SAYILARIN GİZEMİ – Annemarie Schimmel
Neden, hemen hemen her kültürde yedi sayısı uğurlu hatta kutsal sayıdır? Neden, kediler dokuz canlıdır (yedi canlı oldukları İran hariç)? Sayılar, edebiyattan folklora ve kişisel batıl inançlara dek günlük hayatımızda çok belirgin bir rol oynar.
Annemarie Schimmel bu büyüleyici kitabında, ilk zamanlardan beri sayıların nasıl anlam ve gizem kazandıklarının izini sürüyor. Sayı sistemlerinin kökenlerine dair verdiği bilgiler hem bilgilendirici hem de eğlendirici; sayıların büyüleyiciliğinin matematiğin gelişimine koşut olarak nasıl arttığını gösteriyor.
Ama Sayıların Gizemi’nin asıl konusu, sayı sembolizmi. Annemarie Schimmel, sayı sembolizminin kaynaklarını açıkladıktan sonra 1’den 10.000’e kadar sayıların Yahudilikte, Hıristiyanlıkta ve İslamiyet’te anlamlarını Hint, Çin, Kızılderili, Aztek, Türk ve Batı kültüründen örneklerle gösteriyor. İncil’den Shakespeare’e kadar sayıların nasıl eril-dişil, kötü-iyi, uğurlu-uğursuz olarak düşünüldüğünü örnekliyor.
-1-
BAŞLANGIÇSAL VARLIĞIN SAYISI
Bir, her sayıya nüfuz etmiştir. Bütün sayıların ortak ölçüsüdür. Bütün sayıları birleştirmiştir, ister çıkartarak ister çarparak. Bir, her zaman aynı ve değişmezdir, bu nedenle kendi kendisiyle çarpıldığında yine kendisini verir. Parçası olmasa da bölünebilir. Bununla birlikte bölme parçalardan çok yeni birimler doğurur. Ama bu birimlerin hiçbiri bütün birimden daha küçük veya daha büyük değildir ve en küçük parçası kendi bütünlüğü içinde kendisidir yine.
Gizemli Bir’in niteliklerinin, ortaçağ gizemcisi Agrippa von Nettesheim tarafından 1500 civarında yapılan bu betimlemesi matematiksel olarak doğru kabul edilmese de, 1’in dinsel geleneklerdeki önemini göstermeye yarar.
Geometrik olarak nokta ile gösterilen 1, Pisagorcular ve onların etkisi altındaki düşünürlerce gerçek bir sayı olarak ele alınmamıştır, Çünkü Euclid’in kabulüne göre bir sayı birimlerin oluşturduğu bir toplamdır. 1, sayıların ilk başlangıcı olduğundan, tek sayı bile olsa, eril ilkeye biraz daha yakın dursa da, hem eril hem de dişil olarak görülür.
Eril bir sayıya eklendiğinde sonuç dişil bir sayı olur, örneğin; 3 + 1 = 4, 4 + 1 = 5. Bir, başlangıçsal Bir’in, bir ikincisi olmayan ilahinin, kutuplaşmamış varoluşun simgesi oldu. İlişkiyi, bütünlüğü ve birliği kapsar ve kendi içine dönüktür, ama yaratılmış bütün varoluşun ötesinde durur. Gerçek birlik kavranamaz, ama bununla birlikte mümkün olabildiğince kendisi hakkında düşünen bir Ben’dir, ortada bir dualite mevcuttur: gözleyen ve gözlenen.
Kutupsallık tanımanın özüdür. Sıfatlarla nitelenen yalnızca kutupsallıktan dolayı tanınabilir. Büyük ve küçük, yüksek ve derin, acı ve tatlı – bütün bu nitelikler bir sıralama sistemiyle bağlantılıdır. Bununla birlikte ilahilik kutupsallığın ötesindedir; mutlak varoluştur, herhangi bir sıralama sistemiyle bağlantısızdır.
Kadim Çinde’de, Bütünü, Mükemmeli, bütün kutupsallığın ötesindeki Mutlak’ı temsil eden 1’e dair benzer görüşler ileri sürülmüştür. Bir, ilahiliğin ideal sembolüdür, çünkü ilahilik ruhtur ve çoklukla birlikte olmaya zorunlu olan maddi niteliklerle hiçbir ilgisi yoktur. Böylece 1’in zıttı yoktur ve görünüşte tanrıya karşıt olan olumsuz ilke bile en sonunda iptal olur ya da Birlikle bütünleşir. 1’e gelince, Tanrı, Bir’in kendi varlığı içinde benzersiz olması gibi Mutlak Bir’dir.
Alman Protestan gizemci Valentin Weigel 1’in gizemini güzel bir deyişle tanrının sayısı olarak ifade etmiştir. “Bir, bütün sayıların, 2, 3, 5, 10, 100, 1000’in sonucu ve kavranışıdır. Böylece 1’ in bütün sayıların iç içe geçmişi olduğu ve 2, 3, 5, 10, 100, 1000’in iç içe geçmişin açılmasından başka bir şey olmadığı söylenebilir. Tanrı’yı ilk sayıyla ve yarattıklarını diğer sayılarla karşılaştıracağım, çünkü Tanrı birdir ve çünkü yarattıkları kendi içinde iki katlıdır ya da iki niteliği vardır, oysa bir kendi kendisiyledir.
Müslüman gizemciler açısından, Allah’ın adının ilk harfinde olduğu gibi, Arap alfabesinin ilk harfi olan elif harfinin sayısal değerinin 1 olması, onlara, her edebi düzeyde sözcük oyunu ve kinaye için olağanüstü bir olanak sunmaktadır. Bütün bilgelik ve bilgiyi kendi içinde barındırdığına göre alfabenin ilk harfini ve sayısal değerini bilmek yeterli değil midir? Bir [Tek] Tanrı’yı bilmeye ulaşmış kişinin başka hiçbir şeye gereksinimi yoktur.
-2-
KUTUPSALLIK VE BÖLÜNME
İki kuşkudur, anlaşmazlıktır, uyumsuzluktur, çekişmedir, çift cinsiyettir, iki daldaki ikiz meyvedir, tatlı ve acı.
Rückert, didaktik epik şiiri Brahmanın Bilgeliğindeki bu zekice sözcük oyununu, 2 sayısının birçok olumsuz özelliğini dolaylı yoldan söylemek için uydurmuştur. Dinsel geleneklerde 2, ayrılma, mutlak ilahi birlikten ayrı düşme anlamına gelir ve böylece de yaratma sözcüğüyle bağlantılı bir sayıdır. Valentin Weigel’in 16.yy.’da söylediği gibi, “yaratılan kendi içinde iki katlıdır.”
Hayatın her alanında ikiye bölmelerin, çiftlerin ve ikili yapıların ağırlıklı konumu gözlenebilir. Bununla birlikte bunun, bütünüyle olumsuz bir uyumsuzluğa işaret etmesi gerekmez. Tartışmanın, birisinin kendisinden çok başka birisine hitap etmesinin olanaklı olması açısından, Ben ve Sen arasında bir gerilim, ölümcül olduğu kadar verimli de olabilecek bir gerilim içerir. 2’nin geometrik ifadesi olan çizgi birleştirdiği gibi ayırır da.
Ben ve Sen’in karşılaşması, tam da doğasından dolayı, bir zıtlık içerir ve böyle bir zıtlık, insan Ben, mutlak, benzersiz ilahi Sen’le karşılaştığında daha da belirginleşir. İlahi Bir’e gerçekten zıt bir şey düşünmek olanaksızdır. Böylece 2, çelişki ve antitez sayısı ve mantıksal olarak ilahi olmayan bir sayı olur.
Bu değerlendirmeler okunurken esoterik ve gizemci bakış açısından 1 + 1 = 2 matematiksel eşitliği düşünülmemelidir, çünkü Bir tekrar edilemez ve varlığı iki misli yapılamaz. Bir tanrı artı bir tanrı iki tanrı yapar, bu da artık edebi, benzersiz Bir idealine karşılık gelmez. Bu nedenle, 2 daima, ilahi birlerden ziyade iki görece birimin karşılaşmasının simgesi olmuştur.
İki yalnızca yaradılışta devreye girmektedir, çünkü kutupsallık olmaksızın maddi yaşamın var olamayacağını ifade eder. Elektrik akımının bir pozitif bir de negatif kutba gereksinimi vardır ve hayvanların hayatı nefes alıp vererek ve yüreğin daralması ve genişlemesiyle sürer; 2 yaratılanlar dünyasındaki bütün görünüşlerle bağlantılıdır.
Bütün yapıtlarıyla kutupsallığın gizeminin farkında olduğunu gösteren Goethe’nin saf İslami bir imgeyi kullanarak yazdığı gibi;
Nefes almada iki kat şükran vardır
Sizi sıktığı için Tanrı’ya şükran etmelisiniz
Ve sizi rahatlattığı zamanda aynı şekilde
Kabalistik gizemcilikte olduğu gibi, İslami Sufiler de, hem Yahudi hem de Arap alfabesinde sayısal değeri 2 olan ikinci harf, b’de, yaratılan dünyaya bir gönderme olduğunu keşfetmişlerdi. İncil’in b’reshit, “Başlangıçta…” ile başlaması gibi, Kur’an da Bismillah, “Allah’ın adıyla…” ile başlar; her iki durumda da kutsal kitabın ilk harfi yaratılış harfi b‘dir.
Belki de hayatın dayandığı temel karşıtlığını göstermenin en dahiyane yolu Çin dinindeki aktif ve pasif, erkek ve dişi, doğurtan ve doğan, gündüz ve gece demek olan yin ve yang’da bulunur ve var olan tümleyici ilişkileri ifade eder. Bu ilişkiler aşırı incedir ve hem kozmik hem de insan ilişkilerinde ortaya çıkar.
Böylece en göksel varlık ve en yüksek hükümdar yang ilkesinde ortaya çıkarken; ay, su ve imparatoriçe yin ilkesiyle bağlantılıdır. Yin ve Yang, her yerde ve her zaman hazırdır ve ayrılmaz; bu nedenle içlerinden birisini mutlaklaştırmak imkânsızdır. Çin düşüncesinin bir başka alanında I Ching’in kehanetlerinde kullanılan 2 tip küçük çubuk, psikolojik kavramlara (ve bilgisayarın keşfinden çok önceki ikili sisteme) dayanan, hayli ileri bir fal bakma sanatına tanıklık etmektedir.
2 sayısı, varlığın başlangıçsal birliğinin bozulmasını ifade edene ve yaradılışın nihai kaynağından yabancılaşmasına işaret edene dek, gizemcilik eğilimli dinler onun olumsuz yönlerini vurgulamışlardır. Öte yandan “Peygamberli” dinler, Tek’te çok, yaratılanla yaratan arasındaki bu gerilimden olumlu bir değer keşfettiler; kendi amaçları açısından bu, yaratılanın ilahi Tek’le nihai birleşmesi (kendisini okyanusta kaybeden yağmur damlası gibi) değil, daha çok yaratıcı bir diyalog, duadaki Ben ve Sen arasındaki ilişkinin farkında olmak demekti.
Yaygın dinlerde özellikle Doğu’da, 2 sayısının hayli korku saldığı görülür; kimse aynı anda 2 şey yapmamalıdır, aynı günde 2 evlilik olmaz, 2 kardeş 2 kız kardeşle aynı gün evlenmemelidir. 2 akraba aile aynı odada yaşayamaz. Yahudi yasaları insanın 2 kadın, 2 köpek ve 2 domuz arasından geçmemesini ve 2 insanın bu yaratıklardan birisinin aralarından geçmesine izin vermemesini söyler.
Hıristiyan Mısır köylüleri birisinin öleceğinden korktukları için asla aynı gün, aynı kilisede 2 çocuk birden vaftiz ettirmezler. Benzer batıl inançlara Balkanların belli bölgelerinde de rastlanır; 2 kişi aynı anda aynı çeşmeden su içemez.
Dualite ve olumlu anlamda kutupsallık hayatın sürmesi için zorunlu olsa da, sayı bilimcilerin görüşüne göre 2, fazlasıyla olumsuz olup uyuşmazlık ve ayırma taraftarıdır ve parçalanmış dünyanın üstesinden gelmek için başka bir güç gerekmektedir.
-3-
KAPSAYICI SENTEZ
İnsanın 3 hakkı vardır: Özdeyiş neden “iyi şeyler üç kere olur” der ve neden psikologlar 3’ün, 2’nin bölünmesinin yol açtığı zararı giderdiğini düşünürler. Neden, Ludwig Paneth’in ifade ettiği gibi, üçleme yeni bir bütünleşmeye yol açar, önceki dualiteyi olumsuzlamaz, daha çok çocuğun erkek ve kadın olarak anne babayı birleştirici bir öğe olması gibi, üstesinden gelir.
3’ün gizemli karakteri ilk “gerçek” sayı olarak bile görülebilir çünkü geometrik bir şekil oluşturan ilk sayıdır: 3 noktadan, duyularımızca algılanabilen ilk düzlemsel şekil olan üçgen.
Wolfgang Phillip’e göre, bütün varlıklar, dalgada, radyasyonda ve yoğunlaştırmada ortaya çıktığı üzere üç kutuplu bir duygu içerir ve bizler de özsel olarak üç kutuplu olduğumuzdan, buna karşılık gelen üçlemelerde kendimizi rahat hissetmekteyiz. Bu nedenle üç şey iyi şeydir ve bu nedenle kendi etkin, orta ve pasif ilkelerimizin onlarda gerçekleştiğini ve doğrulandığını gördüğümüzde rahat ederiz.
1903’te Alman bilgin R.Müller, 3’ün masallarda, şiirde ve görsel sanatlardaki önemini açıklamaya çalıştı ve üçlülüğün öneminin doğanın gözlemlenmesinden kaynaklandığını ileri sürer. İnsan bir kere suyu, havayı ve yeryüzünü görmüştü; 3 dünyanın var olduğu fikrini geliştirdi (Alman geleneğinde Midgard, Asgard ve Niflheim denir). 3 hali bildi (yani katı, sıvı ve gaz). Yaratılan şeylerin üç grup (mineraller, bitkiler, hayvanlar) olduğunu buldu ve bitkilerde kök, sap ve çiçeği ve meyvelerde kabuk, etli kısım ve çekirdeği keşfetti.
Güneş, sabah, öğlen ve akşam farklı yön ve biçimlerde algılandı. Gerçekten de gördüğümüz ve yaşadığımız dünya 3 boyutlu olduğundan dolayı bütün deneyimlerimiz uzam (uzunluk, yükseklik, genişlik) ve zaman (geçmiş, şimdi, gelecek) koordinatları içinde yer alır.
Bütün yaşam başlangıç, orta ve sonun üç katlı özellikleri altında görülür, daha soyut terimlerle söylenirse oluş, varoluş ve yitiş; mükemmel bir bütün tez, antitez ve sentezle biçimlendirilebilir. 3 temel renk vardır; kırmızı, sarı ve mavi, bunlar diğer bütün renkleri verebilirler.
Lao-tzu şöyle der: “Tao birliği oluşturur, birlik ikiliği, ikilik üçlüğü ve üçlük her şeyi oluşturur”
3 sayısı, üç adamın yönetimi, bir sınıfta 3 öğrenci olması koşulu ve bir kararı 3 kişi birlikte alabilirden de anlaşılabileceği gibi insan ilişkilerinde de önemlidir. 3’ün bir başka yönü, 3 nokta ile işaretlenen ve 3 çizgiyle çizilen, ilk geometrik şekil olan üçgen olarak oynadığı roldür.
Lüthi’nin belirttiği gibi: “Platon üçgenlerden bir dünya kurmak istemişti.” Pisagor üçgeni kozmik anlamda “gelişmenin başlangıcı” olarak yorumlamıştır, çünkü dikdörtgen ve 6 uçlu yıldız gibi geometrik figürler üçgenden elde edilebilir. Bu önemli rol, üçgeni bir nazarlık bile yapmıştır ve insanlar sihirli amaçlar için üçgen kâğıt parçaları kullanmaktan hoşlanırlar. Bazen tam ortalarına ilahi göz çizilirdi.
Takdislerin ve duaların üç katlı liturjik yinelenişi Hindu ve İslami geleneklerde de çok iyi bilinir. Dinsel törenlerin sonunda Hindular şanti şanti şanti (huzur) ibaresini söylerler. Müslümanlar üç farklı biçimde “Allah ile” diyerek -vallahi, billahi, tallahi” yemin ederler ve kefaret için 3 günlük oruç öngörülür.
Kâhinlikte çoğunlukla 3’ ün kullanımı esas alınır; örneğin İslamiyet öncesi Arabistan’da oklarla yapılan kehanetlerde 3 ok kullanılırdı. Ayrıca şifa verici bütün formüller üç defa yinelenir.
Kırsal alanlardaki sayısız gelenek üç katlı yinelemelere dayanır: bir hayvanı eve alıştırmak için bir masanın ayağının çevresinde üç defa dolaştırmalı ya da 3 kez aynaya baktırmalıdır; 3 kutsal geceden birinde (Noel Arifesi, Yeni Yıl Arifesi, Ziyaret Yortusu) para saymak, insanın yıl boyunca parasız kalmamasını garantiler. Türkiye’de bir misafirin genellikle 3 gün, 3 hafta ya da 3 ay kalması beklenir; bu arada balığın üçüncü günden itibaren kokmaya başlayacağı söylenir.
Sorular ve bilmeceler 3 kez ya da üç parçalı olarak sorulur. Üç parçalı bilmece modelinin kökenleri büyük bir olasılıkla Sfenks’ in bilmecesine dek uzanıyordu: “Önce 4 ayaklı, sonra 2 ayaklı ve en sonunda da 3 ayaklı olan nedir?” Yanıt: İnsan!
Masallarda genellikle 3 insan, hayvan ya da eşyadan söz edilir. Çoğu kez masallardaki kahramanların 3 arzusu vardır: kural olarak üçüncü arzu, ilk iki arzunun düşüncesizce kullanılmasının izlerini yok etmek için kullanılır. Olaylar 3 gün, 3 gece, bazen 3 ay ya da 3 yıl sürer. Kimi zaman kahramana 3 içecek -süt, su, şarap- sunulur ve birisini seçmesi söylenir.
Edebiyat cephesinde, kitap adlarına şöyle bir göz atmak bile 3’ün ne kadar çok tercih edildiğini gösterecektir. ‘Bir kayıkta üç kişi’, ‘Geri gelen üç kişi’, ‘Üç kişi dünyaya karşı’. Bu ilgi yalnızca anlatı dünyasında değil, ‘…in Üç Yüzyılı’ benzeri başlıklı sayısız kitabın olduğu akademik dünyada da kendini gösterir. Derleme kitaplar çoğu kez 3 roman, 3 oyun ya da 3 yazarın birer eserini bir araya getirir. 1990 – 1991 tarihli baskısı mevcut kitaplarda “üç”le başlayan 1200’den fazla kitap vardır.
-6-
YARATILMIŞ DÜNYANIN MÜKEMMEL SAYISI
Kadim ve Yeni-Platoncu sistemlere göre, 6, hem toplamı hem de parçaları açısından en mükemmel sayıdır: ya 1 + 2 + 3 toplamıyla ya da 1 x 2 x 3 çarpımıyla elde edilebilir. Ayrıca ilk erkek sayı (2) ve ilk dişi sayının (3) ürünüdür. Psikoloğun bakış açısından en basit biçimiyle bir analiz ve sentez bileşimini temsil eder: 2 × 3. Geometrideki bütün düzlemsel şekilleri özetler (nokta, çizgi, üçgen) ve küp, 6 kareden oluştuğu için, bütün kapalı yapılar için ideal biçimdir.
Kitab-ı Mukaddes’de Tanrı’nın, yaradılışı 6 günde tamamladığı biliniyordu. Philo ve halefleri için bu hiç de şaşırtıcı bir şey değildi, Hrabanus Maurus’un söylediği gibi: “Altı, Tanrı dünyayı 6 günde yarattığı için mükemmel değildir; sayı mükemmel olduğu için Tanrı dünyayı 6 günde mükemmelleştirmiştir.”
6 günde yaratılış öğretisi haftanın 6 iş günü ve 1 dinlenme günü olarak düzenlenmesine yol açmıştır. Mantıksal olarak da çalışmayla geçen 6 yılı, bir şenlik yılının izlemesi gerektiği düşünülebilir: yedinci yıl toprak nadasa bırakılmalıdır, “toprağa dinlenmesi için bir Şabbat” olmalıdır ki yoksullar ekimden yetişeni yiyebilsinler.
Yine dünyanın yaratılışıyla bağlantılı olarak 6’nın olumlu bir değerlendirilişi Hermetik gelenekte de gözlemlenebilir. Burada, biri yukarı doğru, diğeri aşağı doğru iç içe geçmiş 2 üçgenden oluşan altı uçlu yıldız makrokozmozu temsil eder. Örneğin, kadim Hint geleneğinde, bu şekil, yaratıcı Vişnu üçgeni ile yıkıcı Şiva üçgeninin birliğini ifade eder ve böylece de maddi dünyanın yaratılışına ve yıkılışına göndermede bulunur.
Aşağı doğru olan üçgen dünyanın maddi, kötü, yıkıcı yönlerini nitelerken, yukarı doğru olan üçgen yaşamın olumlu, iyi yönlerinin sembolü olarak alınır. Altı uçlu yıldız, ruh ve madde, Tanrı ve kaos, aşkın ve içkin arasındaki karşıtlıklarla da yorumlanabilir ve yaratılmış dünya ve daha ötesi, yaşamın eril (yukarı) ve dişil (aşağı) yönlerini temsil eder.
Altı uçlu yıldızın antikitede ne oranda bilindiği ya da kullanıldığı çok açık değildir; Yakın Doğu’da kullanıldığı açıktır, ama “Davud Yıldızı”nın Yahudilikle birlikte anılışı yalnızca 17. yy.’a dek geri gider. Hıristiyan gizemciliğinde altı uçlu benzer şekilde kutupsallığı temsil eder, ama aynı zamanda burçların yarısını da temsil eder.
Kadim geleneklerde sembolik olarak anlaşılan altıgenin dünyanın inşasındaki rolü bilimsel gözlemlerle daha da netleşmiştir. Gerçekten de doğudaki ideal inşa edici ilke olarak gözükür, en açık örnekleri, ilk zamanlardan beri görenleri hayran bırakan petek ve kar tanesidir. Daha da çarpıcı olan, kimyager Kekule’nin rüyada keşfettiği benzin halkasının molekül yapısıdır: C6H6
-7-
BİLGELİĞİN SÜTUNLARI
Kişi, bu kitabın yazarı gibi ayın yedinci günü saat 7’de, 7 numaralı evde doğmamış olsa bile kesinlikle 7’nin öneminin farkında olabilir. Çok eskiden beri 7, insanlığı kendisine hayran bırakmıştır. Yedi Yaratılış sayısı adlı incelemenin yazarı Desmond Varley, kendisinden önce pek çok kişinin yapmaya çalıştığı gibi, dünyadaki her şeyi 7’ye indirgemeye çalışmıştır.
Gerçekten de 7, 4 elementi kuşatan ve duyusal güçlere karşılık gelen maddi dörtlemeyle (hava = zekâ, ateş = istenç, su = duygular, toprak = ahlak) birlikte yaratıcı ilkelerin üçlülüğünü (aktif zekâ, pasif bilinçaltı ve işbirliğinin düzenleyici gücü) içerir. 7’nin böylesi 3’ü ruhsal, 4’ü maddi iki parça ilkeye bölünmesi ortaçağ yorum biliminde de çok sık kullanılmış, birçok sanatsal çalışmanın temelini oluşturmuş.
17. yy.’da Sir Thomas Browne’a göre her yedi yıl yaşamda, bedenin ya da zihnin, bazen her ikisinin doğasında bir değişiklik yapardı. Bununla birlikte 3 dönem özellikle önemlidir: 7 × 7 = 49, 7 × 9 = 63 ve 9 × 9 = 81. 63 yaş “en yazgısal biçimde sürdürülmesi düşünülen büyük dönüm noktasıdır”
İnsan gelişiminin 7 yıllık aşamaları Arap hekim ve filozof İbn Tufeyl, felsefi romanında açıkça ifade edilmiş: yabani bir ortamda tek başına yetişen kahraman 7 yıllık aşamalarla ahlaksal ve ruhsal mükemmelliğe ulaşır.
7, Çin’de insan yaşamıyla, özellikle de dişil yaşamla bağlantılıdır: 7 aylıkken kız çocuklarının süt dişleri çıkar ve 7 yaşındayken süt dişleri dökülür, 2 × 7 yaşında ergenliğe ulaştığı “yin yolu” açılır ve 7 × 7 = 49’ da menopoz başlar. Tıbbi bakış açısından bu tamamen doğrudur ve buna, adet döneminin 7 × 4 günlük aralıklarla olduğu eklenebilir. Benzer şekilde hamilelik son adet döneminin ilk gününden itibaren toplam 7 × 40 gün sürer. Modern tıptan önce, hamileliğin yedinci ayında doğan bir çocuğun yaşayacağı, ama sekizinci ay doğanın yaşayamayacağı söylenir.
7 sayısı okült güçlerinden dolayı her şeyi varlığa geçirme eğilimindedir. Hayatın eczacısıdır ve bütün değişikliklerin kaynağıdır. Ay her 7 günde bir 4 aşamada biçim değiştirir. 7, Babil’de gezegenlerin sayısı olarak bilinirdi: Güneş, Ay, Merkür, Mars, Venüs, Jüpiter ve Satürn (aslında güneş ve ay gezegen değillerdir).
7 yalnızca Yakın Doğu’da kutsal değildi: Kolomb öncesi Amerika’da Mayalar göğün 7 katlı olduğuna inanır ve 7’ yi yer belirleme sayısı olarak düşünürlerdi. Onların inançlarına göre kadının (3) ve erkeğin (4) kavuşması yaşam bağışlanmış yeni bir birimi, 7’yi üretir. Asya ve Avrupa’da 3 ve 4’ün bu birliğinin tam tersi egemen olsa da aynı hakikate ulaşır: 7 yaşayan organizma.
İslam en baştan beri 7’nin öneminin farkında olmuştur. Kuran’a göre Allah cenneti ve dünyayı 7 katlı yaratmıştır. Hac sırasında, Mekke’deki Kabe’nin çevresinde dönmek demek olan tavaf 7 kez yapılmak zorundadır ve Safa ve Merve durakları arasında 7 şavk, gidiş-dönüş yapılır ve hac’cın sonunda Mina yakınlarında her defasında 7’şer taşla olmak üzere 3 defa şeytan taşlanır.
Hıristiyanlığın ilk dönemlerinden beri bilinen 7 Uyurlar Kuran’da da ortaya çıkar ve “sekizincisi köpekleri olan” bu dindar gençlerin adları, hem İslami hem de Doğu Ortodoks Kilisesi geleneğinde çoğu kez güzel bir kaligrafiyle yazılmış olarak nazarlıklarda kullanılır.
Kuran’ın surelerinin pek çoğunun başında bulunan Arap alfabesinin gizemli, bağlantısız harfleri arasında hm bileşimi 7 kez gözükür; bu daha sonra habibi Muhammad, “sevgili Muhammed’im” anlamında yorumlanmıştır. Kuran’ın ezberlenişinin 7 doğru biçimi vardır ve Mekke’ye hacca gidilirken hacı adayı belirli bir yerde 7 kez “Allahu ekber” (Allah her şeyden büyüktür) diye haykırır.
7, Sufilerce özellikle çok sevilir. Geç dönem Sufilik, gizemcilerin ruhsal güçlerini, üzerinde yoğunlaştırdıkları bedenin 7 letafet‘inden, hassas noktasından söz eder; bunlar Hint gizemcilik sistemlerindeki chakra ‘yla (çakra) bir paralellik taşır. Sufiler, letafet aracılığıyla derin düşünmeye dayanan kesintisiz duaları sırasında bilincin daha yüksek ve yüce düzeylerine ulaşabilirler. Bu letafet, Tanrı’nın, Âdem’den Muhammed’e kadar 7 büyük peygamberde kendisini dışa vuran 7 temel niteliğiyle ilişkili görülür.
Popüler deyimler 7’yi içeren deyişlerle doludur. İran’da kediler 7 canlıdır ve yavrularını 7 defa farklı yerlere taşırlar. İranlı, olumlu ya da olumsuz bir şeyden söz etmeden önce şöyle diyebilir: “Onunla (dinleyiciler) arasında 7 Kur’an (ya da 7 dağ) var sanki.”
Kitaplar ve masallar çok sık olarak yedili oluşturacak şekilde derlenirler; Sinbad’ ın 7 yolculuğu gibi. Özellikle Farsça eserler adlarının çağrıştırdığı gibi coğrafi incelemeler olmayıp edebiyatın farklı türlerine ait risaleler de adlarını 7’ nin bütünlüğü ile ifade edildi.
7, Hindistan’da çok sık ortaya çıkmıştır. Gerçekten de 7, 3’ün yanı sıra, Vedalar’daki en önemli sayıdır. Özellikle de 7 eşi, annesi ve kıs kardeşi, 7 alevi, ışığı, dili olan, kendisine yedi katlı şarkılar adanan ateş tanrısı Agni ile bağlantılıdır. Fırtına ve yağmur tanrısı Indra “7 katil”dir ve dünya 7 kısımdır, mevsimler 7 tanedir ve cennette 7 orman bulunur, okyanusun 7 en derin yeri vardır ve ortak merkezli 7 kıtadan söz edilir.
Kadim Hintlilerin 3 ve 7’ye duydukları bu yakınlık, Rigveda’da iki sayının kombinasyonunda da görülür: 7 ırmak 21’e çıkar ve ineğin bile 3 × 7 adı vardır. Böylesine önemli bir sayının ayinlerinde de kullanılmış olması çok doğaldır – örneğin evlilik ayininde ateşin çevresinde 7 adım atılır.
Böyle kadim Hint kavramlarının Budizmden alındığı açıktır. Yeni doğan Buda, bunun son doğuşu olduğu gerçeğini ifade etmek için 7 uzun adım atar. Arınmayı 7 yıl boyunca arar ve meditasyon için altına oturmadan önce Buda ağacının çevresinde 7 tur atar.
Yaygın kullanımından dolayı 7, “çok” anlamına gelen belirsiz yuvarlak bir sayı olmuştur. Yorumcu Donatius Tyconius Kutsal Metinlerin Yorumu İçin Yedi Kural adlı incelemesinde stereotip sayının sembolik olarak ele alınması gerektiğini ifade etmiştir. İşte bu nedenle çok sık bir biçimde 7 rüzgâr, 7 deniz, 7 iklim, 7 çağ ya da Doğu geleneklerinde 7 çöl ve dünyanın 7 harikasına paralel olarak 7 en bilge insanla karşılaşırız. Masallar da karşımıza çıkan Hydra’nın 7 başı vardı, Ajax kalkanı 7 kattı ve 7 dağın arkasındaki 7 cüceler ayrıca 7 kuzgun, 7 küçük keçi ya da beyaz atlara binmiş 7 atlı vardır.
Ve son olarak bir Arap atasözü, asla fazla alınmaması gereken 7 şeyden söz eder: “iyi yüreklilikle önerilen ekmek, kuzu eti, soğuk su, yumuşak elbise, güzel koku, rahat yatak ve benzeri güzel her şey.”
-9-
BÜYÜTÜLMÜŞ KUTSAL 3
9 sayısı çeşitli biçimlerde yorumlanabilir. Bazen 9 acı ve kederle eş gören olumsuz özellikler içerdiği söylenebilir. 9 acı çekme ile bağlantılıdır; Çünkü İsa günün dokuzuncu saati (güneşin doğuşundan itibaren, yani öğleden sonra 3’te) ölmüştür.
Klasik antikiteden beri bilinen başka bir yorum türü de, 9’un mükemmelliğe yakınlığını vurgulamaktır: Truva 9 yıl kuşatılmıştır ve Odysseus aynı sürede seyahat etmiştir. Dante yorumlarında bulunan Meleklerin 9 sıralanışı mükemmel 3’ün yansıması olarak düşünülebilir, bu da her şeyi saran Tanrısal Birlik’in mükemmel 10 biçimini almasıyla tamamlanabilir. 9’un bu “cennetsel” yorumunun bir başka yanı da 8 + 1’den türetilebilecek olan, çoğaltılmış ve zenginleştirilmiş olan sonsuz mutluluktur.
Çin geleneğinde 9 esas olarak cennet ve kozmolojik sorunlarla bağlantılı olsa da, insan bedeninin 9 açık ucuyla ve 9 tür uyumla da özdeşleştirilir. Bilge üstat Lao-Tzu’nun 9’un önemini vurgulamak için, annesinin ona gebe kalışından 9 × 9 yıl sonra doğduğu söylenir.
Çinliler gibi Moğollar ve Türkler de 9 sayısını çok severlerdi. Türklerin önde gelen kabilelerinden birisi Dokuz Oğuzlar olarak bilinirdi. İnsanların önünde 9 kez eğilmek zorunda oldukları Moğolların Büyük Han’ı 9 sancakla ya da Cengiz Han’da olduğu gibi 9 Tibet öküzü kuyruğuyla kendisini belli ederdi.
9 Göksel küreden söz eden Türkler, “9’dan öte hiçbir şey yoktur” derler. Bununla birlikte bu sayının daha önemli bir rolü vardır; ortaçağ Arap kaynaklarının aktardığı gibi 9’lu hediyeler vermek adettir ve dokuz basitçe “hediye” anlamına gelirdi, çünkü -Moğol Hindistan’da bile- hediyelerin 9 parçadan oluştuğu varsayılırdı. Kırım Tatar Hanlığı’nın hükümdarları bile 9 × 9 = 81 parça hediye alırdı.
Verilen bütün bu örneklerden sonra 9’un Türkçede yuvarlak bir sayıya dönmesi anlaşılabilir bir olgudur. Örneğin “9 ayın çarşambası hep birlikte gelir” demek insanın üstlendiği işin güç bela tamamlanabilecek kadar artmış olması demekti. “9 düğümle” bağlanan şeyler iyi korunuyordur. Dokuz köyden kovulan birisi her yerde düşüncesizce konuşan bir garibandır.
9’un önemi İngilizcede ve biraz azalarak da olsa Almanca deyimlerde de korunmuştur. Böylece bir insan yapmak için 9 terzi gerekir; Alman masallarında 99 minik terzi ortaya çıkar ve bu terzilerden birinin “Seni kahvaltı niyetine 9 defa yerim” diye tehdit etmesinin zayıf birisinin sefil bir ifadesi olduğu kolayca anlaşılabilir.
9 sayısı Kelt ve Alman masallarında ve mitlerinde çok sık ortaya çıkar. Kral Arthur, babasının gücünün dokuzuncu kısmıdır; 9 kral ona saygılarını sunmuştu ve 9 kâhyası vardı; 3 × 3 gün hapse atılmıştı. Bir öyküde Alman kahraman 9 gün ve gece suyun altında soluğunu tutar ve aynı süre boyunca uykusuz kalır; mızrakla vuruşu başkalarının 9 mızrağı kadar güçlüdür. Fareli Köyün Kavalcısı’nın çocukları flütünün dokuzuncu tonuyla büyülediği söylenir. Herkes kedilerin 9 canlı olduğunu bilir.
Roger Bacon’a göre, yıldız falının dokuzuncu burcu yolculuğa ve seyahat etmeye, dine, inanca ve ilahiliğe gönderme yapmaktadır. Tanrı’ya tapmanın, bilgeliğin, kitapların ve kutsal metinlerin burcudur ve genellikle “büyük talih” diye bilinen Jüpiter’in hükümranlığı altındadır. Bu nedenle 9, belirli koşullar altında, şans getiren bir sayı olarak düşünülebilir.
-10-
TAMLIK VE MÜKEMMELLİK
Sayma işlemini yaptığımız parmakların sayısı olduğu için eskiden bu sayıya yüksek paye verilirdi. Romalı Şair Ovidius böyle söylüyor ve en azından bizim geleneğimizde 10 parmak, bildik onlu sistemin temeli olarak işe yaramış gözükmektedir. Gerçekten de W.Hartner’in göstermiş olduğu gibi, antik dönemdeki sayma sistemlerinin çoğunun da temeli olmuştur.
Örneğin eski Mısır’da, Lotus çiçeği işareti 1000 ve sandal işareti de 10.000 anlamına gelirdi. Pisagorcular için 10’un önemi her türlü kuşkunun ötesindeydi, her şeyi kapsayan, her şeyi sınırlayan “ana” olarak kabul edilirdi. İlk dört sayının toplamı olduğu için (1 + 2 + 3 + 4 = 10) asli bir varlıkla, açılımın kutupsallığıyla, ruhun üçlü etkinliğiyle ve 4 elementte gördüğümüz gibi maddenin dörtlü var oluşuyla bağlantılıdır. Yani 10 her şeyi içermektedir. 10’da çok katlılık daha yüksek bir düzeyde yeniden birliğe döner. 10’un yeni birçok katlılığa doğru ilk basamak olması 100 ile başlayan başka bir basamağa yol açar ve bu böyle devam eder.
İlahi varlık olarak gnostik anthropos’un (insan) kendi içinde 4 elementi taşıması ve 10’la bağlantılı olması “mükemmellik” anlamına gelir, çünkü ilk dört sayının toplamıdır: 1 + 2 + 3 + 4.
Mistik biçimde söylersek, 100 ve 1000’in aynı olması gibi 1 ve 10 aynıdır. 10 çok katlılıktan ortaya çıkan birliği temsil ettiği için Aristoteles 10 kategori olduğunu söylemiştir ve aynı duygu, bilgelik kitaplarını ve sözleri onlu gruplandıran birçok gelenekte de yansır: Örneğin; Hindistan’daki 10 kitaplı erken dönem Rigveda ya da Musa’ya verilen 10 Emir.
Budizm’de de 10 emir vardır, 5’i rahipler için, 5’i rahip olmayanlar için ve İslam gizemciliği tarihindeki Sufiler için en eski kural 10 kısımdan oluşur ve 11.yy. başlarında Ebu Said-i Ebu’l-Kayr tarafından geliştirilmiştir.
Yahudi geleneği her zaman 10’un merkezi rolünün farkında olmuştur. Yalnızca İsrail’e verilen 10 Emir değil, Zohar‘da söylendiği gibi dünya 10 sözcükle yaratılmıştır. Tekvin 1’de şu en az 10 kere söylenmiştir: “Ve Tanrı konuştu.” Âdem ve Nuh arasında 10 kuşak vardır. 10’un olumsuz bir özelliği çok nadir ortaya çıkar, Mısır’daki 10 felaket gibi.
10’un yalnızca aşırı gizemci özelliklerinin üzerinde durmak ve çok pratik bir özelliği olan ondalığı unutmak haksızlık olur. Doğal olarak Hıristiyan yorumcuların da 10’u kullanmaları gerekmiştir. O zaman şunu sordular: Roma rakamı X = 10, İsa’nın haçına, Yunanca Xristos olarak yazılan adına ve de 10 Emir’e bir değil de nedir? Ayrıca İsa’nın adının ilk harfi olan İota‘nın sayısal değeri 10’dur.
10 İslami gelenekte de rol oynar. 5 içsel duyu 5 dışsal duyuya karşılık gelir ve Hz. Muhammed, ilk Müslümanlar arasında “cennet vaat edilmiş 10 kişi”den söz etmiştir. Bunların adları çok sık olarak sekizgen biçimindeki muskalara yazılmıştır (tipik olarak göksel çağrışımları olan biçim). Türk bilginler, onuncu Osmanlı İmparatoru Kanuni Sultan Süleyman’ın hicretin onuncu yüzyılının dönümünde doğmuştu. Büyük bir yönetici olarak ona 10 erdem atfetmek kolaydı; fethettiği şehirler ve ülkeler onun katları ile ifade edilir ve ülkesindeki şair ve hukukçular da 10 ya da 10’un katları kadardır, yani ideal mükemmeliyet sayısına ulaşılmıştır.
-12-
KAPALI DAİRE
12’nin çok büyük bir anlam ve etkinlikler dairesi olduğu söylenir. 12 her şeyden önce 3 × 3’ün sonucu olarak görülebilir, yani ruhsal olanla maddi olanın bir kombinasyonudur; ikinci olarak iki önemli sayının 5 + 7’nin toplamıdır. 12’nin ilginç yanı burçlar kuşağının gözlemlenmesidir. Kadim Babil’de çok iyi bilindiği gibi ay 12 noktadan geçerdi, tabii güneş de. Ayrıca antikiteden beri bilinen 12 kuzey, 12 de güney yıldızı vardır. 12’li sistem üzerine kurulan yıl, 12 aya bölünmüştür.
Etrüks kültüründe ortaya çıkan burçlar kuşağının 12 burcu büyük bir olasılıkla sayısız miti, efsaneyi ve masalı etkilemiştir; bu kültürde tanrılar, kahramanlar ve önemli şahsiyetler 12’li gruplar halindedir ve zaman 12 saat, gün ya da yılla belirtilir genellikle.
Çeşitli kadim kültürlerde, 12 sayısı, mitolojilerinde bulunan inanılmaz büyük sayıların temelini oluşturur. Örneğin; Kolomb öncesi kronolojinin en önemli sayısı olan baktun 144.000 günden oluşurdu ve Babil’de 12 yılın katlarıyla Tufan’dan önceki 432.000 yıl elde edilir. Pek çok başka büyük sayı gibi bu da kadim Yakın Doğu sistemlerinin esasını oluşturan 60 sayısından türetilebilir.
Kadim Çin’de 12 burcu olan burçlar kuşağı iyi bilinmekle kalınmaz, 12 aydan oluşan yıl da bilinirdi, ama onlu dizi bu on ikili diziyle bütünleşikti- tam olarak Babil’de altılı sistemde olduğu gibi. Gün 12 saat sayılırdı ve Jüpiter’in her 12 yılda bir gerçekleşen turunu tamamlayışı törenlerle kutlanırdı.
İslami bağlamda 12’nin önemi, Yahudi-Hıristiyan geleneğinde olduğundan daha az belirgindir. Babil ve Yunan astronom ve müneccimlerini izleyerek burçlar kuşağının 12 burcunu incelemeyi sürdürmüşlerdir. 12 burcun 3 gruba bölünebileceğini keşfetmişlerdir; İlkbahar, yaz, sonbahar ve kış her birisi için yalnızca 3 burç yoktur, ayrıca 3 ateş burcu (Koç, Aslan, Yay), 3 su burcu (Yengeç, Akrep, Balık), 3 hava burcu (Terazi, İkizler, Kova) ve 3 toprak burcu (Boğa, Başak, Oğlan) vardır.
Akademik ya da edebi kitaplardaki 12 kısma ya da 12 bölüme bölmek Müslüman yazarlar arasında sıkça görülür. On ikili sistem, çoğunlukla altılı sistemle bağlantılı olarak kültürlerimizi daha derinden etkilemiştir. Kutulama, ölçme ve tartma ölçüleri baskın olarak 12’li birime dayanır.
-100-
Yüz, mükemmelliğin büyük yuvarlak sayısıdır. Kutsal 10’un karesi olarak Helenistik dünyada mükemmel İyi’ye işaret eder. “100 kere” onlu sistemde “çok sık” anlamına gelir “Bunu sana 100 kere söylemedim mi?” . Çincedeki “100 ağız” deyimi ise tam olarak birisinin bakmakla yükümlü olduğu kalabalık bir aile anlamına gelir.
-360-
360 sayısı, dairenin dereceleri ve yuvarlak yılla bağlantılı olarak hayli önemli bir sayıdır. Bu nedenle çok kullanılmıştır, örneğin bir Veda tapınak ayininin sunağı 360 taştan yapılmıştır.
-1001-
1001, 41 ve 101 gibi, büyük sayıların aşılması ile 1001 “sonsuzluk, sınırsızlık” anlamına gelir. En bilinen örnek Bin bir Gece Masalları ilk aklımıza gelendir. Lao Tzu’nun “1’den 2, 2’den 3 ve 3’ten 10.000 şey çıkar.” ifadesiyle bu sayı evrendeki görünümlerin sonsuz çokluğunu ve ayrıca da ölümsüzlüğü simgeler.