Gizemli Arkeolojik Tarih

SÜMER SİLİNDİR MÜHÜRLERİ

Bugün artık büyük ölçüde unutulmuş olan silindir mühürler, bir zamanlar görkemli bir küçük sanat etkinliğine sahne olmuştu. Mağara resimlerinden sonra, insanın kendini ifade biçiminin çok özgün bir evresini oluşturan silindir mühürler, inanılmaz bir biçim ve içerik zenginliği gösteriyorlar.

Toplumun inançları ve adetleri, insan-tanrı, insan-insan, insan-doğa ilişkileri sayısız kompozisyonlar içinde bu küçük, yuvarlak taşlara kazınıyor ve sonra kile basılıyor. Hukuki belge hazırlanmasında ya da kapalı bir çömleğin mühürlenmesinde kullanıldıkları gibi, nazarlık olarak da takılıyorlar, ama her şeyden önce üretenin ve sahibinin övündükleri sanat objeleri bunlar.

Sümerlerden önce de ender örnekleri bulunmuş olmakla birlikte Sümerlerin elinde büyük bir olgunluğa ulaşan silindir mühürler, izleyen devirlerde Mezopotamya çevresine yayılıp, başka kavimlerce de benimseniyor ve 3000 yıla yaklaşan çok uzun bir süre üretildikten sonra, MÖ 500′lere gelindiğinde ortadan kalkıyorlar. Bugün dünya müzelerinde 20 000 civarında silindir mühür bulunduğu tahmin ediliyor.

Mühür olarak görece yumuşak taş ve mineraller (kireç taşı, siyah taş, lacivert taşı (Lapis Lazuli), hematit, steatit gibi) kullanılıyordu. Silindirlerin boyutları değişken olmakla birlikte, genellikle silindir çapları 0,8-2,5 cm. ve silindir yükseklikleri 1,2-5 cm. arasındaydı.

Erken dönemlerde taşı döndürebilmek için bir tutamak yapılırken daha sonra taşın ortasının delinmesi yaygınlaştı. Silindir deliğine bir çubuk geçiriliyor ve bunun yardımıyla silindir, yumuşak kil yüzey üzerinde döndürülüyordu.

Kil üzerine çıkartılmak istenen resim, silindir üzerine ters olarak oyuluyordu. Silindir, kil üzerinde döndürüldüğünde silindirin çukur kısımları kil üzerindeki kabarıklığa dönüşüyor, silindir yüzeyinin yüksek bırakılmış kısmı da kil üzerindeki resim zeminini oluşturuyordu.

Sümerliler Kimlerdir?

Bundan 100 yıl kadar önce Sümerler diye bir halkın varlığı bilinmiyordu. Bugünse Sümerlere bütün insanlığın temel taşı olan ve benzersiz dehaya sahip bir halk gözüyle bakılıyor. Sümerlerin MÖ IV. binin ortalarında icat edip geliştirdikleri yazı, insanlık tarihinde büyük bir ivmelenmeye neden oluyor.

MÖ III binin ortalarında hangi karmaşıklıktaki olayların, duyguların ve düşüncelerin yazıya dökülmüş olduğunu görmek gerçekten hayret verici. Böyle bir halkın kökeninin eldeki binlerce kil tablete rağmen hâlâ karanlıkta oluşu da çok düşündürücü. Genel kanıya göre Sümerler Mezopotamya’ya dışarıdan gelmişlerdir.

Kesin olan bir husus da Sümerce’ nin Hint-Avrupa ya da Sami dil ailelerinden olmadığı. Bazı ipuçları Sümerlerin Mezopotamya’nın doğusundan (İndus-Pencap’tan veya Asya içlerinden) geldiklerine işaret ediyor. Sümer tarihi üç önemli çağda ele alınıyor ve her çağın kendine özgü silindir mühür üslubu var:

1) Uruk Çağı (MÖ 3100-2900)

2) Cemdet-Nasr Çağı (MÖ 2900-2600)

3) Erken Hanedanlar Çağı (MÖ 2600-2350)

Erken Hanedanlar Çağından sonra Mezopotamya’ya 200 yıl kadar süreyle Akad imparatorluğu hâkim olmuş. Daha sonra Sümerler tekrar sahneye çıkmışlar, fakat 100 yıl kadar süren bu son dönemlerinden sonra artık bir daha dönmemek üzere tarih sahnesinden ayrılmışlar.

Silindir mühürler en parlak dönemlerini Uruk çağında yaşıyor. Cemdet-Nasr çağıysa silindir mühürlerin en çok üretildiği, konuların çeşitlendiği, stilizasyonun arttığı ve bir anlamda bu iş kolunda sanki seri üretime geçilerek bir dejenerasyonun da başladığı dönem. Erken Hanedanlar çağında, biraz sonra üzerinde duracağımız gibi, önce yetkin bir dekoratif üsluba ulaşılmış, sonra tekrar betimleyici formlara dönülmüş.

Sümerler Güney Mezopotamya’ya geldiklerinde, Basra Körfezi’nin hemen kıyısındaki El-Ubeyd şehrinde yerleşik bir toplum ve gelişmiş bir tarım kültürü vardı. İlk Sümer şehir devletinin kurulduğu Uruk da ona çok yakın ve onun biraz kuzeyindedir. Sümer mucizesinin bu iki halkın önce çarpışması ve sonra kaynaşmasından çıkmış olması kuvvetli bir olasılık olarak düşünülmeye değer.

Tarihte birçok örnekleri görülen bir olgu, “fethedenin fethedilmesi” olgusudur: Savaşçı ve göçebe bir kavim gelişmiş bir uygarlık yaratmış yerleşik bir kavmi egemenliği altına alır. Fakat zaman içinde yerleşik kavmin kültürü öne çıkmaya başlar ve fetheden kavim siyasi olarak değilse bile kültürel olarak yenilir, ya da en iyi durumda bir sentez ortaya çıkar.

El-Ubeyd ve Sümer etkileşiminden de parlak bir sentezin çıktığı anlaşılıyor. Sümer inanışının çok önemli bir yönü, bu sentezin varlığını destekler nitelikte. Avcı ve göçebe kavimlerin tanrıları, genellikle doğa kuvvetleriyle ilişkilendirilen daha çok göksel nitelikli, erkek ağırlıklı tanrılardır. Yerleşik ilk büyük tarım topluluklarındaysa yerel nitelikli, kadın ağırlıklı tanrılar görüyoruz.

Örneğin Sümerlerden çok daha eskilerde yaşamış olan ve dünyanın ilk önemli yerleşim bölgelerinden Çatalhöyük’te yerleşmiş halkın tartışmasız bir Ana Tanrıça (Kibele) kültü vardı. Yerleşik toplumun kadın tanrıya yönelmesi, toprağın ve kadının niteliklerinin (örneğin, bereket kavramı üzerinden) daha ilintili görülmüş olmasıyla açıklanabilir.

El-Ubeyd’de de bir kadın tanrı kültünün yaşandığına çok olası gözüyle bakılıyor. Sümer tanrılarınınsa erkek ağırlıklı olmasını bekliyoruz. Gerçi Sümerlerde zaman içinde yüzlerce (hatta binlerce) tanrı ortaya çıkmıştır, bunların içinde kadını da erkeği de hatta bu tanrıların dışında herkesin şahsi tanrıları da vardır. Ancak bütün bu sistemin başında ve erken Sümer efsanesinin ruhunda yer alan kadın tanrı İnanna ile Çoban-Kral Dumuzi’dir.

El-Ubeyd’lilerin Sümerlere ana tanrıçaları İnanna’yı empoze ettikleri düşünülebilir. Dumuzi ise yöreye yeni gelen avcı-göçebe-çoban Sümerleri temsil etmektedir.

Bu ikili sistemde baskın unsur İnanna’dır. Dumuzi ise çobanlıktan krallığa, krallıktan da tanrılığa yükselmek durumunda olan ve bunu bir bakıma İnanna’nın kendisini eş olarak seçmesiyle sağlayabilen ikinci unsurdur.

Dumuzi’nin ikinciliği, İnanna hiç ölmezken, onun sonbaharda ölüp, altı ay yer altında kalıp ilkbaharda İnanna’nın yardımıyla yeryüzüne gelmesinden de açık olarak bellidir. Fakat Sümerler, bu açık ikincilikten, işlevsel bir birincilik çıkarmak istercesine, daha önce ana tanrıçaya mal edilen bereketi, Dumuzi’ye aktarmışlar, hayatın yeşermesini onunla özdeşleştirmişler, hayatın kendisinden çok hayattaki döngüyü asıl felsefeleri haline getirmişlerdir.

Sümerlerin El-Ubeyd’de olasılıkla hazır buldukları silindir mühürlere sahip çıkıp geliştirmelerinin nedeni, mühürlerin döngüsel yapısı ve döngünün yarattığı resimler silsilesi ile hayatın döngüsü ve o döngünün bereketi arasında büyülü bir ilgi hissetmiş olmalarıyla açıklanabilir.

Silindir mühürlerin Mezopotamya’da uzun süre yaşaması, Sümerlerin bu hayat döngüsü felsefesinin ayrıntıda değişikliğe uğrasa da, ana fikir açısından bu yörelerde Sümerlerden sonra da uzun süre yaşamasıyla ilgili olabilir.

11054446_1553325898274613_1417994605679634779_nBerlin’deki Vorderasiatisches Museum’un (Berlin Yakın Doğu Müzesi) Vorderasiatische Rollsiegel (Yakın Doğu Silindir Mühürler) Koleksiyonu’nda Akkad Dönemi’ne (M.Ö.2360-2180) ait  “VA-243” numaralı bir silindir mühür bulunmaktadır (Resim 1). Mühürde, tahtında oturan ve başlığında yılan bulunan tarımla ilgili bir tanrının ayakta duran iki insan ya da tanrıya bir saban vermesi betimlenmektedir. Tahttaki tanrının arkasında bir fidan göze çarpmaktadır. Ayaktaki figürlerin arasında bir hançer ve bir balta seçilmektedir. Sahnenin her iki tarafında da dağ keçileri vardır.

603842_1553325954941274_3074239448231609047_n(Resim 2) Mühürdeki Sümero-Akkad karakterli yazının çevirisi ise şu şekildedir.

Satır-1:dub-si-ga: Özel isim

Satır-2: ili-il-la-at: Özel isim-Mührün sahibi

Satır-3: ir-su: Sizin hizmetinizdedir.

Mühürde yazanları toparlarsak şu ifade ortaya çıkar: “Dubsiga, Ili-illat’ın hizmetindedir/kuludur.”

11043122_1553325994941270_4064564827224394932_n

Bu haliyle oldukça sıradan olan bu mührü çok tartışılır ve ünlü yapan bir ayrıntı vardır oysa.

(Resim 3) Mühür baskısının sol üst köşesine bakıldığında gök cisimleri betimlemeleri görülmektedir: Ortadaki güneşin etrafında dönen gezegenler. Copernicus’un, heliosentrik (güneş merkezli) evren modelinden 3.900, günümüzden 4.300 yıl önce hem de…

 

 

  1. Dünya
  2. Ay – Nanna (Sümer) – Sin (Akkad/Babil)
  3. Pluton
  4. Merkür – Enki (Sümer) – Nabu (Akkad/Babil)
  5. Mars – Gugulanna (Sümer) – Nergal (Akkad/Babil)
  6. Nibiru
  7. Jüpiter – Enlil (Sümer) – Marduk (Akkad/Babil)
  8. Satürn – Ninurta (Sümer) – Ninurta (Akkad/Babil)
  9. Uranüs
  10. Neptün
  11. Venüs – İnanna (Sümer) – İštar (Akkad/Babil)
  12. Güneş – Utu (Sümer) – Šamaš (Akkad/Babil)

Sümerler Ay ve Güneş’i de gezegen kabul ettiklerinden 12 gezegenli bir evren modeli oluşturmuşlardı. Ve bu sistemde diğer gezegenler güneşin etrafında dönüyorlardı. Akkad, Babil ve Yunan uygarlıkları bu kozmoloji geleneğini sürdürdüler. Göğe bakarak onu anlamaya ve formüle etmeye çalıştılar. Ta ki tek tanrılı despotizm gelene kadar. Çok tanrılı dünyanın hoşgörülü ve zengin dünyası yerini “tek” in faşizmine bırakmıştı.

11041753_1553326054941264_6200421416375162883_n(Resim 4) Devlet dini olan Hristiyanlığın ilk işi, doğayı anlamaya yönelmiş kadim bilgiyi yok etmek oldu. Binlerce antik el yazması yakıldı, kütüphaneler yok edildi, filozoflar, bilim insanları sapkınlık suçlamasıyla öldürüldü.

Bu barbarlığın en ünlü örneği, Yunan filozof, matematikçi ve astronom İskenderiyeli Hypatia’nın, “dinsiz ve şeytan” olarak görülüp Cyril’in liderliğindeki Hristiyanlar tarafından taşlanarak öldürülmesidir.

Evet, artık dünya düzdü… Kıpırdamadan öylece duruyor ve güneş onun etrafında dönüyordu. Yeni din bunu emrediyordu.

Ve insan yüzlerce yıl sonra uzaya çıkıp aya gittikten sonra bu utanmazca yalanı itiraf edebildi Vatikan.

31 Ekim 1992’de, daha hala bazı dangalak kardinaller şerh koysa da, Galileo Galilei’yi affetti! Yani dünyanın döndüğünü kabul etti. Teveccüh  buyurdu.

Özgür Kemal

 

 

Çiğdem Sarıgül

Çocukluğumdan beri bu evrendeki gerçek rolümüzü, gerçekten nereden geldiğimizi, nereye gideceğimizi araştırıyorum. : )

İlgili Makaleler

2 Yorum

  1. din araştırmayı emreder. dinin bu yönünün üstünü kim örterse dinin üstünü örter. bütün kutsal kitaplar kainatı araştırmaya yöneliktir. bu doğruya karşılık yanlışlar yapanlar dinin sahibi değiller. onlar sadece insan . onların yaptıkları üzerinden dine atılan iftira da bizi bağlar. kurandan tek ayet çıkartamaz kimse ki , sakın araştırmayın cahil kalın desin. HAMARABBİ kitabesini okumanızı tavsiye ederim.

  2. merhabalar her kat için hazırlanan bir bedenimiz varken araştırılacak evrende ne var ise bende araştırıyorum ve devam edecegim bazı ulaşabildigim kadar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu