Sembolizm

GRAAL SEMBOLİZMİ (Kutsal Kâse ”Kutsal Ada” -“Kutupsal Dağ”- Kutsal Masa)

 

Belli bir çağdan itibaren kaybolmuş ya da saklanmış herhangi bir şeye ait imâlara tüm tradisyonlarda rastlanmaktadır. Örneğin Hindular’da Soma, Persler’de “ölümsüzlük içkisi” Haoma gibi.

Haoma’nın Graal ile güçlü ve doğrudan bir bağlantısı olduğu kesindir. Çünkü Graal, içinde Hz. İsa’nın kanının bulunduğu kutsal çanaktır ve bu kan da “ölümsüzlük içkisi” olarak bilinir. Diğer taraflarda ise sembolizm farklıdır. Örneğin Yahudiler’de, kayıp olan şey büyük ilâhı Ad’ın telâffuz edilişidir ancak temel fikir daima aynıdır ve daha ileride bunun tam olarak neyi ifade etmekte olduğunu göreceğiz.

1943e8c406258f7c8e69f9b62d4ce16aKutsal Graal’ın, Hz. İsa’nın son yemeğinde kullanmış olduğu ve daha sonra da Arimatealı Yusuf un (Joseph D’Arimathie), Mesih’in böğründe Yüzbaşı Longin’in mızrağı ile açmış olduğu yaradan akan suyu ve kanı içine topladığı tas (ya da çanak, kupa veya kadeh) olduğu söylenir. Efsaneye göre bu kupa daha sonraları Arimatealı Yusuf ve Nikodimos tarafından Büyük Britanya’ya götürülmüştür. İşte bu nokta, Kelt tradisyonu ile Hristiyanlık arasında kurulmuş olan bağın bir göstergesidir.

Antik tradisyonların çoğunda kupa önemli bir rol oynamaktadır. Bu, hiç şüphesiz Keltler’de de böyledir. Sık sık mızrak ile birleştirilmiştir ve bu iki sembol birbirlerinin tamamlayıcısı olarak kabul edilmişlerdir, ancak bu husus bizi şu anda konumuzdan uzaklaştırır.

Graal’ın başlıca anlamının ne olduğunu en belirgin olarak gösteren şey, belki de onun kökeni ile ilgili olarak şu söylenendir. Bu kupa, başarısızlığa uğrayıp seviye kaybedişi esnasında Lüsifer’in alnından düşmüş olan bir zümrüt ve Melekler tarafından yontulmasıyla meydana getirilmiştir. Bu zümrüt bizlere gayet çarpıcı bir şekilde Hindu sembolizmindeki (buradan da Budizm’e geçmiştir) Uma’yı, yani sık sık Şiua’nın (ya da Şiva) üçüncü gözünün yerinde bulunan ve “edebiyet duyusu” diye adlandırabileceğimiz bu duyuyu temsil eden, alındaki inciyi anımsatmaktadır.

Bunlardan başka, Graal’ın Dünya Cenneti içindeki yaşamı sırasında Âdem’e emanet edilmiş olduğu, ancak Aden Bahçesinden kovulduğunda beraberinde götüremediği için Âdem’in onu kaybettiği söylenmiştir.

Ve biraz önce yaptığımız açıklama neticesinde bu husus da aydınlanmaktadır. Sonuç olarak aslî merkezinden çıkarılmış olan insan kendini bundan böyle dünyevî (cismanî, fanî) küreye kapatılmış olarak bulmuştur. Tüm şeylerin ebediyet görünümü altında seyredilip izlenebildiği (temaşa edildiği) o tek noktaya asla ulaşamaz duruma gelmiştir.

Diğer bir ifade şekliyle, “ebediyet duyusu”, daha önceki satırlarımızda da belirttiğimiz biçimde tüm tradisyonlarda isimlendirildiği şekliyle, “ilksel hâl”e bağlı kılınmıştır ki bunun yeniden oluşturulması, “beşerüstü” hâllerin bilfiil fethedilmesinin ilk şartı olarak gerçek inisiyasyonun birinci aşamasını oluşturmaktadır.

Yeryüzü Cenneti, asıl anlamı bakımından “Dünyanın Merkezi”ni temsil eder ve bundan sonraki satırlarda Cennet (Paradis) kelimesinin aslî mânâsı hakkında söyleyeceklerimiz, bu hususu daha iyi anlamamızı sağlayacaktır.

Şu satırlar çok daha muammalı görünebilir: “Set (Seth) Yeryüzü Cenneti’ne girme hakkını elde etti ve böylece kıymetli çanağı bulabildi.” Set ismi, temel ve istikrar fikirlerini ifade eder ve ardından da insanın seviye yitirişi (düşüşü, cennetten kovuluşu) yüzünden tahrip olmuş bulunan ilksel düzenin yeniden kuruluşunu belirtir. Demek ki tüm bunlardan, Set’in ve kendisinden sonra Graal’a sahip olanların böylece kayıp Cennetin yerini tutacak ve bunun âdeta bir görünümü (imajı) gibi olan bir ruhsal merkez kurabilmiş olduklarını anlamak gerekir.

O zaman, Graal’a sahip olmak, İlksel tradisyonun aynen böyle bir ruhsal merkezde eksiksiz bir şekilde korunmasını temsil etmektedir. Zaten efsane Hz. İsa dönemine dek Graal’ın nerede ve kimin tarafından muhafaza edilmiş olduğunu söylemez ancak onun Kelt kökenli olduğu şeklindeki yaklaşım Druidler’in bu işte pay sahibi olduklarını ve ilksel tradisyonun düzenli koruyucuları arasında kabul edilmeleri gerektiğini ortaya koymaktadır.

Graal’ın kayboluşu ya da onunla ilgili ve buna benzer diğer herhangi bir sembolik ifade, sonuç olarak tüm içerdikleriyle birlikte tradisyonun ortadan kayboluşu anlamına gelmektedir. Aslında, gerçeği söylemek gerekirse bu tradisyon kaybolmamış, ama saklanmıştır. Ya da en azından ancak bazı ikinci dereceden merkezler açısından ve bunlar da en yüksek merkez ile olan doğrudan ilişkilerini kestikleri için kaybolmuş olarak nitelendirilebilir.

En yüce merkeze gelince, o, tradisyonun deposunu daima tam ve bozulmamış hâlde korumakta ve dış dünyada meydana gelen değişimlerden etkilenmemektedir. Çeşitli Kilise Babaları ve bilhassa Saint Augustin’e göre tufan “Hanok’un ikametgâhı ve Azizlerin Ülkesi” olan ve de zirvesi “Ay küresine dokunan”, yani değişimler sahasının (“ay-altı âlem” ile bir tutulmuştur) ötesinde, Dünya ile Gökler’in temas ettikleri noktada bulunan Yeryüzü Cenneti’ne ulaşamamıştır.

Fakat tıpkı Yeryüzü Cenneti’nin girilemez duruma gelmiş olması gibi, aynı şeyin temelinde bulunan yüce merkez de belli bir dönem süresince kendini dışarıya tezahür ettirmemiş olabilir.  Ve bu durumda da sadece çok sıkı sıkıya kapatılmış olan bazı merkezlerde saklanmasından dolayı, tradisyonun tüm insanlık için artık kayıp olduğu ve aslî hâlde iken meydana gelmiş olanın tam tersine, insanların büyük çoğunluğunun buna artık bilfiil ve şuurlu olarak katılamadığı söylenebilir.

Çağımızdaki durum kesinlikle böyledir ve bunun başlangıcı da şimdilerde insanlık tarihi olarak bilinen alelâde ve “kutsal olana yabancı” tarih tarafından bilinenlerin çok ötesinde yer almaktadır. Demek ki tradisyonun yitirilmiş olması bu durumda bu genel anlamıyla anlaşılmalı.  Ya da özel bir milletin ya da belirli bir uygarlığın kaderlerini az ya da çok gizlice yönetmekte olan bir ruhsal merkezin giderek karanlığa çekilmiş olmasına bağlanmalıdır. Sonuç olarak buna bağlı bir sembolizm ile her karşılaşıldığında, bu anlamı ile mi, yoksa diğeri ile mi yorumlanması gerektiği incelenmelidir.

Bu söylemiş olduklarımızın ışığında Graal, birbiriyle sıkı sıkıya ortak olan iki şeyi birden temsil etmektedir: “İlksel tradisyon”a eksiksiz bir şekilde sahip bulunan ve bu durumun başlıca ve doğal bir neticesi olarak da bilfiil bir bilgi seviyesine ulaşmış olan, yine aynı şekilde bundan dolayı “ilksel hâl”in bolluğuna yeniden kavuşmuş durumdadır.

Graal kelimesinin içermekte olduğu iki anlam, bu “ilksel hâl” ve “ilksel tradisyon” ile bağlantılıdır. Çünkü sembolizmde önemli sayılacak bir rol oynayan ve ilk görüşte tahayyül edebilecek olduğumuzdan çok daha derin nedenlere sahip bulunan bu sözlü benzetmelerden birine göre, Graal aynı zamanda hem bir kap (grasale), hem de bir kitaptır (gradale veya graduale) ve bu sonuncu görünümü, açıkça tradisyonu göstermektedir. Hâlbuki diğeri (kap) daha doğrudan bir şekilde halin bizzat kendisi ile alâkalıdır.

Burada, her biri sembolik bir değere sahip bulunmasına rağmen ne Kutsal Graal efsanesi ile ilgili ikinci dereceden ayrıntılara girmek, ne de “Yuvarlak Masa Şövalyeleri”nin hikâyesini ve kahramanlıklarını incelemek gibi bir niyetimiz yoktur. Ancak ‘Yuvarlak Masa”nın Merlin’in plânlarına göre Kral Arthur tarafından yapıldığını ve günün birinde şövalyelerden biri Graal’ı ele geçirmeyi başardığında ve onu Büyük Britanya’dan Armorik’e (bugünkü Fransa’da Bretanya adı verilen bölge) getirdiğinde, bu kutsal çanağı üzerine koymak amacıyla yapılmış olduğunu hatırlatabiliriz.

knights-round-table-1

Görünüşe göre bu masa, tradisyonun muhafızları olan ruhsal merkezler fikrine daima bağlanan o çok eski sembollerden biridir. Masanın daire biçiminde olması ve çevresine başlıca on iki kişinin oturması kesin biçimde Zodyak çemberi ile bağlantılıdır ve daha önce de belirtmiş olduğumuz gibi bu özellik, söz konusu olan bu merkezlerin tümünün de yapısında mevcuttur.

Graal efsanesinin diğer bir görünümüne bağlanan ve özel bir dikkate lâyık başka bir sembol daha vardır.  Bu, Montsalvat – “Mont du Salut” (Fransızca’da “Kurtuluş Dağı” anlamına gelir), “hiçbir ölümlünün yaklaşamadığı çok uzak sahillerde” yer alan, kimsenin giremediği bir bölgede bulunan, arkasında Güneş’in doğduğu ve denizin ortasında yükselen sivri bir tepe olarak temsil edilir.

Bu, aynı zamanda, bu incelememizin devamında tekrar sözünü edecek olduğumuz eş anlamlı iki sembol olan “kutsal ada” ve “kutupsal dağ”dır. Bu doğal olarak Yeryüzü Cenneti ile aynı anlama gelen “ölümsüzlük ülkesi”dir.

Tekrar Graal’a dönecek olursak, bunun ilk anlamının temelde, kutsal çanağın her yerde rastlanan anlamı ile aynı olduğunu fark etmek gayet kolaydır. Bilhassa Doğuda, kutsal çanağın içinde Vedizm’deki adıyla Soma, Mazdeizm’deki adıyla da Haoma denilen ve kendisini gerekli düzenlemelere uygun şekilde alanlara “ebediyet duyusu”nu ihsan eden ya da geri veren “ölümsüzlük içkisi” (ya da “ölümsüzlük şerbeti”) bulunur.

Kaynak:  İsmail Hakkı ALTUNTAŞ

Çiğdem Sarıgül

Çocukluğumdan beri bu evrendeki gerçek rolümüzü, gerçekten nereden geldiğimizi, nereye gideceğimizi araştırıyorum. : )

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu