Ezoterik/Gizli Bilgiler
KUNDALİNİ – Uyuyan yılan
Kadim zamanlardan beri aydınlanmayı hedefleyen sayısız öğreti, yöntemde farklılık gösterseler de, temelde Kundalini enerjisinin uyarılması ve devindirilmesine yönelik çalışmalar içerir. Kundalini, sembolik olarak omuriliğin dibinde üç buçuk kez kıvrılmış uyuyan bir yılan şeklinde gösterilir.
Kundalini sözcüğü de, spiral anlamına gelen “kundal” kelimesinden türemiştir ve uyarıldığında bu enerjinin spiral şeklinde, yılan gibi hareket edip yükseliyor olmasından esinlenmiştir. Çeşitli kaynaklarda tanımlandığı biçimiyle, yaşam enerjisi bedende üç ana kanal boyunca hareket eder. Sol ve sağ kanallar İda ve Pingala, omurilik boyunca uzanan üçüncü kanalın Sushumna çevresinde tıpkı bir asa etrafında dolanan iki yılanı içeren modern tıbbın sembolü Kadüste olduğu gibi spiral şeklinde dolanırlar.
Bu iki kanal, eril (Pingala) ve dişil İda), pozitif ve negatif, sıcak ve soğuk, objektif ve subjektif, dışsal ve içsel gibi niteliklere tekabül eder. İşte tekâmül, bu kanallardaki enerjilerin dengelenmesi sürecidir. Orta kanal ise aydınlanma kanalıdır. Üç ana kanal kuyruk sokumunda bir araya gelir. Eğer yaşam enerjisi sol ve sağ kanallardan dengeli olarak bu noktaya inerse, “Uyuyan Yılan” ı uyandırırlar ve Kundalini orta kanaldan yukarıya doğru yükselir.
Kundalini enerjisi yükselirken çakraları aktive eder. Enerji hareketi esnasında çark gibi dönen bu merkezler, Sanskritçe “çark” kelimesinden türemiş “çakra” kelimesi ile tanımlanırlar. Kundalini yükseldiğinde çakralar boyunca hareketini sürdürür ve birer birer çakraları aktive eder. Eğer bir çakrada tıkanıklık söz konusuysa, Kundalini’ nin rahat akamamasından dolayı, o çakraya ilişkin psişik ve fiziksel sistemlerde rahatsızlık baş gösterir.
Yani bir bakıma kişinin arınmışlık seviyesine bağlı olarak Kundalini’ nin hareketiyle belli bir çakraya atfedilen niteliklerin olumlu veya olumsuz yanları tezahür eder. Bu nedenle Kundalini hareketi kişinin ruhsal sürecinde engel oluşturan ana unsurları tespit edebilmesi adına çok önemli bir süreçtir.
Nadi Sistemi
Nadi‘ler fizik bedendeki nöronlar, yani sinir lifleri gibidir. Eterik bedende Prana’ nın akışını temin eden kanallardır. “Nadi”, kelime olarak “su kanalı” anlamını taşır. Bu kanalların sayısı, Tantrik öğretiye göre 350 bin civarındadır. İçlerinden on dördü ana kanal sayılır. En önemlileri ise üç tanedir: İda, Pingala ve Sushumna. Sushumna, omurilik doğrultusundaki esas kanaldır. Bunun üzerinde, az önce bahsettiğimiz ilk altı Çakra yer alır. Sushumna’nın solunda İda kanalı, sağında da Pingala kanalı paralel olarak yükselir. Bu üç kanal için aşağıdaki şekle bakınız.
Şekilde, İda ve Pingala’nın Çakraların etrafında dolanarak yükseldiği görülmektedir. Bu şemanın anatomik bir resim olmaktan ziyade tasviri olduğunu unutmamak gerekir. Esasında, süptil bedene ait olan bu sistemin teşhisi Yoga metoduyla olmaktadır ve çizilen şekle nispetle çok daha karmaşıktır. Burada basite icra ederek bir fikir versin diye şematik bir şekle sokuldu.
Yoga’nın Esasları
Laya-Yoga ve Kundalini-Yoga, insan bedeninin süptil kısımları üzerinde yapılan çalışmalara yöneliktir. Yine bir Hintlinin söylediği gibi: “İnsan sadece gölgesi olan bir şey değildir.” Hâlbuki akademistler insanı yalnız fizik bedenin bir sonucu olarak görmeye alıştıklarından, onun “gölgesini” oluşturan tarafını incelemek zorunda kalmışlardır. Bhagavad-Gita‘ ya göre, insanın benliğini örten üç “elbisesi” vardır: Akıl bedeni, his bedeni ve fizik bedeni. Bu üç elbiseyi kullanmasını bilen kişi, “babasının” evine dönmeyi becerirmiş, o kitaba göre.
Fizik beden üzerinde bu üçlü ayırımı şu şekilde belirtmek mümkündür: Karın, göğüs ve kafa. Karın bölgesi karaciğer ile göğüs bölgesi kalp ile kafa bölgesi beyin ile belirlenir. Bu bölgelerin fizyolojisini bilen kişi, üç bedenin nasıl çalıştığını da benzetme yoluyla anlayabilir. Her üç bölgeyi birbirine bağlayan da belkemiği olmaktadır. Kafatası içindeki beyin, hipofiz ve pineal bezleri ile birlikte diğer iki bölgeye omurilik vasıtasıyla hâkim durumdadır. Aralarındaki diyafram ile ayrılmış bulunan göğüs ve karın bölgesi de karşılıklı olarak birbirini etkileyen bir çalışma şekline sahiptir.
Göğüs bölgesinde akciğerler ve kalp, karın bölgesinde de karaciğer, mide, pankreas, dalak, bağırsaklar, böbrekler, mesane ve en altta da cinsel organlar bulunur. Bu bölgelerin anatomi ve fizyolojisini iyice öğrenmek ve beyin-omurilik sistemini detaylı olarak bilmek, Laya-Yoga ile uğraşacak bir kimse için son derece önemlidir.
Bütün bu üç bölgeyi birleştiren belkemiği, 33 vertebradan oluşur ve içinden geçen omuriliği korur. Kafatası, bu belkemiğinin üstüne yerleşmiş olarak, içindeki beyin kompleksini belkemiğindeki omurilikle irtibat kuracak biçimde muhafaza eder. Bedene dağılan bütün sinirler de bu beyin-omurilik sisteminden çıkmaktadır. 33 kemikten oluşan belkemiğine karşın, kafatası 22 kemikten ibarettir.
Göğüs bölgesinde, akciğerler nefes ile kalp kan ile ilgili faaliyeti yürütür. Karın bölgesinde ise, sindirim ve boşaltım işleri yapılmaktadır. Nefes ile alınan Prana’ nın kana intikali göğüs bölgesinde meydana gelir ve bunun neticesi de karın bölgesinde ortaya çıkar.
Prana, canlıyı cansızdan ayıran hayat prensibidir veya hayat nefesidir. Kelimenin kökü “an” (teneffüs etmek) olarak beş şekilde ortaya çıkar: Prana, ağız ve burun yoluyla teneffüs. Apana, alınan nefesin aşağıya inişi. Samana, nefesin göbek merkezi etrafında dolanışı.
Udana, gırtlaktan yükselerek başa çıkışı. Vyana, oradan bütün vücuda yayılışı. Bu nefes kavramını Semitik tariflerde de sık sık görmek mümkündür: Adem’ in burnundan üflenen hayat nefesi gibi.
İnsanın üç bedenden oluştuğu düşünülmüştür: Karana-sarira, mental beden. Linga-sarira, astral beden. Jiva-sarira, et beden. Bu üç beden veya form, ait oldukları mental, astral ve fizik ortamlara uyum gösterecek özelliktedir. Mental bedenin ötesinde daha süptil bedenler de vardır. Astral beden ile fizik beden arasında da Prana‘ nın işleyişini mümkün kılan bir eterik beden bulunmaktadır.
Bu kanallarda akan şey Prana, yani hayat enerjisidir. Prana’ yı kontrol edebilmek için teneffüse hâkim olmak gerekir. Fakat nefes yoluyla alınan şey Prana değildir. Nefes yoluyla ancak havayı ciğerlerimize çekeriz ve veririz. Bu havanın kafatası içindeki boşluklarda yarattığı sirkülasyon, Prana’ nın Agneya Çakrasında iki unsura ayrılmasını ve nefesin içeriye çekilmesi de Prana’ nın iki nadi vasıtasıyla aşağıya inmesini sağlamaktadır. Kısaca, nefes alıp vererek Prana’ nın süptil bedene intikalini temin etmiş oluruz. Yoksa teneffüs yoluyla içimize Prana girmez, giren şey sadece havadır. Bu olayı bir çeşit indüksiyon olarak düşünmek mümkündür.
Böylelikle, İda ve Pingala kanallarında dengesiz olarak Muladhara Çakrasına kadar gelir. Bu geliş esnasında diğer Çakraların içinden geçerken, Çakraların ilgili olduğu özellikler çok az uyarılır ve kişi bu uyarının cinsine göre fizik bedeninde bir değişiklik ve hissi dengesinde bir dalgalanma duyar.
Hissi şokların sayısı arttıkça, Çakralar büsbütün çalışamaz olur ve Nadiler’ de daralmalar meydana gelir. Bunun sonunda, Prana’ nın akışı bazı bölgelerde tıkanır ve süptil bedenin o kısımları enerjiden yoksun kalır veya biriken enerji istenmedik yerlerde yoğunlaşır. Bu dengesiz hâl derhal fizik bedene intikal ederek çeşitli ruhsal ve bedensel hastalıkların ortaya çıkmasını sağlar. Aynı biçimde, fizik bedene giren zararlı bir madde, kimyasal veya fiziksel yoldan tahribat meydana getirerek, bir çeşit feed-back oluşur ve Çakralar arızalanır.
Yoga tatbikatının ilk iki aşamasını başarabilen bir kimse, önce kendisine bir Asana seçer. Asana, fizik bedenin hangi şekilde duracağını gösterir. Bu duruşta dikkat edilecek nokta, Çakraların durumudur. En elverişlisi, Muladhara Çakrasının yere tam olarak temas etmesini sağlayıp, diğerlerinin dikey bir şekilde sıralanmasını temin etmektir. Bunun için perine bölgesi, yâni leğen kemiğinin ön iki ucu ile kuyruk sokumu arasında kalan üçgen bölge yere tam olarak temas eder. Sonra, bağdaş kurma şeklinde, sol ayak topuğu sağ kasığa, sağ ayak topuğu sol kasığa yerleştirilir.
Bu sayede, Muladhara’dan aşağı inen Nadi’ler kapalı bir devre oluşturur. Dik durmak suretiyle de Sushumna’ nın serbest çalışması temin edilir. Bağdaş kurmak şart değildir. Mühim olan, aşağı Nadi’ lerin açılan uçları Muladhara’ ya değmiş olsun. Kolların durumu da seçilen Mudra’ ya göre belirlenir. Mudra, ellerin almış olduğu şekildir.
Asana’ yı sağladıktan sonra, Pranayama’ ya geçilir. Pranayama, nefes alıp vermeyi ritmik bir hale getirip Prana’ yı kontrol etmeye yarar. İda ve Pingala kanallarında Prana’ nın akışı düzenli bir hale geldikten sonra, sıra Kundalini’ nin uyarılmasına gelir.
Agneya Çakra Sirkülasyonu
Asana ve Pranayama devam ederken, Yogi aldığı nefesi tutma süresini diğerlerine oranla gitgide uzatır. Bu işlem, Prana’nın Muladhara üzerinde birikmesine ve bu çakranın tabanında iki ayrı kanaldan gelerek yoğunlaşmasına sebep olur. Bu birikim arttıkça, Yogi Kundalini’ nin kıpırdadığını hisseder. Bu safhada Pratyahara aşaması uygulanır. Yani dış dünya ile bütün irtibat kesilir ve Agneya Çakrasında İda ve Pingala kanallarına giren Prana’ nın eşit ölçüde olması temin edilir. Agneya Çakra sirkülasyonu bunu sağlar. Eşit ölçüde iki kanaldan aşağıya inen Prana, Apana karakterine bürünerek Muladhara Çakrasının tabanında karşılaşır ve bu kinetiğin yarattığı potansiyel, Kundalini‘ nin uyanmasına sebep olur.
Kundalini’ nin uyanması, bir çeşit zincirleme atomik reaksiyon tarzındadır. Kontrol altında tutulmazsa, süptil bedene büyük zarar verir. Kontrol edildiği takdirde, Sushumna’ nın alt ucundaki engelleri aşarak, Çakralara doğru yükselir. Bu engelleri iptidai insanın değer yargıları olarak niteleyebiliriz. Değer yargıları şuuraltı baskıları ile uyumsuzluk yaratıyorsa, Sushumna’ nın alt ucu tıkalı sayılır. Bu durumda, uyarılan Kundalini rastgele bir çıkış noktası yaratarak süptil bir patlamaya yol açar. Bunun en belirgin neticesi de ya bir organın bozulması, ya da hissi bir bunalımın ortaya çıkmasıdır.
Pratyahara, bu iç dengesini temin etme aşamasıdır. Değer yargıları ile dürtüleri arasında denge kuramayan kişi bunu yapamaz. Eğer bu denge kurulmuşsa, Kundalini’ yi kontrol altına almak mümkündür. Yogi bu anda nefesini en azına indirir ve adeta nefes borusunu tıkamışçasına tam bir sükûnet içinde Savasana duruşuna geçer. Savasana, ceset gibi olmaktır. Nabız ve nefes duyulmayacak kadar azalmıştır, beden ısısı düşer. Bu durumda Yogi, Darana aşamasına geçer ve bütün zihni durulmuş bir halde dikkatini Kundalini üzerinde toplar. Sonra, Diana aşamasında Kundalini enerjisini belirli bir Çakrasında yoğunlaştırarak Samadi halinde kalır. Samadi halinde, Kundalini enerjisi o Çakrada belirli bir operasyonu gerçekleştirmek için bir çeşit yakıt vazifesi görmektedir. Bu operasyonu idare eden şey, Yogi’ nin o anki üstün şuurudur.
Kundalini’ nin ilerleyişini ani bir sıcaklık dalgasının belkemiği boyunca yükselmesi şeklinde hissetmek mümkündür. Bu sıcaklık yükseldikçe, isabet eden Çakranın özelliklerinde bir “aydınlanma” olur. Süreyi uzatmak, Yogi’ nin kabiliyetine bağlıdır. Bir müddet sonra, tekrardan hızla geriye kaçar ve yuvasına gizlenir. Bu işlemi Sahasrara Çakrasına kadar ilerletebilen Yogi, asıl Samadi haline girer. Fakat bu durumu yaratmak çok zordur ve nadir kişilerde ancak görülmüştür.
Kundalini’yi uyararak birçok Siddhi’ lere sahip olmak mümkündür. Bu Siddhi2 ler, Yogi’ nin sahip olduğu kudretlerdir. Tamamen bu alanda çalışan Yogi’ lere Siddha, yani majisyen derler. Patanjali der ki: “Bu majik güçlere sahip olmak için kişi ya eski hayatlarında yetenek kazanmış olmalı, ya bazı kimyevi maddeleri kullanmalı, ya bazı mantraları tatbik etmeli, ya inzivaya çekilip ibadete dalmalı, yahut da Raja-Yoga usulüne göre meditasyon yapmalıdır.” Bunlara ilaveten, bir kısım Tantrika‘ ların (Vama-kara) ritüellerini de majik güçler sağlayan metodlar arasında sayabiliriz.
Son olarak, Mantra konusuna da temas etmemiz gerekir. Mantra: Mananat Trayete’ nin kısaltmasıdır. Zikir manasına gelir. Mantra, bir veya birkaç heceden oluşan ses tarzında ortaya çıkar ve üçe ayrılır;
Baikhari – Yüksek ses – Sakinleştirir (Herkesle senkron sağlanmalı)
Upanshu – Fısıldama – Enerji verir
Manasik – İçten ses – Uyanış olur (Bilincimiz etkilenir)
Sesler de elli Sanskrit harfine ait titreşimlerdir. Mantralar belirli bir usule göre kullanılır. Bütün bu özellikler ve diğer karakterler, sembollerle bezenmiş Yantra’ lar halinde, Yogi’ler tarafından kullanılmaktadır. Yantra, belirli bir formüle göre hazırlanmış ve çeşitli sembollerden oluşan diagramlara denir.
Örnek:
Gayatri Mantra
OM BHUR BHUVA SWAHA
OM TAT SAVİTUR VARENYAM
BHARGO DEVASYA DHEEMAHİ
DHİYO YO NAHA PRACHODAYAT
Mantra, belirli bir formüle göre tanzim edilmiş kelimelerin veya hecelerin telaffuz ediliş şekline denir. Belirli bir gücün ses ile ifadesi Mantra, yazı ile ifadesi de Yantra olur.
Mandala
Mandala, içinde resim ve tasvir bulundurmasıyla, Yantra’ dan farklıdır. Bu ses Yogi tarafından çıkarıldığında, Mantra’ nın ilgili olduğu güç, operatif anlamda kullanılıyor demektir. Bir ağaca sahip olmak isterseniz, o ağacın tohumunu toprağa ekmeniz gerekir. Eğer bir güce sahip olmak istiyorsanız, o gücün tohumu olan Mantra’ yı kullanırsınız. Ekilecek toprak, insanın kendisidir veya kâinatın kendisidir. Hangi tohumun nereye ekileceğini bilmek lâzım. Nasıl ekileceğini de, niçin ekileceğini de.