojik verileri, İsveç-İngiliz ortak keşfi gezisi sırasında (1949) yapılan Antarktika’nın yapısı ile ilgili bu kadar hassas belgelere nasıl ulaştığı bugüne kadar ortaya çıkartılamamıştır. (Yarbay Harold Z. Ohlenmeyer, 8. Teknik Keşif Filosundan, SAC, USAF, Westover AFB, MA)
Nazi Almanyası’ nın 1938/39 yılları arasında yaptırdığı “Neuschwabenland” keşif gezisi sırasında da buzsuz bölgeleri rastlandığı rapor edilmişti. Amiral Byrd’le yapılan “High Jump” askeri operasyonunda, nakliye uçakları komutanı Yarbay David Bunger de buzsuz bölgelere rastlandığını rapor etmişti. Queen-Mary bölgesi ve Knox-Land arasındaki bu bölge, o zamandan beri “Bunger’s Qase” diye adlandırılır.
Rus Güney kutbu araştırmacıları, bu buzsuz bölgeye “Polyana” adını vermişlerdi. Bu buzsuz göller bazen 300.000 km büyüklüğünde olabiliyor ve kutbu çevreleyen denizin her yerinde bulunuyordu. Ayrıca bu gölleri besleyen bilinmeyen –muhtemel yer altı kaynak suları- sıcak su kaynakları vardır. Bunlar içinde Weddel denizinde 3 yıl açık kalan Polyana’lar en bilinenidir. (Science New, 1982, 122, s. 183)
Son olarak 1996’da uydu verileri, kutup platosu yakınlarında eski bir Rus ileri karakolu olan Vostok çevresindeki buzun üç kilometre altında gömülü devasa bir gölü ortaya çıkardı. Sismik aletlerle göl ölçüldü ve bu sıcak su gölünde milyonlarca yıllık mikroorganizmaların yaşadığı öne sürüldü.
2 Nisan 1998 tarihli “Milliyet” gazetesinde Nilüfer Kuyaş’ın “Hayatın başlangıcına yolculuk” başlıklı yazısında çok ilginç açıklamalar vardı:
“Bilim adamları Antarktika buzullarının dört kilometre altında esrarengiz bir dünya keşfettiler. Yaşlı buzul kütlelerinin dibinde gizlenmiş Vostok Gölünde milyonlarca yıldır burayı mesken edinmiş mikroskobik canlılar bulundu.’’
Geçtiğimiz hafta sonu, St. Petersburg’da yapılan bilimsel toplantı, aslında iki yıldır bilim camiasının gündeminde olan bir konuyu birdenbire dünya kamuoyunun dikkatini çekti.
Bu projeyi NASA ile Rusya Bilimler Akademisi ortaklaşa yürütüyor. Güney Kutbu’na yaklaşık 1000 km. uzaklıkta Ruslara ait Vostok araştırma merkezinde sürdürülen çalışmalar, tam bir macera filmi gibi.
Ruslar buzu delerek saklı göle çok yakınlaşmışlar, ama birden kazı durdurulmuş. Keşfedilen göldeki doğal ortamı, dışarı gelecek etkilerden koruyarak incelemek gerekiyor.
Kazının bundan sonraki bölümü “sıcak su testeresi” diyebileceğimiz bir yöntemle yapılacak; termal bir sonda, sıcak suyun açtığı yoldan derine indikçe kendi kendini sterilize ederek göle ulaşırken, tekrar ondan buzlar arkasından kapanacak.
Bilim adamlarının bu esrarengiz gölde çeşitli canlılar olduğundan şüpheleri yok; çünkü gölün üzerini örten buz kademelerinde hapsolmuş mikropları ve diğer mikroskobik canlıları uzun süredir inceliyorlar.
“Garip şeyler bulduk, bazıları daha önce hiç görmediğimiz şeyler!” diyor NASA yetkilisi Richard Hoover.
Mantar, sünger, bakteri ve yosun türlerine benzetme yoluyla matrak isimler takmışlar. Miki Fare, Klingon, kirpi yahut hindi artığı adını verdikleri mikroorganizmalar, gelecekte, saklı gölde bulunabilecek diğer canlılar hakkında ipucu sağlıyor. İnceledikleri buz kalıpları en az 400.000 yıllık. Saklı gölün sularındaki yaşamın ise, birkaç milyon yıldır dış dünya ile temas olmadan sürdüğü tahmin ediliyor. Göldeki canlı zaman kapsülünün otuz milyon yıl önceki dünyada bağlantısı olması işten bile değil.
Bilim adamları Antarktika’daki saklı gölde kullanılacak sondaj yöntemlerinin, uzayda da uygulanabileceğini umuyorlar. Çünkü Jüpiter gezegenin uydusu Eropa’dan keşfedilen okyanus da kilometrelerce buzun altında duruyor.
Antartika’daki saklı göl, 25 yıldan fazla bir zaman önce keşfedilmiş; CIA’nın casus uydularından çekilen fotoğraflar sayesinde.”
Yukardaki açıklamalar bana 1982 yılında Amerika’da “Globe Mail” adlı bir dergide yayınlanan ilginç bir açıklamayı çağrıştırdı.
Dergi, “NASA bilim adamları, Güney Kutbu’ndan sıcak su ihtiva eden bir gölü, aynı zamanda büyük bir UFO üssünü keşfettiler!” diye yazmaktaydı. Yüzlerce mil buzlarla kaplı bir alanın ortasında Kaliforniya eyaletinin yüzölçümünden daha büyük bir göl keşfedilmişti.
Kaliforniya Üniversitesi emekli öğretim üyesi fizikçi Lane Childress’e göre, uzay gemilerinin üssü bu gölün dibinde idi. Bilim adamları bu gölü, Nimbus 5 uydusunun çektiği fotoğraf vasıtası ile keşfetmişlerdi. Childerss’in iddiasına göre, göldeki sıcaklığın nedeni uzaylıların gölün dibinde inşa ettikleri devasa şehirlerdi.
Bu ısı bütün yıl boyunca buzların erimesini sağlıyor ve uzaylılar da oradaki üsten faaliyete geçiyorlardı.
Bir NASA çalışanın itirafları:
1977 yılı Aralık ayında NASA’dan Tom Gates’in Arkansas’daki kolej öğrencilerine verdiği bir kursta, öğrencilerden biri ona “Kutup Açıklıklarını” sorunca, Gates büyük bir şaşkınlıkla “Bunu da nerden çıkardın” diye karşılık verdi. Öğrenci, Bernard ve Gardner’in kitaplarını okuduğunu söyledi. NASA çalışanı sözlerine devam ederek şu açıklamayı yaptı;
“Biliyorsunuz, kutuplar üzerinden geçen uydularımız var. Bunlar bulutsuz ve berrak havalarda çok netlikle dünyanın içini görüntüleyebilmektedirler. NASA tarafından çekilen kutuplara ait fotoğraflar bütün dünyaya dağıtılıyor. Ancak kutuplardaki ‘Açıklığı’ gösteren fotoğraflar sansürlenmektedir.’’
Kanada Hava Kuvvetlerinin Kuzey Kutbu’nun sıcak bölgelerindeki gizli görevi:
Kanadalı bir TV prodüktörü 1980’li yılların sonlarına doğru Bernard’ın “İç Dünya” ile ilgili kitabını okumuştu. Bir çalışma günü sonunda işvereni Terry Dowding ile bu konuları konuşurken, Dowding, Kanada Hava Kuvvetlerinin 40’lı yıllarda –kendisinin de katıldığı- gerçekleştirdiği bir görevden söz etti. Dowding’e göre, mürettebat Kuzey Kutbu’nda, yeşillikler ve kuşlar ihtiva eden sıcak bir bölgeye rastlamıştı. Geri dönüşleri esansında görevleriyle ilgili tek bir kelime bile etmemeleri emredilmişti.
Denizaltı askerlerinden biri suskunluğunu bozuyor:
1976 yılında Amerikalı bir yazar, “İç Dünya” üzerinde çekilecek bir film için senaryo yazarken, tesadüften bir denizatlıda askerliğini yapmakta olan genç bir donanma mensubu ile karşılaşır. Aralarındaki konuşma, “İç Dünya” konusuna gelince, genç asker onun bu konuda bilgi sahibi olmasına çok şaşırır.
Asker önce konuşmak istemez, çünkü daha önce bu konuda konuşan diğer askerler tutuklanmışlardı. Kendisi de 6 aylık bir görevden yeni dönmüştü ve ona da bu konuda “mutlak sessizlik” emredilmişti O ancak şu kadarını söyleyebildi: “Kuzey Kutbu’nda araştırma yapan birçok denizaltı vardı.
Görev sonuçlarının askerler arasında konuşulması ve tartışılması kesinlikle yasaklanmıştı. Askerin dikkatini çeken çok önemli bir şey vardı: Resmen aynı yeri araştırmalarına rağmen, her seferinde başka bir bölgenin haritası çıkarılıyordu.”
Kuzey Kutbu’nun altındaki denizaltı araştırmaları:
Amerikan nükleer denizatlısı “Nautilus”, 1958 yılında “Operasyon Sunshine” adıyla anılan Kuzey Kutbu’nda bir keşif gezisine çıktı. Amiral A. Burke’un komutası altında “Nautilus”, 1-6 Ağustos tarihleri arasında kutbun buzullarının altına bir yolculuk yaptı. Deneme yolculuğu sırasında yanlış bir yere gidilmesine rağmen, denemenin başarı ile sonuçlandığı açıklanmıştı.
Yolculuk sırasında mürettebata sıcak iklimlerde kullanılabilecek giysiler verilmiş ve “mutlak sessizlik” emri verilmişti. Mürettebat, diğer denemelerde öngörülmemiş güçlüklerle karşılaşmıştı. Ayrıca onlar kutbun altında yalnız su olmadığını da görmüşlerdi.
Kutbun altından geçiş denemesi esnasında, yollarına engel olan yer dalgası ile karşılaşmışlardı. 25 m. kalınlığında buz ve yer dalgası arasında sadece 10 m. yer kalmıştı. Prensip olarak Amerikan Deniz Kuvvetlerinin bütün denizaltı operasyonları gizli tutulmaktaydı.
Natulius’dan sonra, 1958-1962 yılları arasında “Skate”, “Sargo” ve “Seadragon” adlı Amerikan denizatlıları Kuzey kutbunun buzlu sularında aktif görev aldılar. SSCB de “Leninsky Komsomol” adlı denizaltı ile 1962 yılında Kuzey Kutup denizinin haritasını çıkartmıştı.
Kutuplardaki Açıklıklar:
İç Dünya teorisini savunanlara göre, hem kuzey hem de güney kutbunda iç dünyaya açılan büyük açıklıklar bulunmaktadır. Bu açıklıkların çapı 1200-1300 mil arasında değişmektedir ve iç alanlarındaki boşlukta hava bulunmamaktadır. Birçok uydu fotoğrafında bu açıklıklar rahatça görülebilmektedir.
Uçağın altında görülen 800 mil kalınlığındaki buz kütlesi içeri doğru büküldüğü için, açıklığın kenarlarına yapılacak bir uçak yolculuğu ile bunu tespit etmek mümkün değildir. Optik olarak da hat uçuşlarındaki uçuş yüksekliğinde (yani takribi 1200 feet’te) bunu görmek mümkün olamamaktadır.
Açıklık, ancak ulaşılamayan bölgelerden itibaren başlamaktadır. Kutup açıklıklarının tam yeri hakkında ancak spekülasyon yapılabilir. Bu konuda resmi bir harita veya bilgi olmak imkânsızdır. Ancak “Area of Inaccessibility” (Erişilemez Bölge) ve değişen manyetik kutup, kutup açıklığının nerede olduğu konusunda fikir verebilir.
ABD Hava Kuvvetleri mensuplarının iddiasına göre, uçakla iç dünyaya varmaya çalışan kişinin, kutuptaki açıklığa varmadan, bir dizi ABD Hava Kuvvetleri kontrol noktalarından geçmesi gerekiyor. Ancak bundan sonra “İç Dünya Güçleri” tarafından karşılanıp, eşlik edilebilmektedir. Rus kutup araştırmacılarının anlattıklarına göre, onlara okulda Sibirya Gölü’nün dibinde büyük bir açıklık olduğu öğretilmektedir.
1967 ve 1968 yıllarındaki ESSA uydusundan çekilen 3 fotoğraf ve Ay misyonu sırasında Apollo 16 mürettebatı tarafından (1972) çekilen dördüncü dünya fotoğrafında, kutuplardaki başlığın olduğu iddia edilen yerde “daire biçimli açıklık” olduğu görülüyordu.
Amerikalı UFO araştırmacısı Ray Palmer, 1968 yılında “Flyin Saucers” dergisinde UFO’larla ilgili olmak şöyle diyordu;
“Dünya-dışı varlıklar tezini ispatlamak gittikçe zorlaşmaktadır. UFO’lar tarih öncesi zamanlardan beri gözlemlenmektedir. Dünyamızın dünya-dışı yaşam formlarını ilgilendiren tek gezegen olduğu iddiası inandırıcı değildir. O halde bu uçan dairelerin dünyada üsleri olduğu ve eski bir dünya ırkının bu gemilerin mürettebatını oluşturduğunu kabul etmek, kozmik konsepte daha uygun düşer. Coğrafi açıdan bakıldığında da atmosferimizin Alfa Centauri’den çok daha yakın olduğu ortadadır.”
Palmer’e göre, UFO’larla eski efsanelerdeki “Oyuk Dünya” arasında bir bağlantı vardı. Palmer’in ESSA-7’nin çektiği “Kutuptaki Açıklık” fotoğrafı ile ilgili yorumu ise şöyleydi:
“UFO’lara ait bilgiler “Top-Secret” (Çok gizli) dosyalarda muhafaza ediliyorsa, o halde onların geldiği yer de “Top-Secret” (Çok gizli) olmalıdır. Bu sebepten, kutuptaki açıklık “Çok Gizli” tutulmaktadır. Askeri açıdan bu çok anlamlıdır, çünkü bu yerler meskûn ise, orada bulunan bir ırk bilimsel ve teknolojik açıdan bizden çok ileri seviyede olmalıdır.”
ESSA-7 uydusunun çektiği fotoğraf, İngiliz UFO-araştırmacısı Clancarty kontu Le Poer Trench (1911-1995) içinde kutup açıklıklarına delil olarak sayılmaktaydı.
İç Dünya’ dan Gelen Ufo’ lar:
Şurası da bir gerçektir ki, dünyada UFO’ların en çok görüldüğü yerler kuzey ve güney kutuplarıdır. Özellikle Güney kutbunda, Güney Afrika’da Kape bölgesinde ve Arjantin’de fazlaca UFO faaliyeti gözlemlenmiştir. Ünlü UFO araştırmacısı Brinsley Le Poer Trench, “Flying Saucer Reivew” dergisinin Mayıs/Haziran 1956 sayısında “Antarktika bir anahtar mı?” başlığı altında şunları yazıyordu: “Bugünkü bilgilerimizin ışığında uçan daire fenomenini analiz etmek faydasız ve gereksizdir.
Dünyanın içinin boş olduğu ve kutup bölgesinde açıklıklar olduğu teorisi, belki uçan dairelerin kökenlerini açıklamak konusunda yardımcı olabilir. Birçok ülkede UFO’lar görüldüğü bir gerçektir. Ama kutup bölgesinde görülen UFO yoğunluğu dünyanın bütün bölgelerinden fazladır.” Güney Amerika, Avustralya, Yeni Zelanda ve Güney Afrika’dan çok yoğun UFO görüldüğü haberleri gelmektedir.
Bu sırrın çözümündeki anahtar, Güney kutbunu çevreleyen buz çölünde olabilir mi? Aynı tarihlerde Brezilya’da yayınlanan “O Cruziero” adlı bir dergide, Brezilya donanmasından emekli olan komutan Paulo Strauss “Yeraltındaki Dünya’dan Gelen Uçan daireler” adlı makalesinde (Şubat 1956) şöyle yazıyordu: “Uçan dairelerinin dünya-dışı kökenleri hipotezi kabul edilemez. Diğer bir ihtimal, bu cisimlerin dünyanın içinde yaşayan bir halkın askeri araçları olduğudur ki böyle bir teknolojiye dünyada kimse değildir.
Yeraltındaki dünyada sayısız şehirlere sahip, ekonomik, kültürel ve bilimsel açıdan bizden çok ileri bir uygarlığın var olduğunu düşünürsek, biz insanlar her halde onların yanında vahşi barbarlar olarak kalırız.” Le Poer Trench bir başka makalesinde kendi teorisini destekleyen şu cümlelere yer veriyordu: “1950 Mart ayında Şili’li bir donanma subayı, komutan Agusto Vars Orrego, kutup sularında görevli iken, çok aydınlık bir gecede olağanüstü manevralar yapabilen ve görülmemiş bir hızla uçan birçok uçan daire gözlemlenmişti.
Komutan gördüklerini ispatlamak için birçok fotoğraf da çekmişti. Orrego daha sonra bu fotoğrafları Şili Deniz Kuvvetleri Komutanlığından istemişse de hiçbir cevap alamamıştır.” Le Poer Trench’in makalesinin yazımın üstünden iki yıl geçtikten sonra, kutuplardaki olağanüstü UFO faaliyetlerinin yoğunluğu, uluslararası bir topluluğun da dikkatini çekti.
1958 “Uluslararası Jeofizikçiler Yılı”nda 11 millete mensup bilim adamı, Antarktika’da düzinelerle araştırma istasyonu ve kamplar kurdu. Ünlü yazar Peter Kolosimo “Not of this World” (Bu Dünyadan Olmayanlar) (1970) adlı kitabında, bu istasyonlardaki ilginç gözlemleri şöyle anlatıyordu; “Arjantin istasyonlarından gelen en az bir düzine haberde, göklerde ve buzların üstünde tanımlanamayan uçan cisimler görüldüğü rapor edilmişti.
Birçok Rus ve Amerikalı araştırmacı da yaptıkları uçuşlar esnasında ağır buz blokları ile çevrilmiş devasa yapılar gördüklerini rapor etmişlerdi. Bunlardan Wostok-1, Wostok-2 veya Sowjetskja üslerindeki Rus araştırmacılar “geometrik” yapılar gördüklerini bildirmişlerdi. 1983 yılında Amerikalı bir bilim adamı, Güney Kutbu’nda gerçekten de olağanüstü bir şeyin, yani dev bir kraterin var olduğunu tasdik etmişti..” İndiana Üniversitesi’nden John GÇ Weishaupt’a göre, bu doğal bir oluşum olmayıp, dev bir meteorun dünyaya çarpması sonucunda meydana gelmişti.
Krater’in çapı 250 km, derinliği ise 800 m. idi. Krater, Antarktika’nın kuzeyindeki buz kütlesinin altında bulunuyordu! Kuzey Kutbu’nu çevreleyen Kanada, Alaska, Rusya İskandinavya ve Grönland gibi ülkelerde de yoğun UFO gözlemleri yapılmaktadır. Sovyet pilotları, Baltık bölgesinin kutba yakın bölgeler işinde yani, Murmansk, Harkov ve Gorgi’de kuzey kutbu yönüne giden UFO’lar gördüklerini rapor etmişlerdi. Birçok batılı kaynağın iddiasına göre, 1959 yılında Swerdlowsk’daki Rus Uzay Programı karargâhı, 24 saat içinde disk biçimindeki UFO’lar tarafından birçok defa ziyaret edilmişti.
Kutup bölgesinin 12000 km. kuzeyinde bulunan Spitzbergen beş adadan oluşan bir takımadadır. Spitzbergen’liler kuzey ışıklarını görmek için güneye doğru dönerler. İşte bu ilginç yerde 1952 ilkbaharında ilginç bir olay yaşanmıştı. Birçok Avrupa haber ajansının bildirdiğine göre, Norveçli bir pilot tanımlanamayan bir uçan cismin enkazını görmüştü. Adada oturanlar parlak, daire şeklindeki ışığın Franz-Josef-Land yönünde uçtuğunu ve aniden adanın meskûn olmayan bir yerine çakıldığını görmüşlerdi.
Pilotun ifadesine göre, yardım timi derhal kaza yerine uçmuş ve kazadan arta kalanları Oslo’ya götürmüştü. 4 Eylül 1955’de yukarıda anlatılan kazayı gören Albay Gernod Darbyl –ki o tarihlerde Norveç Genel Kurmayında görevliydi- Stutgarter Tagebatt gazetesine yaptığı bir açıklamada şunları söylemişti: “Spitzbergen’e düşen cisim, bilinen uçaklardan değildi. O, uçan daire diye bilinen nesnelerden biriydi.
Cisim, çarpmanın şiddeti ile çok hasar görmüştü. İngiltere ve ABD’den uzmanlar davet edilerek, cisim incelemeye alındı. O zamandan beri araştırmalar sonuçlanmadı. Günümüz bilimin bu uçan cisim ile ilgili bütün sırları çözebileceğini sanmıyorum ama bu makinadan arka kalanların bizim için büyük anlamı vardı. Araştırmalar süresince, uçan dairenin Sovyet yapımı olup olmadığı tartışıldı.
Fakat şunu da belirtmeliyim ki bu cisim hiçbir dünya ülkesi tarafından yapılmış olamaz. Cismin yapımında kullanılan malzemenin, bütün araştırmalara rağmen, ne olduğu tespit edilemedi. Kullanılan metal dünyada bilinmeyen bir türdendi.”
Turgut GÜRSAN, Agarta ve Yeraltındaki Gizli Uygarlıklar, s. 43 – 59
Resim Düzenleme: Çiğdem Sarıgül