DEİZM – PANTEİZM – PANENTEİZM
DEİZM
Deizm veya Yaradancılık, mantık ve doğal dünyaya dair gözlemlerin kaynağını oluşturduğu; dini bilgiye dolaysız biçimde sadece akıl yoluyla ulaşılabileceği ilkesini esas alan, bu sebeple vahiy ve esine dayalı tüm dinleri reddeden tek Tanrı inancıdır. “Deizm” kitabının yazarı Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk deizmin tanımları arasına “vahiy bilgisine dayalı dinleri ya da peygamberleri reddetmekten ziyade dini temsil ettiğini söylen kişi ve kurumlarının sömürü sistemine bir başkaldırı olarak doğmuştur.” yorumunu eklemiştir.
İnanışın tanımlanmasında kullanılan doğal din ya da doğal inanç kavramları, hiçbir aracı olmaksızın sadece akıl yoluyla kavranabilecek yalın bir Tanrı inancını belirtir. Bu inancı benimseyen kişiye Deist denir. Deizm kavramı ilk olarak 17. yüzyılda özellikle İngiltere’de kullanılmaya başlanmıştır.
Deist kavramı yazılı olarak belki de ilk kez Piere Viret’in İnanç ve İncil Öğretisi Eğitimi (Instruction Chrétienne en la doctrine de la foi et de l’Évangile) adlı 1564 tarihli yapıtında kullanılmış olup, Pierre Bayle’nin Tarih ve Eleştiri Sözlüğü adlı yapıtında Piere Viret maddesinde ilgili bölüm yeniden basılmıştır. Terim Lâtince Tanrı anlamındaki Déus sözcüğünden türetilmiş ve özgür düşüncelilerin Tanrı inancını belirtmede kullanılmıştır.
Evreni yaratan, işleyişi için doğa kanunlarını koyan, ayrıca insanlığa ve evrene müdahalede bulunmayan, doğruları keşfetmeleri için insanlara akıl veren bir Tanrıya duyulan inanç deizmi ifade etmektedir. Deistler genellikle bu doğrultuda evreni Tanrı tarafından tasarlanan, hareketi başlatılan, dışarıdan müdahale olmadan doğa kanunlarına uygun şekilde işleyen bir bütünlük olarak görme eğilimindedir.
Kehanetlerin, mucizelerin, dini dogmaların, demagojilerin ve kaynağı ilahi ilan edilen dinlerin reddinden dolayı peygamberler, kutsal kitaplar, sevap, günah, ibadet, dua, vahiy, melek, cin, şeytan, cennet, cehennem, ahiret ve kader gibi kavramların bu inanışta yeri yoktur. Belirli bir öncüsü, merkezi bulunmaması sebebiyle deizmde ihtiyaç duyulan tek şey sağduyulu olmak ve her şeyi akıl süzgecinden geçirmektir.
Deizmin temel inançları dışında bazı deistler ölümden sonra yaşama veya reenkarnasyona inanabilir. Bununla birlikte deistlerin ruhun ölümsüzlüğüne dair inançları hayli çeşitlidir. Ruhların Tanrı tarafından ölümden önceki hayatlarındaki davranışlarına göre ödüllendirileceğine ya da cezalandırılacağına veya sadece ruhun ölümsüzlüğüne inanan, ruhun ölümsüzlüğü konusunda agnostik yaklaşım sergileyen ve ruhun ölümsüz olmadığını düşünen deistler vardır. Deist yazarlar Yüce Varlık, İlahi Saatçi, Evrenin Büyük Mimarı ve Doğanın Tanrısı gibi ifadeler kullanarak çeşitli şekillerde Tanrıya atıfta bulunmuştur.
Deizm, evrim teorisine karşı değildir. Deizme göre insan, Tanrının oluşturduğu kurallar çerçevesinde, daha ilkel canlıların evrimleşmesi sonucu oluşmuş olabilir. Bir Yaratıcıya inanmak, o Yaratıcının, insanı aşama geçirmeksizin bir anda yarattığı fikrine inanmayı gerektirmez. Evrim teorisine karşı ortaya atılan akıllı tasarım görüşü Deizmde bulunmak zorunda değildir.
Deist düşüncenin eski zamanlardan beri var olduğu düşünülmektedir. Deizm kelimesi ise; 17. yüzyılda özellikle İngiltere’de kullanılmaya başlanmıştır. Doğal dine inanış 17. yüzyılda Avrupa’da bir devrim olmuş; birçok kültür bu akıma destek vermiştir. Rönesans dönemindeki hümanist yaklaşım; Avrupa’nın Klasik Roma ve Antik Yunan dönemindeki düşünceleri çalışmaya itmiştir. Mitoloji üzerine yapılan araştırmalarda da; birçok dinin kendinden önceki dinlerden örnekler alarak hikâyelerde karakterlerin isimlerini değiştirerek kullandığını ortaya çıkarmıştır.
Bunun yanı sıra; eski dokümanların analiz edilmesi doğrultusunda ve bilimin de sunduğu olgularla tarihte ilk defa Hristiyan toplumlar tarafından İncil eleştirilmiştir. Yapılan araştırmalar doğrultusunda; Dünya Tarihinin İncil’de anlatıldığından çok daha farklı olduğu ortaya çıkmıştır. 16. ve 17. yüzyılda Avrupalıların Amerika, Asya ve Pasifik’i de keşfetmesinden sonra; aradaki farklılıklardan, dini Nuh’tan geliş teorisinin bozduğuna inanılmıştır.
Bu konuda Herbert; De Religione Laici (1645) de şu sözleri yazmıştır: Birçok inanış ya da din, açıkça, birçok ülkede uzun süredir vardı ve kesinlikle kanun koyucuların bahsetmediği bir tane bile yoktu, Wayfarer’ın Avrupa’da bir tane bulması gibi, başka biri Afrika’da, Asya’da ve bambaşka bir tanesi de Hindistan’da… Bu doğrultuda; Hristiyanlığın birçok din arasındaki dinlerden biri olduğunun farkına varılmış ve hiçbir şeyin bir dinin diğerinden daha iyi ya da daha doğru olduğunu ispatlamayacağına inanılmıştır. – Vikipedi
PANTEİZM= (Kamutanrıcılık – Tümtanrıcılık)
Tanrı ile evreni bir, aynı ve özdeş kabul eden görüştür. Panteizm, anlam olarak tümtanrıcılık demektir. Panteizme göre Tanrı’nın evrenden ayrı ve bağımsız bir varlığı yoktur. Tanrı doğada, nesnelerde, insan dünyasında vardır. Her şey Tanrı’dır.
Bu algılamada Tanrı’nın, evrenin kendisi olduğu savunulur. Panteistler evrende var olan her şeyin (atom, hareket, insan, doğa, fizik kanunları, yıldızlar… ) aslında bir bütün olarak Tanrı’yı oluşturduğunu söylerler. Bu bakımdan evrende vuku bulan her olay, her hareket aslında doğrudan Tanrı’nın hareketidir. Bu görüşün ilginç ve çarpıcı bir sonucu, insanın da Tanrı’nın bir parçası olduğudur.
Panteizme göre; Tanrı her şeydir ve her şey Tanrıdır. Tanrı – Evren – İnsan ayırımı yoktur. Böyle bir ayrım aklın yanılsamasıdır. Aşkın bir Tanrı var olmadığı gibi, her hangi bir yaratmadan da söz edilemez.
Evreni algılayış biçimi olarak Panteizm, Hindu, Buda dinlerinde hayal gücü geleneğine uygun bir anlayıştır. Felsefî bir tasarım olarak Panteizm ise, eski Yunan felsefesinde Plotinos (205-270), Rönesans’tan sonra Giordano Bruno (1548-1600) ve Spinoza (1632-1677) tarafından temsil edilmiştir. Düşünsel kökü Antik Çağ Yunan Stoacılığına dayanan Panteizmin ileri sürdüğü “Evrenin Ruhu Anlayışı”, Hegelciliği ve Spinozacılığı doğurmuştur.
Tek Tanrılı Dinlerdeki Tanrı-Âlem ayrılığı, Yaratan-Yaratılan diye bir ikilem, Panteizmde yoktur. Doğayla Tanrı bir ve aynı şeydir. Tanrı yaradan değil, var olandır ve evrenin tümüdür. Evrende görülen şeylerden gayri bir Tanrı yoktur. Tanrı, evrendeki bütün varlıkların toplamıdır. Evrenin başlangıcı ve sonu yoktur. Evrendeki mevcut canlı cansız her şeyin bütünlüğü Tanrı’dır. Önsüz ve sonsuz olan Tanrı, hem makro kozmosta (evrende), hem de mikro kozmosta (insanda) bulunur.
Antikçağ Grek Stoacıları, Yeni Platoncular ve Doğunun Vahdet-i vücut anlayışı, Yahudilerin Kabalası gibi çeşitli felsefî biçimlere bürünen bu inanç, çağımıza kadar süregelmiştir. Panteist olarak adlandırılan bazı Yahudi, Hıristiyan ve Müslüman düşünürler vardır. Ancak, Panteizmi üç semavi din genelde reddetmektedir.
Panteizm, Arapça ’da karşılığı “Vücudiyye” sözcüğüdür. Tanrı anlayışı olarak “her şeyi Tanrı tanımak, varlığı, ancak ona vermek” olarak özetlenebilir. Bunu, “sonsuzluk, sonsuz olan varlık; Tanrı, tabiat” olarak tarif edenler de olmuştur. Bu, Vahdet-i Vücut, yani varlığın değil, Vahdet-i Mevcut, yani fiziki evrenin, tabiatın birliği inancına varır ve tabiatın Tanrı oluşuna, tabiattan başka bir varlık, bir Tanrı, bir gerçek bulunmayışına inanmaktır. Özetle, Vahdet-i Mevcut, son tahlilde Ateizmden, Tanrı tanımamaktan başka bir şey değildir. Vahdet-i Vücut yaklaşımında, Tanrı yaratılmışların hiçbirine benzemez ve bu inanç eşyanın hakikatini Tanrı’da görür oysa Panteizmde fiziki evrenin kendisi Tanrı’dır.
Panteizme göre evrenin toplamı Tanrı’dır ve evrenin dışında gizemcilerin savundukları gibi bir Tanrı yoktur. Açıkçası her zerre onun kendisidir. Gizemciliğe göre de, her zerre İlahi güzelliği yansıtan bir ayna ve araçtır. Evrenin yaratılış nedeni, Tanrı’nın güzelliğini yansıtmak ve göstermek içindir.
Panteizm Üç Türdür:
- Tabiatçı Panteizm: Tek realite tabiattır. Tanrı da tabiatın içinde var olandır. (Dideron, Boron d’Holbach)
- İdealist Panteizm: Tek realite ruhtur. Tanrı da ruhun özünde var olandır. (Hegel, Fichte, Brunschvicg)
- Teolojik Panteizm: Felsefî anlamda asıl Panteizm budur. Evrende tek realite Tanrı’dır. Diğer bütün varlıklar, evren, dünya, tabiat, insan, ruhlar vs. her şey Tanrı’nın varlığında oluşmuştur. Hiçbir şey onun dışında değildir, her şey odur. – Serdar Kaangil
PANENTEİZM (Çift kutuplu Kamu-Tanrıcılık ya da Diyalektik Tanrıcılık)
İngiliz düşünürü White Head’ e göre, Tanrı’nın her türlü değişmenin ötesinde değişmez bir niteliği ve bunun yanında bir de değişen ve oluşan bir niteliği vardır. Tanrı değişmeyen yanıyla devinimi başlatmıştır ve Evrenin bilincindedir. Ancak Tanrı bu konumda kalmış olsaydı, ilk devindirici, özgür, öncesiz ve yetkin olarak kalacak ama varoluşa katılmamış olacaktı.
Diğer niteliği ile ise Tanrı, değişme ve oluşma sürecinin içinde ve bilincindedir. Bu nedenle Tanrı’nın evrende içkin (evrenin maddesine karışmış-içinde bulunan) olduğunu söylemek de doğrudur. Evrenin Tanrı’da içkin olduğunu söylemek, Tanrı-Evren ilişkisinin karşılıklı olduğunun farkına varışın göstergesidir.
Süreç felsefesi olarak da ifade edilen ve White Head’le başlayan bu akıma Panenteizm ya da Diyalektik teizm denir. Panenteizme göre Tanrı, hem değişmeyen (mutlak), hem de değişen (göreli) dir. Hem zamanın içinde, hem dışında, hem sonlu, hem de sonsuzdur. Aynı zamanda hem tikel hem tümel, hem neden hem sonuçtur.
Hartshorne Tanrı’nın bir soyut bir de somut iki yüzü olduğunu söyler. Soyut niteliğiyle Tanrı, mutlak, etkilenmez, erişilmez ve değişmezdir. Somut yanıyla ise etkilenir ve değişir. Tanrı bu iki niteliğinde de yetkindir. Ancak bu yetkinlik klâsik Deizmdeki gibi değildir. Oradaki yetkinlik değişmeyen donmuş bir yetkinliktir. Buradaki yetkinlik değişir, ancak bu değişme tanrısal bir değişmedir. Yani yetkinliğe doğru değil, yetkinlik içinde bir değişmedir. Bu tanımla Panenteizm, hem Deizmden hem de Panteizmden ayrılır.
Özet olarak; Panteizm ile Panenteizm arasında önemli bir fark vardır. Panteizmde her şey tanrıdır. Panenteizimde ise, her şey Tanrı’dan sudur etmiştir (oluşmuştur). Ruhun tek amacı, oluştuğu Tanrı’ya dönmektir. Bunun da yolu tek evrensel yasa olan evrim/tekâmül den geçmektir.
Philip Clayton, fikirlerin beyinde ve davranışlarımızda değişimlere neden olduğunu söyleyerek, zihinsel olayların nöron örnekleri üzerindeki etkilerde yukarıdan-aşağıya nedenselliği savunur. O, sinirbilim tarafından kavranıldığı gibi, zihinsel olayların fiziksel olaylara bağımlı olduğunu tamamen kabul eder. Clayton, zihin-beden ilişkisini, panenteizm olarak adlandırdığı Tanrı-âlem ilişkisinin bir benzetmesi olarak kullanır.
Panteizm Tanrı-âlem özdeşliğini, Deizm ise aşkın Tanrı-âlem ayrılığını savunurken, Panenteizm, daha çok Tanrı’nın âlemde, âlemin ise Tanrı’da olduğunu iddia eder. Bu görüş, içkinlikle aşkınlık arasında bir dengeyi temsil etmektedir. Panenteizm, Tanrı’yı âlemden ayırmak için uzaysal metaforlar kullanır, fakat Clayton, uzaysal ayrımın değil, zorunlu varoluşla yetkin varlık arasındaki karşıtlığın önemli olduğu üzerinde ısrar eder.
Panenteizme daha yakın olan bir benzetme, âlemin Tanrı’nın bedeni olarak görülmesidir. Grace Jantzen; Kitab-ı Mukaddes, çağdaş psikoloji ve felsefeye dayanarak psikosomatik bir birlik şeklindeki bütüncül bir insan anlayışını savunarak klasik zihin-beden ikiliğini reddeder. Jantzen’e göre, cisimsiz ruh şeklindeki klasik Tanrı anlayışı, ebedi biçimlerin geçici maddenin bir alt alanıyla çatıştığını, Tanrı’nın ise değişmez olduğu için maddi olamayacağını savunan Hıristiyan Platonizmi’nin bir ürünüdür.
Fakat Tertullian gibi çok az kilise papazı, Stoisizm panteizmini ve determinizmi reddetmesine rağmen Tanrı’nın tecessüm ettiği şeklindeki Stoik iddiayı kabul etmiştir.
Jantzen, Tanrı’yla insanlar arasında önemli farklılıklar olduğunu kabul etse de, bunun cisimsizlik bağlamında değil, Tanrı’nın yetkin tecessümü olarak ifade edilmesinin daha uygun olacağını iddia eder. Biz, düşüncelerimizin, duygularımızın ve bedenimizdeki birçok olayın farkındayız; fakat farkında olmadığımız olaylar da vardır (mesela, iç organlarımızın hareketi). Tanrı ise, evrendeki tüm olayların doğrudan ve aracısız bilgisine sahiptir. Her yerde bulunması hasebiyle Tanrı, bizim yaptığımız gibi sınırlı bir açıdan değil, tüm açılardan algılamaktadır. Bu yüzden Tanrı, sinirsel bir sistemin benzetmesine ihtiyaç duymaz.
Tanrı, insan bedeninin birçok sınırlamalarından münezzeh olmasına rağmen, herhangi bir bedenin varlığı sınırlamaları gerekli kılar. Fakat Jantzen, Tanrı söz konusu olduğunda, bunların ihtiyari kendini-sınırlamalar olduğunu iddia eder.
Tanrı şimdiki evreni yok edip yerine farklı bir şey inşa edebilir; bu âlem olmadan da Tanrı var olabilir, fakat herhangi bir âlem olmadan yapamaz. Tanrı, ihtiyari olarak tüm yaratıklara yeteri kadar bağımsızlık ve özerklik vermiştir. Bu noktada Jantzen, Tanrı’yla âlemin “tek gerçeklik” olduğunu söylemekle kendilerinden ayrılmasına rağmen, daha önce tartıştığımız Tanrı’nın kendi sınırlamasını savunanlara benzemektedir.
Whitehead’e göre Tanrı, âlemdeki olaylardan etkilenir. Süreç felsefesinin temel kateforileri (zamansallık, etkileşim ve karşılıklı ilişki) Tanrı’ya da uygulanmaktadır. İlahi tecrübenin âlemden bir şeyler alarak ve ona katkıda bulunarak değişmesi anlamında Tanrı zamansaldır. Tanrı’nın amaçları ve karakteri ebedidir, fakat olaylarla ilgili bilgisi, olayların ortaya çıkışıyla değişir. Tanrı, verilerin bir parçası olmak suretiyle yaratıkları etkiler.
Tanrı âleme karşı son derece duyarlıdır. Yaratıcı olarak Tanrı, kutsal metnin rasyonel ilke ve ilahi Söz anlamındaki logos kavramıyla özdeşleştirilebilecek düzen ve yeniliğin ilk kaynağıdır. Duyarlı olarak Tanrı, zamansal ve âlemden etkilenmiş durumdadır. Süreç görüşü, belirli ilahi inisiyatiflere müsaade etmektedir. Eğer Tanrı her bir yeni varlığa özel imkânlar sağlıyorsa, bir olay tam olarak değil, fakat belli ölçüde Tanrı’nın bir fiili olabilir.
Cobb ve Griffin’e göre, insanlık alanında Tanrı, var olan kültürel gelenekler dâhil olmak üzere geçmişe dayanmakta ve her zaman birey ve toplulukların özgür karşılıklarına bağımlı olmaktadır.
Tanrı herkesi eşit ölçüde sever, fakat bu sevgi bir birey veya topluluğa nazaran diğerinde daha kesin olarak açığa vurulabilir.
Süreç düşüncesinin bir diğer temel özelliği, varlıklar arasındaki ekolojik bağıntıyı kabul etmesidir. Ruh-beden ayrımı ve insanla insan-olmayan arasında kesin bir ayrım söz konusu değildir.
Farklı insan karakterlerinin bulunmasına rağmen, insanlığın da diğer varlıklar gibi yaşamın bir parçası olmasından dolayı insan-merkezcilikten kaçınılmıştır.
Neticede, bilimsel ve dini anlayışları bir araya getiren Diyalog ve entegrasyonun, Çatışma ve Bağımsızlıktan daha ikna edici yöntemler olduğuna inanıyorum. Monarşik Tanrı modelinin temsil ettiği sorunlara karşın, çağdaş bilimdeki spesifik görüşlerin kullanımının, Tanrı’nın enformasyon iletici ve öz-oluşumcu bir sürecin düzenleyicisi ve hamisi şeklinde algılanmasına yeni imkanlar yaratmasını heyecan verici buluyorum. Tanrı’nın kendisini sınırladığı yönündeki görüşlere sempati duyuyorum.
Kuantum belirsizliklerinin belirleyicisi ve yukarıdan-aşağıya neden şeklindeki Tanrı anlayışlarının sistematik gelişimlerini de takdir ediyorum.
Tüm modeller sınırlı ve kısmidir ve hiçbirisi gerçekliğin tam ve uygun bir resmini çizemez. Âlem değişiktir ve bu değişik görünümleri bir model diğerine göre daha iyi temsil edebilir. Tanrı’yla şahıslar arasındaki ilişki, yıldız ve kaya gibi şahıslaşmamış nesnelerle arasındaki ilişkiden farklıdır. – Serdar Kaangil
Derlenmiştir.
Resim Düzenleme: Çiğdem Sarıgül
Merhaba panteizim araştırıken buldum yazılarınız ilginç geldi henüz hepsini okuyamadım ama okuyacağım