Gaia – Ormanın şefkatini ve bereketini sunan Doğa Ana
Doğa veya tabiat, tüm yaşamı içinde barındıran (canlı ve cansız her şey yaşam barındırır) kendini yenileyen ve değiştiren, kendine ait bir döngüsü olan, dünyadaki varoluşun özüdür.
Tüm dünya aslında doğadır. Bu açıdan bakıldığında dünyada yaşayan her şey, aynı zamanda doğanın bir parçasıdır ve doğanın evrim ile kanunlarıyla yönetilir. Yukarıda olan aşağıda olana, aşağıda olan yukarıda olana benzer yasası gereği, doğa da evrensel yasaları içinde barındırır. Bu yüzden aynı zamanda evrenin de bir mikro örneğidir. Öyleyse doğanın özünü kavramak başta evreni kavramak ve buradan da kendimizi tanımak anlamına gelir. Çünkü bizler biyolojik olarak doğanın bir unsuru, zihinsel ve ruhsal olarak da bir parçasıyızdır.
Maalesef insanoğlunun iradesinin gücüyle şehirler kurması, hızlı bir tüketim sürecine girip kendini doğadan soyutlamaya çalışmasıyla doğa ikiye bölünmüştür. Biri, doğanın hala özünü içinde barındıran ormanlar-dağlar gibi doğal ortamlardır. Bir diğer bölüm ise doğanın özüyle bağlantının çok zayıf olduğu modern şehirlerdir. Bu yüzden dolayıdır ki “modern insan” doğa ile olan bağını unutmuş ve aradaki bağ zayıflamıştır. Lakin ormanda bu muazzam denge devam etmekte ve ormanla yapılan çalışmalarla bu bağ güçlendirilebilmektedir.
Öyleyse doğa ananın (mitlerde gaia diye de isimlendirilir) zihniyle en rahat iletişime geçilebilecek yerler ormanlık ve dağlık alanlardır. Buralarda insan “kendi doğasını” hatırlayabilmekte ve bu hatırlamayla kendine dönüşleri daha rahat yapabilmektedir. Doğanın bilinci, belli yasalar çerçevesinde kendini yenileyecek bir güce sahiptir.
Bir hayvanın diğerini yemesi doğal bir döngüdür. Üreme, ölüm, doğum, yağan yağmur miktarı ve daha nicesi doğa içerisinde denge halindedir. Bizler de bu dengenin içinde var olmakla birlikte, yaptığımız tüketici ve olumsuz eylemlerle bu denge içinde kaosa sebep oluruz. Yarattığımız kaos ise bize ve insanlığa olumsuz deneyimler olarak geri döner.
Haliyle hepimiz doğanın ve ormanın bir parçasıyızdır ve bunu hatırlamak bizim için önemlidir. Dünyada var olan her şey aslında doğanın içinde yaşanan şeylerdir. Bu yüzdendir ki “doğaüstü” kavramı bile yanlıştır. Doğanın üstünde bir olay örgüsü yoktur, zira yaşanan her şey “doğal” yani doğayla ilgilidir. Eğer bu bilinçle bağlantıyı yeniden yakalarsak, doğal sürecin içerisinde daha dengeli bir yaşama sahip olabiliriz.
Bu noktada doğanın bize sunduğu iki yüzünü, eskilerin mitoloji ve sembolizmlerinden yararlanarak fark edebiliriz. Bunlardan biri doğanın tümü olan ve en derininde sevgiyi-merhameti ve tamamen dişil enerjiyi yani anneyi-tanrıçayı temsil eden, doğa ana yani Gaia’dır. Diğeri ise saf eril enerjiyle sembolize edilen, ormanın vahşi yüzü olan avcı konumunda boynuzlu tanrıdır.
Ormanın Şefkatini ve Bereketini sunan Doğa Ana: Gaia
Gaia, tüm insanları kucaklayan kozmik bir semboldür ve mitlere göre ne yaparsak yapalım bizi sevmekten vazgeçmez. O derin bilgeliği ile insanoğlunun yaptığı tüm yıkımın tekâmülü gereği olduğunu bilir ve her çocuğunu sever. Bunu aynı annelerimizin, yaramazlıkta yapsak, ona zararda versek, uslu da olsak bizi sevmesi gibidir. Bedenli annelerimiz bu denli şefkat ve sevgi dolu iken, doğa ananın acımasız olduğunu düşünmek çok yüzeysel olacaktır.
Çünkü insanlardaki annelik içgüdüsü, doğa ananın annelik enerjisinin bir parçası ve yansımasıdır. Haliyle Gaia’da, ne yaparsak yapalım bizi sevmektedir. Lakin şu unutulmamalıdır. İnsanoğlunun yaptığı her etkinin doğada yarattığı bir tepki vardır ve bu kaçınılmazdır. Mesela siz ağaçları keserseniz bu düzende bir delik açacaksınız ve oksijen varlığı azalacaktır. Bu doğanın bize cezası değil, etkinin oluşturduğu yine “doğal” bir sonuçtur. Bu noktada her şeye rağmen bize sonsuz sevgisini sunan Gaia’ya bizde sonsuz sevgimizi sunmalı ve ona-onun her parçasına saygı göstermeliyiz.
Gaia’nın bilinci diye sembolize edilen bilinç tüm doğanın özündedir. Taşlarda, kuşlarda, havada, patlayan volkanlarda, okyanuslarda kısacası her şeyin özündedir. Bu yüzden etrafımızdaki her bir zerre büyük bilincin parçasıdır ve bu yüzden her bir zerre kutsaldır. Doğaya saygı, hayvanlara saygı-sevgi bu konuda çok önemlidir. Gaia diye isimlendirilen doğa ana, bu sonsuz merhameti içerisinde kendi üzerinde bizim tekâmül etmemize olanak vermekte ve bunu büyük bir sevgiyle yapmaktadır.
Özellikle spritüel gelişimi hedef almış kişilerin doğayla çok iyi anlaşıyor olması gerekmektedir. Bu yüzden normal bir insana göre doğaya karşı hassasiyetinin çok çok daha fazla olması önemlidir. Çevre kirliliğine engel olmak, ağaçlandırmak, hayvanları-böcekleri-canlıları sevmek önemlidir. Her hayvandan veya böcekten hoşlanmayabilirsiniz ama bu onlara nefret beslemenizi gerektirmez. Onları yine de sevmeli ve varlığı sebebiyle saygı göstermelisiniz. Kısacası doğanın her bir unsuruna saygı ve sevgi beslemek elzem bir erdemdir.
Ormanın Vahşi Yüzü: Boynuzlu Tanrı
Orman ve doğa, bahsettiğimiz gibi özünde sevgiyi merhameti ve engin bilgeliği taşır. Lakin bu özü koruyan bir kozmik sembol daha vardır. İşte bu kozmik güç vahşi yaşamdır ve boynuzlu tanrı ile anlatılır.
Herne, pan, Hu gaddarn, Cernunnos vb. gibi birçok ismi olan boynuzlu tanrı, doğayı ve ormanı koruyan, gerektiğinde ormanın kozmik şakasını barındıran ve gerektiğinde ise çok vahşi olan bir tanrı olarak resmedilir. Boynuzlu tanrı, avcı tanrı olarak da mitolojilerde geçer. Hemen hemen bütün mitlerde ona denk gelebilirsiniz. Avcıdır, sert bir mizacı vardır, yapılan hataya affı neredeyse yoktur. İki adet boynuzu olan bir insan suretinde genelde resmedilir. (Ayrıca ‘PAN‘ başlıklı yazıyı inceleyebilir siniz. Ç.S.)
Bu sembolizma bize doğanın vahşi unsurunu ve yaşamın zorluğunu yani doğanın eril kısmını anlatır. Boynuzlu tanrı, saf sevgi ve şefkatten dolayı savunmasız olan Gaia’yı koruyan güçlü ve vahşi güçtür. Bu iki güç birbirini tamamlayan ve dengeleyen yin ve yang güçleridir. Gaia dişil yin gücünü, boynuzlu tanrı ise saf yang gücünü temsil eder. Haliyle doğa bu yüzden özünde doğurganlığı ve üretkenliği bunla beraber sevgiyi şefkati barındırırken, bir yandan yüzeyde vahşiliği, av-avcı ilişkisini ve yaşam mücadelesini barındırır.
Bir aslanın ceylanı avlaması, yaşamak için yapılan mücadele, doğaya aykırı davranış gösteren hayvanların doğa tarafından elenmesi ve doğanın önemli kurallarından biri olan doğal seçicilik bu sembol ile resmedilmiştir. Doğada zayıf olan hayvan, doğal seçicilik ile üreyememekte ve yavaşça doğadan izi silinmektedir. Aslında burada bir ayrım yok tam tersine evrim yani tekâmül vardır.
Zayıf olanın güçlenmesi olanağını sunması açısından böyle bir sistemin var olması mühimdir. Böylelikle doğadaki her bir canlı kendini savunacak veya hayatta kalması için gerekli olan yaşam faktörlerini geliştirecektir. Kimisi saklanmada, kimisi kaçmada, kimisi kendini savunmada, kimisi ise saldırmada ustalaşır. Böylelikle doğadaki her canlı mükemmel tekâmül noktasına ulaşmış olur. İşte bu tekâmül etme sırasında tasavvufi deyimle “pişip olmayı” sağlayan bu eril güçtür.
Bundan dolayıdır ki, insanın içinde yadsınamayacak bir avcı içgüdüsü de bulunmaktadır. Eskiden keltlerde, kutsal birleşme (hieros gamos) için seçilecek kişi ilk önce bir geyiği avlayan kişi olurdu. Avcılık doğanın ve erkeklerin önemli bir parçası sayılırdı. Burada önemli nokta avcılığın doğayla uyumlu olması ve doğanın sürekliliğine zarar vermemesidir. Siz doğadan yiyecek için isteyip avlandığınızda, doğa size bir hayvanı av olarak zaten sunacaktır.
Böylelikle denge sağlanacak ve av-avcı ilişkisi denge içerisinde süregelecektir. Ama modern zamanda bu denge bozulmuştur. Bilhassa gıda sanayinde tavuk ve et endüstrisi bir çılgınlık haline gelmiştir. Alınan civcivler hormonlu ve aşırı besinli küspeler ve yemlerle beslenmekte, doğal sürecinin dışında birkaç ayda olgunlaştırılıp, kesime sunulmaktadır. Birkaç ay içerisinde doğanın dengesi dışında büyüyen tavukların, gerek biyolojik faydaları gerekse ruhsal gelişimleri eksik olduğu için bedenen bize zarar vermektedir.
Eskilere nazaran tavuk etlerinin daha çabuk bozulması, tavuktan olan zehirlenmelerinin son yıllarda hat safhaya ulaşması ve bu zehirlenmelerin ölümcül boyuta ulaşması, tavuğun metabolizma gelişiminin tamamlanmamasındandır. Aynı şekilde 24 saatlik gün süreci, yumurta üreten tavuklarda 12 saate ayarlanmakta ve tavuklar kapalı bir ortamda tutulmaktadır. Bir günü iki gün gibi yaşamak zorunda bırakılan tavuklar bu sürece göre daha fazla yumurta oluşturmaktadır. Ama oluşan bu yumurtaların besin değerleri de buna oranla düşmektedir. Normal doğal ritmin dışına çıkılması, elde edilen ürünün de kalitesini düşürmektedir.
Görüldüğü gibi doğanın eril ve dişil yönleri, yani gaia ve boynuzlu tanrı ile sembolize edilen yönler bizim tekâmülümüz içinde önemli gereklilikleri barındırır. Bu yüzden doğayı tanıyan kişi evreni ve kendini, kendini tanıyan kişi de Rabbini tanır. Haliyle doğa bize sonsuz ve sınırsız bilgeliği, gerek merhametiyle gerek zorluklarıyla sunar. Bu yüzdendir ki doğanın saf ve bozulmamış enerjisi içerisinde yapılan meditatif çalışmaların etkisi yadsınamayacak derecede yüksektir.
Ormanın Kuralları:
Bu kurallar eski antik medeniyetlerde uyulması gereken çok basit ama önemli kurallardı. Bizim ormanla olan bağımızı ciddi anlamda güçlendirmeyi amaç edinen bilgeliklerdir. Bu kurallar aslında her insanın farkına varması ve doğanın özü ile irtibatta olması gereken elzem kurallardır. Bu kuralları ormana girmeden önce, ormana girildiğinde ve ormandayken unutulmaması gereken kurallar olarak sınıflandırmak mümkündür.
Ormana Girmeden Önce Yapılması Gereken 3 şey:
- Ormana her girdiğinizde ormanın bilincinden izin isteyin. Çünkü bizler iradeli varlıklar olarak bu dengede kaosa sebep olabiliriz. Bunun için izin istemek, doğayla bütünleşmenin ve doğaya – dolayısıyla kendinize – saygı duyduğunuzun niyetidir. Niyet, ruhsal olarak bir yola girmeden önce kapıyı açan temel anahtardır.
- Ormana her girdiğinizde ormanın farklı enerjisel döngülerinde hizmet eden kozmik bilinçlerden izin isteyin. Yaratıcının izin verdiği ve eskilerin deva veya doğa ruhları dedikleri kozmik bilinçler bu döngünün işlemesinde katalizör görevi görmektedir.
- Ormana her girdiğinizde ormandaki tüm canlılardan (ağaç, hayvan, bitki vb.) izin isteyin.
Ormana Girildiğinde Yapılması gereken 4 şey:
- Hafif bir meditatif konuma geçip, nefes alıp verin ve ormanla özünüzün bağlandığını imgeleyen. Ormanın her
bir alanında muazzam bir enerjisel bağ imgeleyin ve sizinde bu bağın bir parçası olduğunuzu hissedin. - Ormandaki geziniz veya çalışmanız için yardımcı olacak kozmik güçlere selam verin ve seslenin.
- Bir bitki koparacağınız zaman o bitkinin bilincinden izin isteyin. Zira her bitki kendi içerisinde bir döngünün parçasıdır ve onun bilincinden izin istemek o döngüye zarar vermeden, doğadan yararlanmanın sırrıdır. Bu bilgi eski antik doğa tabanlı birçok medeniyette görülür. Aynı şey hayvan avlamak için de geçerlidir.
- Ormandan aldıklarınıza karşılık (bitki, çiçek vb.) ormana bir tohum ya da bitki dikin. Bir şeyler alacaksanız bir şeyler vermeniz gerektiğini unutmamak önemlidir. Çünkü bu doğanın ve evrenin denge yasasının bir tezahürü ve gerekliliğidir.
Ormanda unutulmaması gereken 5 şey:
- Ormanda ki her şey arasında muazzam bir enerjisel bağ vardır. İzinsiz öldürdüğünüz her canlıda ve izinsiz kopardığınız her bitkide bu enerji bağına zarar verirsiniz. Bu aynen örümceğin ördüğü muazzam ağa benzer. Bu ağın bir köşesinde yapacağınız etki, ağın en uç köşesini dahi etkiler. Bu yüzden izin almaya dikkat edin ve bu bağın farkında olun. Aslında bu dengenin enerjisel ve ruhsal olarak mevcut olmanın yanında ekolojik sistemde de mevcuttur. Bazı biyologlar tek bir sineği öldürmenin bile ekolojik sisteme küçük de olsa zarar verdiğini iddia etmektedir. Bu enerjisel bağı deneyimleyince bunun ne kadar doğru olduğu hissedilmektedir.
- Her şeyi ama her şeyi sevin. Bilin ki; doğada var olan her şeyin bir sebebi vardır. Size gereksiz bile gelse, doğadaki her şey bir çemberde yer alır ve döngünün bir parçasıdır. Bu yüzden doğadaki tüm unsurlara saygı ve sevgi gösterin. Zira hepsi aynı zamanda kendi içinizde mevcuttur.
- Doğadaki her şey canlıdır. Var olan tüm yaşam, içinde bir bilinci barındırır. Hepsi tekâmülün ve evrimin bir basamağında bulunur. Bu yüzden kozmik bilinç doğanın her yerinde mevcuttur. Taşlarda, dağlarda, bulutlarda, nehirlerde, ırmaklarda, minerallerde, hayvanlarda, böceklerde… Hepsinin canlı olduğunu bilin ve onlarla uygun şekilde irtibata geçilebileceğinin farkında olun.
- Doğada tekâmül basamağında en yüksek seviyede olan canlı insanoğludur. Haliyle insan, doğanın tüm unsurunu keşfedebilir ve bu parçaları hediye edilmiş iradesiyle sorgulayabilir. Ama insanoğlunun tekâmülde olması, diğer canlılara karşı üstünlüğü göstermez. Tam tersine insanoğlu kendisine ait iradeye sahip olduğu için, diğer canlılar gibi doğanın özüyle tam olarak irtibata geçemez. Bu yüzden her hayvan ve her canlı, insanoğluna doğayla ilgili bir rehberdir ve hepsi doğa ile kendi iç dünyamızın bir yansımasını taşır.
- Her insanın enerjisinin doğada bir yansıması vardır. Eski şamanların genel olarak “güç hayvanları” dediği bu yansıma ormanla bütünleşen insana rehber olan ruhsal güçlerdir. Güç hayvanları bizim alt dünyamızda keşfettiğimiz ve bize rehberlik ettiği söylenen hayvan formunda ruhlardır. Her bir hayvan bir kişiliği sembolize eder. Aynı şekilde rehber bitkiler ve ağaçlar da mevcuttur. Bilhassa druid inancında her insanın doğum gününe bağlı bir ağacı vardır. İşte bu ağaç ve bu güç hayvanları kişinin doğadaki ruhsal yansıması olarak karşımıza çıkar.
Doğanın Ellerinde Bir Yaşam:
Maalesef şehirleşme ve doğanın katli ile doğanın enerjisinden yararlanmak zorlaşmıştır. Bizler doğadan uzaklaşarak yoğun stresse, bunalıma ve çeşitli psikolojik rahatsızlıklara girmeye başladık. Bu tür psikolojik rahatsızlık içeren herkese doğaya gitmesi önerilir. Doğa başlı başına insanın yaralarını sarıcı ve onu tamamlayıcı bir özelliğe sahiptir. Hepimiz derin ve eski bir ormana girip orada birkaç saat kaldığımızda kendimizi çok daha güçlü, huzurlu ve mutlu buluruz. Ya da denize bakıp kendi bilincini denizin dalgalarının akışına bırakıp rahatlamayan kişi çok azdır.
Doğa, her parçasıyla bizi çevreler ve bizim ruhumuzdaki yaraları iyileştirir. Doğayla bütünleşmek, özümüzü keşfetmemizi sağlar ve özün keşfi ruhu yatıştırarak huzur sağlar. Ruhumuz sürekli kendini keşfetme dürtüsü içerisindedir. Kendi özünden uzaklaşan kişi, ruhun uyarıları anlamına giren huzursuzluk ve psikolojik sorunlara girer. Doğaya çıktığımızda ise bu özü yakaladığımız için ruh amacına ulaşarak dinginleşir. Uzun süreli doğa gezileri ve doğayla bütünleşme ise bu özü yakalamanın ötesinde özü keşfetmeye doğru bizi sürükler.
İşte bu sebepten sık sık doğayla bütünleşmeli ve doğayı olabildiğince hayatımıza taşımalıyız. Biz doğanın bir parçasıyız ve parça bütüne aittir. Haliyle doğa bizim asıl yuvamızdır. Doğanın zarar görmesi, insanlığın zarar görmesi demektir. Onu korumak, kollamak ve doğanın dengesine yardımcı olmak her bireyin birinci sorumluluklarından biridir.
Kaynak: İndigo Dergisi
Yazar: Efe Elmas
Görsel Düzenleme: Çiğdem Sarıgül