cf8319ca73373228677e3483f4271dd7-d5pfz4g

MUCİZE VE EVRENSEL YASALAR

Maddesel ve ruhsal boyutlarıyla beraber bir gerçek vardır ki, bunu görmek için çok kültürlü olmaya, bir bilim adamı ya da yüksek sezgilere sahip bir kimse olmaya hiç gerek yoktur. Gerek mikro âlemde, gerekse makro âlemde muhteşem bir düzen ve uyum egemendir. Her olay, her varlık, her eşya büyük bir hassasiyetle işleyen yasalarla ayaktadır.

Âlemimizin içerisinde nereye yönelirsek yönelelim, işleyen yasaların tezahürünü görmekteyiz. Bir atom içerisinde elektronların hareketi, bir astronomik sistemdeki küreler çeşitli hareketleri tesadüfi ve kendiliğinden olabilir mi? Aksi takdirde korkunç bir düzensizlik ve kaos ortaya çıkarak maddesel evren yok olurdu.

Güneş ve Dünya arasında ki uzaklık, Dünya eksenindeki meyil, yörüngelerdeki hızları belli sırları değişse, yeryüzünde ki ısı dengesi, gravitasyonel çekim alt üst olur ve canlı sifer ortadan silinirdi.

Kendi bedenimizi ele alalım: Bu kapalı sistem içerisinde bildiğimiz-bilmediğimiz yüzlerce yasa hükmünü sürdürmektedir, hem de birçoğu bizim irademiz dışında… Dolaşım sistemimizdeki, solunum, solunum sistemimizdeki ya da sindirim sistemimizdeki yasaların iş görmemesi; fizik bedenimizin çökmesine, dağılmasına, faaliyetinin kesin olarak durması sonucunu verir.

Evet! Evren kusursuz işleyen yasaların bir tezahürüdür. Bilgi yoksa yasa yoksa varlık oluşum ve aksiyon da yoktur. Bununla beraber, mucize dediğimiz öyle olaylarla da karşılaşıyoruz ki, onları bildiğimiz yasalarla açıklayamıyoruz. Peki, bu olay yasaların bozulması, ihlal edilmesi sonucu mu ortaya çıkmıştır?

Yani, evrensel yasaları keyfi irade ve isteklerle ya da rasgele, kendiliğinden değişebilir mi? Yasalar kaos yaratmak için mi konmuştur? Elbette ki hayır. Ne genel yasaların dışında bir olay cereyan edebilir, ne de işleyen bir yasa keyfi olarak bozulabilir.

O halde mucize nedir? Nasıl açıklayacağız olağandışı olayları?

Evrende Mucize Yoktur:

Öncelikle kabul etmemiz gereken bir konu var. Evrende mucize yoktur. Ne geçmişte olmuştur, ne şimdi olmaktadır, ne de gelecekte olacaktır. Böylece gizemli, anlaşılmayan ve İlahi İrade Yasalarının kapsamı dışında cereyan eden en ufak bir olay bile olamaz ve olmayacaktır. Ne olmuşsa, ne olacaksa her şey Yasa Koruyucular’ ının emri ve gözetimi altında olur.

O halde “mucize” derken, akla yasa bozucu ya da yasalar dışı garip ve anlaşılmaz olaylar gelmemelidir. Her şeyin bir nedeni, bir anlamı ve hedefi vardır. Biliyoruz ki, evren “İlahi İrade Yasaları” dediğimiz kapsamı idrakimizin üstünde olan bir yasalar topluluğu ile yönetilmektedir. İlahi İrade Yasaları dediğimiz zaman, giderek çoğalan, kabalaşan yasalar bütününü anlıyoruz.

Bizim fizik evrenimizi ele alacak olursak, galaksilerin oluşumu, güneş sistemleri, gezegenler vs. hep bu yasalarla işler. Dünya üzerindeki bitki, hayvan ve insanıyla canlı kürenin faaliyeti, bedenimizin ayakta kalışı, madenler, mevsimlerin dönüşü, çiçeğin açması, elektronların hareketi vs. hep İlahi İrade Yasaları çerçevesindedir. Bildiğimiz doğa yasaları, onun bir cüz’üdür.

Şimdi, nereye baksak dört başı mamur bir şekilde işleyen yasalar karşısında birdenbire peydahlanmış, ne olduğu bilinmeyen, ya da yasaların işleyişinden kaçıvermiş mucize dediğimiz olaylara yer verilebilinir mi? Elbette ki, hayır! Mucizevî diye nitelendirdiğimiz olaylar yok mudur? Vardır, fakat o olaylarda İlahi İrade Yasaları kapsamındadır ve de asla rast gele ve kendiliğinden değildir.

İlahi İrade Yasalarının en büyük özelliği, değişmemeleri, sapmamaları ve birbirini çürütmemeleridir. Yani onlar rotalarından şaşmaz. Her şey İlahi İrade Yasalarıyla işler. Bir İlahi İrade Yasasının icabından, bir başka ilahi İrade Yasasını kullanarak kurtuluruz. Örneğin, ateş yakar, ama su ile ateşi söndürebiliriz. Bu durum çelişki değil, yasaların birbiriyle uyumunu ve tamamlayıcılığını gösterir. O halde mucize diye bir şey yoktur; fakat mucizevî dediğimiz olay karşısındaki aczimiz, yetersizliğimiz ve bilgisizliğimiz vardır.

Mucize, Şimdilik Bilinmeyen Yasaların Tezahürü:

Konuya mantıksal açıdan baktığımızda, yaşanmış örnekleri incelediğimizde açıkça gördüğümüz husus odur ki; mucize vardır ve henüz bilmediğimiz yasalara göre vuku bulur. “Ben nedenini bilmiyorum, o halde mucize yoktur, benim bildiğim yasalar dışında bir fenomen cereyan edemez.” Demek ne kadar hatalıysa, “Hikmetinden sual olunmaz, yasayı koyan da bozan da Tanrı’dır.” Deyip, aklı işletmemek, düşünmemek ve ibret almamak o kadar eksik ve tembelcedir.

Elbette, her şey O’nun yasalarıyla olur, ama olanlar karşısında acz içinde kalmayı kabul etmek; bu gibi olayların altında yatan bilgiyi elde etme çabası göstermeyip, atalet içinde kalmakta insana yakışmaz. Zaten insandan istenen de aklını ve vicdanını kullanarak hayattan ve olaylardan ders alması, araştırması, bilgi ve görgüsünü artırması değimlidir? O halde her şeyi gücümüz ölçüsünde anlamaya çalışmak zorundayız ve bu cehit, gelişimin gereğidir.

Görülmektedir ki, mucize, bizim henüz bilmediğimiz bazı yasaların sonucu olarak ortaya çıkan olaylardır. Mucizevî olaylar da, aslında, bildiğimiz, tanıdığımız ve alışagel iğimiz olaylar kadar doğaldır; onların işleyişi de bir bilgi ve Varlıksal İlkelere dayanır. Yani kendiliğinden ve rastgele değildir; şuurlu varlıkların kullandığı öğretici bir vasıtadır.

Herhangi bir olayı “mucize” olarak nitelendirmemizin iki olası nedeni vardır:

1- Nadir cereyan eden olaylar olmaları:   İnsan öyle ilginç ve gizemli bir yapıya sahiptir ki, nedenini bilmese, anlayamasa bile, eğer o olay sık sık vuku buluyorsa, hele kendisine bir zararı dokunmuyorsa, ona bir süre sonra alışır ve önce mucize diye kabul ettiği olayı doğal karşılamaya başlar. Öyle ki, ne olayın nedenini araştırma zahmetine katlanıyor, ne de mucize diye kabul ediyor. Çünkü olay sık sık tekrarlanmış, zararsız olduğu anlaşılmıştır.

İlkel bir kabile üyesinin yanında bir teyp, bir radyo ya da televizyon çalıştırırsanız; o, bu olayı bir mucize olarak karşılayacaktır. Böyle bir şey olmuştur. Avustralya ve Afrika’daki kabileler, beyazlara ilah gözüyle bakmışlardır. Ama aynı şeyi her gün görürse, aynı olay artık sıradan bir olay haline gelecek ve kimse için mucizevî bir anlam taşımayacaktır.

Benzer şekilde, insanların çoğu telepat olsaydı, görünmez hale gelebilseydi, havada uçsaydı, ruhsal âlemle temas birkaç yerde görünebilseydi, bedeni terk ederek astral seyahat yapıldığı resmi çekilerek ispatlansaydı, su üstünde yürüyüp, istediği şekle girseydi, maddenin yapısını değiştirseydi, caddenin ortasında her gün bir UFO görseydik ve bu olaylar sık sık olsaydı, bugün mucize denen ve nadiren vuku bulan olaylar artık mucizevi diye kabul edilmeyecekti.

Görülmektedir ki, mucizevi olayın nadiren cereyan etmesi ve nadir kimseler tarafından yapılması, o olaya atfedilen “mucizevi” tanımını desteklemektedir.

2- Bilgisizlik:   Olaylara mucize diye bakmanın gerçek nedeni bilgisizliktir. Her ne kadar maddeci zihin şu ana kadar elde ettiği, daha doğrusu Ruhsal Yönetim’in izniyle elde ettiği bilgilerle kibirleniyorsa hatta onları nefsanî çıkarlarına araç yapıyorsa da, bunlar bilinmeyenler yanında hiç kalır.

Bilgi aslında bir bütündür. Ama gene de bilgiyi a) Maddesel evren bilgisi b) Ruhsal evren bilgisi diye ikiye ayıracak olursak, biz Dünya gezegeni sakinleri, özellikle ruhsal bilgiler konusunda çok cahiliz ve bu cahilliğimizdir ki, mucizelerin sayısını artırmaktadır. 

Mucize, Bir Üst Boyutun Yasalarının Bir Altta Tezahürü:

Varlık âlemi denince akla, sadece Dünya küresi üzerinde yaşayan biz insanlar ve diğer canlılar elbette ki gelmez. Evren bizim havsalımızın alamayacağı kadar bir genişlik ve çeşitlilik arz eder: Evrenler içinde evrenler, madde içinde madde, zaman içinde zaman, boyut içinde boyut…

Henüz ruh ve madde beraberliğini fark edememiş olan bilim adamları, başka gezegenlerde varlıkların yaşadığını kabul etmese de, oraları meskûndur. Hatta yeryüzünde bile başka boyutta olmak üzere yaşayan varlıklar vardır. Fakat henüz bizler farklı boyutları ve farklı zamanları beş duyumuzla algılayamıyoruz. Sınırlı duyularımızla algılayamıyoruz diye onlar elbette ki yok değildir. Unutmayalım ki elektromanyetik skalanın çok büyük kısmını (5 duyumuzla) algılayamıyoruz ama bilim, bu skalanın bir kısmını cihazlarla saptayabiliyor.

İlahi Kudret, yukarıdan aşağıya doğru (inceden kabaya doğru) iner ve giderek tezahüründeki kudret azalır. Bu kudretin tezahürü varlıkların tekâmül düzeylerine bağlı olarak ortaya çıkar. İlahi Kudret üst planlarda, yüksek boyutlarda daha güçlü ve etkin bir haldedir. Bu kademelerin yasa sayısı da bir aşağısına göre belki iki misli az ve kapsamlıdır.

Daha alt varlık planlarında ise hem yasaların sayısı artmış ve hem de tesirliliği azalmıştır. Mucize konusuna bu açıdan bakacak olursak, daha iyi kavrayabiliriz. Bir üst boyutun, bir üst planın yasası, geçici de olsa bir altta tezahür ederse, bu olay alt planın varlıklarınca mucize olarak algılanır/adlandırılır.

Üst boyutlara ait bir yasanın gücü ve kapsamı 2 ise, alt boyuttaki 1’dir ve hiç kuşkusuz bu yasalar, alt boyuta egemen olacak ve şaşkınlık uyandıracaktır. Açıktır ki, bu tür tezahürler amaçlıdır ve büyük bir bilgiyi de beraberinde taşırlar; yeter ki bizler düşünelim, aklımızı işletelim yeni yeni şeyler keşfedelim…

Mucizelerin Amacı

Biliyoruz ki, evren abes üzere kurulmamıştır. Her şey anlamlıdır, planlıdır ve bir amaç taşır. Bizim herhangi bir olayı rastgele, tesadüfî, kendiliğinden ya da saçma bulmamız, cahilliğimizden ileri gelir. Her olay, her varlık bir plan ve program üzere tezahür eder. Üstelik her şeyin ve varlığın birbirleriyle ilgisi, bağlantısı vardır.

Fark etsek de, fark etmesek de bu böyledir. Bütün mevcudat ve olaylar, işleyen bir cihazın, bir bütün oluşturan birimleri gibidir. Evrende her olay, şuurlu varlıkların kontrolü ile ve bir amaca hizmet etsin diye İlahi İrade Yasaları Çerçevesinde vuku bulur, daha doğrusu vuku buldurulur.

Evrende olağanüstü bir olay da olmaz. Her şey olağandır. Ne var ki, bilgisizliğimizle o olayı olağanüstü görürüz. O olayın, başka olaylarla olan bağlantısını, taşıdığı mesajı fark edemeyiz. Ama bu, bizim eksikliğimizden ileri gelir. Olay olması gerektiği gibi, en kusursuz şekliyle olmuştur, ama biz olup biteni anlamakta yetersiz kalmışızdır. Evet. Mucizevî olaylar birer mizansendir ve aşağıdaki amaçlar doğrultusunda sahnelenirler:

1- Sahipsiz değiliz:

Mucize türünden olaylar, özelikle Peygamberlerin gösterdiği mucizeler, insanın sahipsiz olmadığını, görüp gözetici bir mekanizmanın üstün bazı yasaları, bizim planımızda tezahür ettirdiğini gösterir. Mucizenin olmasında aracılık yapan da peygamberlerin kendisidir.

Yüksek bir mekanizma, insanları eğitsin diye gönderdiği peygamberlerin mucize göstermelerini sağlayarak, hem onları dolaylı olarak korumakta ve hem de insanlara, görüp gözetici bir ruhsal planın varlığına işaret etmektedir. Mucizeyi yapan değil, yaptıran önemlidir.

Burada bir noktayı vurgulamamız gerekir: İnsanları mucizelere bakarak, ruhsal bir yönetimi fark etmeleri, esasen düşük bir düzeydir. Üstün düzeyli, üstün anlayışlı biri için böylesi fizik planda tezahür eden fenomenlerle bazı gerçekleri kavramak pek yakışık almaz.  Mucize ile belli bir anlayış kazandırma işi, daha çok maddeci zihinlere hitap edebilir.

Ama yüksek sezgilere sahip bir varlık için bir ufacık hareket, bir ilgi kırıntısı, karşısına çıkan bir olay, bir hissediş bile anlamlar ifade edebilir. Yani maddesel kanıtlar, çok yüksek düzeyli bazı gerçekleri kavramakta bir amaç olamaz. Fakat vuku bulan bu mucizeden sonra, derin bir düşünüşle bazı bilgiler elde ediliyorsa, bu yöntem ancak o zaman makul karşılanabilir.

 2- Evrenin tek efendisi ve en büyüğü Dünya insanı değildir:

Bencil insan, doğal olarak nefsini her türlü fenomende, her sistemde merkeze ve en yüksek köşeye yerleştirecektir. Bir zamanlar Dünyayı evrenin merkezi ve kendisini de yegâne canlı ve akıllı varlık zanneden insan, mucizevî olaylar vesilesiyle, en güçlü varlığın kendisi olamadığını, kendisinden çok üstün şuurlu varlıklar sisteminin mevcut olduğunu sezebilir, çünkü aciz kalmıştır.

3- Mucizevî olaylar insanı araştırmaya yönlendirir:

Kuşkusuz önce korku ve şaşkınlık yaratan mucizevî olaylar, düşünen/aklını işleten insanı bu olayların altında yatan yasaları keşfetmek üzere araştırmaya zorlayacaktır. Bu araştırma ise önce zihin düzeyinde bir etkinliği getirecektir. Çaba gösteren insan da, er ya da geç, süregelen cehdi ve liyakati oranında sorularına yanıt bulabilecektir.

Alıntı

Hakkında Çiğdem Sarıgül

1969 yılında Almanya' da doğdum. 1996 senesinden beri Antalya' da özel bir hava yolu şirketinde çalışıyorum. Kendimi bildim bileli bu evrendeki gerçek rolümüzü, gerçekten nereden geldiğimizi, nereye gideceğimizi araştırmaya çalışıyorum. : )

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak.

x

Check Also

buddha

DURUGÖRÜ NEDİR?

  En basit tanımıyla Durugörü: Beş duyunun dışında, eşyaları, olayları ve düşünceleri algılama ve ...