Spiritüalizm

DÜNYAYA TESLİM OLAN İNSANIN KARAKTERİSTİK DURUMU

 

1-Duygularının esiridir.

2-Kalıplar içinde sıkışıp kalmıştır.

3-Gurur-kibir içindedir.

4-Dünya ile özdeşleşmiştir.

5-Gerçek bilgiden uzak, sadece kulaktan dolma bazı dinsel bilgileri ve terk edemedikleri kendisine sürekli olarak engel olmaktadır.

6-Bireysellik içindedir. Dilinden ‘ben’ sözcüğü düşmemektedir.

7-Açgözlüdür.

8-İçgüdüsel yaşar.

9-Kendini ve kendi çıkarlarına hizmet edenleri sever.

10-Suni olarak yarattığı bir sürü icaplar içine kendini sıkıştırmıştır.

11-Ruhsal Güçleri’nden yararlanamamakta, buna bağlı olarak ileri görüşlülüğü kısıtlanmakta ve sezgileri körlenmektedir. Bunun doğal sonucu olarak da, yeniliklere oldukça zor uyum sağlayabilmektedir.

Bu bilgisizlik çemberi bir başka sorunu daha beraberinde getirmiştir:

Dünyada yaşamın gayesi nedir? Ben kimim? Nereden gelip nereye gidiyoruz? Yaşam bir takım basit rastlantıların bir araya gelmesinden mi ibarettir? Yaşam ve yaşamın sonuyla ilgili bilgiler, insanlık için bir “sır perdesi” altında kendisini gizlemiş durumdadır.

Hayat gailesi adını verdiğimiz bu yaşam çarkına kendimizi öyle bir kaptırıp gidiyoruz ki; bu hengâmede, sözünü ettiğimiz sorular, çoğu zaman aklımızın ucundan bile geçmiyor.

Arada sırada bu soruları kendimize sorduğumuzda ise, tam bir cevap bulamıyoruz. Bulamayınca da ister islemez, sırtımızı bu sorulara dönüp, o tatlı uykumuza devam ediyoruz.

Tüm bunların sonucu olarak, bir süre yapay ihtiyaçlara ve maddenin bizi cezbetme aracı olan arzular içine kendimizi adeta hapsederek, yaşamaya gayret gösteriyoruz. Nefes alarak ve yemek yiyerek…Bunun da adına yaşam denebiliyorsa eğer…

Peki, bunu nasıl başaracağız?

Konunun asıl önemli yönü de zaten burada düğümlenmektedir. Yaşamınızı daha zengin, daha dolu, daha neşeli ve daha heyecanlı kılmak için pek çok güçlü araçlar ve stratejiler öğrenebilirsiniz. Ama eğer bu öğrendiklerinizi uygulamazsanız, bu tıpkı çok güçlü bir bilgisayar alıp, onu hiç kutusundan çıkarmamaya ya da lüks bir araba alıp bahçeye park etmeye, onu toza ve çürümeye terk etmeye benzeyecektir.

Neye, nasıl ve nereden başlamalı?

Gerçekten kendimizde bir şeyler değiştirmek istiyorsak; öncelikle günlük yaşantımızda bir takım davranış kalıplarımızla, kendi kendimizi nasıl kısıtlamış olduğumuzu çok iyi gözlemlememizde büyük faydalar vardır.

Şimdi, bir günlük yaşantınızı şöyle bir gözden geçirir misiniz?… Sabah yatağınızdan kalkıp, tekrar akşam yatağınıza yatıncaya kadarki geçen süreyi, gözünüzde şöyle bir canlandırmanızı rica ediyorum. Bu geçen süre içinde karşılaştığımız belirli olaylara dikkat edersek, çoğunlukla hep aynı tepkileri gösterdiğimizi görürüz. Yani belirli davranış biçimlerini hep aynı tarzda kullanırız.

Hep aynı şekilde sevinir ve hep aynı şekilde üzülürüz. Yaşam içinde karşılaştığımız olaylara, çoğunlukla duygu ve düşüncelerimize hâkim olamadan bir takım tepkiler gösterir dururuz. Bu halimizle yani “otomatik yaşam biçimimizle” doğrusunu ifade etmek gerekirse: Biyolojik robotlardan pek farkımızın kalmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz.

Düğmelerine basınca gülen, bir başka düğmesine basılınca ağlayan halimizi değiştirmeden, gerçek anlamda özgür olmaktan söz etmemiz mümkün değildir…Bunun böyle olması duygu ve düşüncelerimiz üzerinde kalıcı bir hâkimiyetin tarafımızdan sağlanamamış olmasından dolayıdır. Bu yüzden de biz yaşam içinde genellikle aynı tür olaylara, hep aynı tür karşılıklar veririz… Ve bir türlü istemediğimiz yönlerimizi sırf bu özelliğimizden dolayı değiştiremeyiz.

İşte gerçek anlamdaki bir değişimi içimizde gerçekleştiremeyişimizin en önemli sebebi, bu göstermiş olduğumuz otomatik davranış biçimlerimizdir. Hep aynı şekilde davranmakla yeni bir davranış biçimini oluşturmamız adeta imkânsız bir hale gelmektedir. Dolayısıyla sanki hep aynı olayların içine kendimizi kısıtlayarak yaşamaya çalıştığımızı, dikkatlice kendimizi gözlediğimizde fark etmemiz mümkün olacaktır.

Krishnamurti:

‘’Eğer zihninizin nasıl tepki gösterdiğini bilmiyorsanız, eğer zihniniz kendi etkilerinden habersizse, toplumun ne olduğunu hiç bir zaman öğrenemeyeceksiniz demektir. Çünkü zihniniz toplumun parçasıdır ya da toplumun ta kendisidir. Toplumdan ayrı, toplumun dışında; gerçekten size özgü bir “sen” çoğunlukla var olamamaktadır.

Toplum sürekli bizi etki altında tutmakta, düşüncelerimizi biçimlendirmektedir. Toplumsal modeli fark edip onun boyunduruğundan kendinizi kurtarmadıkça, kendinizi özgür sansanız da, gene de cezaevinde bir tutuklusunuz. Zihninizi yönetmeye, düşüncelerinizi düzeltmeye çalışın. “Bu doğru, bu yanlış” diye yargılara varmayın. Yalnızca bir sinema filmine bakar gibi, kafanızdan geçenleri izleyin.

Zihniniz insanlığın ta kendisidir. Ve siz bunu anladığınız zaman yüreğiniz sevgiyle karışık bir acıma duygusu ile dolacak ve bu anlayıştan büyük bir aşk doğacaktır, işte o zaman güzel şeyler gördüğünüzde, güzelliğin ne olduğunu anlayacaksınız.’’

Ergun Candan – Ruhsal Güçleri Geliştirme Teknikleri

Çiğdem Sarıgül

Çocukluğumdan beri bu evrendeki gerçek rolümüzü, gerçekten nereden geldiğimizi, nereye gideceğimizi araştırıyorum. : )

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu