time

İlahi Nizam ve Kainat – Kehanet Özetleri

 

br1959 yılında ruh celselerinde, yani bir medyum vasıtası ile ruhlarla ilişki kurulan ya da kurulduğuna inanılan toplantılarda “Önder” adındaki “yüksek bir ruh” tarafından Attila Güyer adlı medyuma yazdırılıp Türkiye’de “ruhçuluğun kurucusu” ve “ruhlarla temas” akımının başlatıcısı olarak bilinen İstanbul’da faaliyet gösteren “Metapsişik Tetkikler ve İlmî Araştırmalar Derneği”nin de kurucusu olan Dr. Bedri Ruhselman tarafından düzenlenen “İlâhî Nizam ve Kâinat” isimli kitap Ruhselman’ın vasiyeti üzerine,  görevlendirilmiş üç kişi tarafından zamanı gelince açığa çıkarılmak üzere, üç nüsha halinde, 54 yıl boyunca, İstanbul Karaköy’deki 5. Noter’de saklanmış 02.04.2013 tarihinde MTİAD1950 yayınevi tarafından yayınlanmıştır. Daha sonra günümüz Türkçesine uyarlı baskısı da çıkarılmıştır.

Söz konusu tebliğlere göre iklimler değişecek, depremler artacak, kuraklıklar baş gösterecek, 2050’den itibaren buzullar erimeye başlayacak ve dünya son derece ısınacak…
Daha sonraki senelerde tabiat çok büyük ölçüde değişecek, insanlar kütleler halinde ölecek, “dünyada yaşamak çok ıstıraplı ve zahmetli bir hâle gelecek”, kıtalar batacak, yeni kıtalar ortaya çıkacak ve insanlık eski ilkel zamanlarına dönecek!
Bütün bu felâketler dünya hayatı ile sınırlı kalacak, “yüksek planlara” yani “öbür tarafa” geçmeyecek, ölenler öldükleri anda bu felâketlerin hepsini unutmuş olacaklar.

20160129_130841Kitapta hiç naklen celse kaydı yoktur. Çünkü Ruhselman bir bilgiyi pek çok celseden derlemiştir.Kitabın ilk bölümleri daha çok dünyanın yapısıyla ilgilidir. Onun için daha çok maddeyi anlatmaya yöneliktir. Ruhun yapısı akabinde konu edilmiştir. Kitabın son kısımlarında ise daha çok dünyanın geleceğine ilişkin kehanetler bulunmaktadır. Kitap, dünya insanının nereden gelip nereye gittiğini, tekamül aşamaları ve geçişlerini,dünyanın işlevini, maddeyi, maddenin yapısını, maddi mekanizmaları, ruhu, ruh ve madde münasebetinin nedenlerini ve nasıl kurulduğunu, alemleri, şuuru, uykuyu, rüyaları, manyetizmayı, zamanı, zamanın idraklere hitap eden kısımlarını, üst alemlerdeki zaman yapısını, kaderi, kader mekanizmasını, dünyayı sevk ve idare eden planları, cennet ve cehennem sembolleriyle ifade edilmiş bilgilerin özlerini, dünyada yaşanacak coğrafi değişikleri, devre sonu inkılabının (dönüşümünün) son aşamalarında neler yaşanacağını, kısaca ruhtan madde kainatına, fizikten kuantuma, zaman kavramından boyut kavramına, vicdandan erdeme kadar birbirinden farklı pek çok konuyu net bir şekilde, açık bilgilerle ele almaktadır.

Kitaptaki bazı kehanetlerin gerçekleştiği iddiaları da bulunmaktadır. Bunlardan bazıları günümüzde yaşanan iklim değişikliğinin, küresel ısınmanın, elementlerin sayısının yüzden fazla olduğunun, karanlık maddenin varlığının, gezegenlerin Güneş’ten kopmadan oluştuğunun bu kitapta önceden bildirildiği iddialarıdır.

Kitaptaki, 2010’lu yıllar ile kıyamet zamanı olarak belirtilen 2060’lı yıllar arası kehanetlerin özeti:

  • Aşağıda belirtilen, olacak olaylar, kendilerini hazırlayamamış olanları çok rahatsız edici, korkutucu, zahmet ve ıstırap içinde bırakıcı karakterler almaya başlayacak ve insanların o kısmı bu olayların hakikî manalarını anlamaktan uzak kalıp, sadece büyük bir şaşkınlık içinde, ne olduğunu, neye uğradığını bilmeyecektir:
  • Güneş Sistemi’ mize gittikçe yaklaşan misafir gezegenin manyetik alanı ile Güneş Sistemi’ mizin manyetik alanı arasında ilk direkt temas 2009 ile 2019 yılları arasında gerçekleşecektir ki, bunun belirtisi kutupların aşağıda koordinatları verilen noktalara doğru kaymaya başlaması ve Dünya ekseninin yörüngesine oranla eğilmeye başlaması olacaktır.
  • Güneş Sistemi’ne bu misafir gezegenden gelen tesirin en şiddetli, en sarsıcı sonuç ve reaksiyonları yerküremizde oluşacaktır.
  • Kutup noktalarının tam anlamıyla değişimi ise bu ilk direkt temas anında değil, nihaî safhada (2060’lı yıllarda) meydana gelecektir.
  • Bununla birlikte bu ilk direkt temas sonrasındaki ilk zamanlarda kuzey ve güney kutupları sayfa 301-302’de belirtilen yeni noktalara doğru çok yavaş olarak kaymaya başlayacaklardır.
  • Gezegenin ilk tesiri bu şekilde belirsiz olarak başlayacak, 2009 ile 2059 arasında yavaş yavaş devam edecektir.
  • Bazı iklim değişmeleri ilk başlarda pek fazla göze çarpmayacak, yani henüz insanları çok meşgul edecek derecede aşırı olmayacaktır.
  • Fakat iklim anomalileri (vaktinde beklenen yaz sıcaklarının bazen bir türlü gelmemesi, kış ortasında anormal sıcak havaların, yaz ortasında da soğuk havaların görülmesi tedricen olmakla birlikte, giderek artacak, bazı soğuk yerler ısınacak, bazı yerler ise sıcaktan kavrulmaya başlayacaktır.
  • İnsanlara önceleri pek anormal gelmeyecek olmakla birlikte rahatlarını gittikçe kaçırtacak ve onlara zarar verecek alışılmadık seller, met ve cezir olmayan yerlerde deniz kabarmaları, su baskınları, güçlü rüzgar olayları, bâzı kasabalara korku ve kaygılı anlar geçirtecek toprak kaymaları, içinden duman ve ateşlerin fışkıracağı yer çatlamaları olacaktır ki, bu hâller, dünyada yaklaşık 2010’lu yıllara kadar sinsi sinsi, fakat daima ilerleme gösterecek bir şekilde devam edecektir; yani ileri safhalara hazırlayıcı mahiyette bir tedriç izlerken şiddetlerini de gittikçe arttıracaklardır.
  • 2010’lu yıllardan itibaren gerek kuraklıkların, gerek bazı diğer zorlayıcı doğa olaylarının meydana getireceği sonuçlar ve yer yer devam edecek büyük çaptaki göçler dünyada büyük kargaşalıklara sebep olacak ve tabiatın insanlara karşı gittikçe ekşiyen yüzü ve çetinleşen durumu bu kargaşalığın derecesini süratle arttıracaktır. Bazı yerlerde uzun süre devam eden kuraklıklar yanında, diğer bazı yerlerde sürekli yağmurlar selleri meydana getirecek ve önemli tahribat yapacaktır. Bazı yerlerde büyük ve devamlı kuraklıklar başlayacak, birçok insan ve hayvan telef olacak, ağaçlık, verimli, bitek yerler; bozkırlar, hatta susuz çorak çöller hâlini almaya yüz tutacak, yıllardan beri, hatta yüzyıllardan beri o havalide rahatça yerleşmiş olan insanlar için buraları, artık yaşanmaz hâllere girecek ve insanlar oralardan, daha verimli yerler aramak ve bulmak için ayrılacaklar, daha müsait yerlere göç etmeye başlayacaklardır.
  • Ülkelerin sıcaklık hallerinin 283. sayfada verilen dünyanın nihaî (son)safhasına ilişkin sıcaklık hallerine dönüşümlerinin başlangıç yılları, 2010’lu (2009’dan sonraki) yıllardır (Mesela Türkiye’de 2059’u izleyen yıllarda yazın sıcaklık + 50 °C ile + 70 °C arasında olacaktır). Yani bu sıcaklık dönüşümü uzun yıllar boyunca tedricen olacak bir değişimle gerçekleşecektir.
  • Dolayısıyla anormal rüzgârlar bazı korkunç tayfunlar oluşturacaktır.
  • Depremler, yer çatlamaları, püskürmeler, çöküntüler yıllar ilerledikçe sıklaşacak ve şiddetlenecektir.
  • Bazı kentler, büyük sarsıntılarla yok olacaktır. (Yerlerinde ise devasa çukurlar ve göller oluşacaktır.)
  • Deniz kabarmaları artacak, hiç met ve cezir olmayan sahillerde denizler bazen 8-10 metreye kadar kabaracaktır.
  • Kısaca dünya insanlar için, yavaş yavaş da olsa, gittikçe kısırlaşıp tatsızlaşacak ve yaşanılabilirliğini giderek yitirecektir.
  • Kanser vakaları çoğalacaktır.
  • Gezegenin ilk tesiriyle, dünyanın ilk dengesi bozulduktan sonra hem kuzey kutbundaki buzlar ve hem de güney kutbundaki karalar üzerinde bulunan buzlar erimeye başlayacaktır ki, bunun büyük sonuçları olacaktır.
  • Bu tür olaylar 2059’a kadar çoğalarak devam edecektir.
  • Dünyanın kuzey kutbu, yavaş yavaş Sibirya tarafında güneye doğru kaymaya başlarken, güney kutbu da Güney Amerika’nın burnunun bulunduğu yönde kuzeye doğru kaymaya başlayacaktır ki, yaklaşık 50 yıl civarında zaman alacak bu tedrici kayma sonunda yeni kuzey kutbu, tam olarak bugünkü kuzey kutup dairesi ile 100’üncü meridyenin birleştiği nokta üzerine gelecek; güney kutbu ise, Güney Amerika’nın burnu yönüne doğru kayacak ve tam olarak bugünkü güney kutup dairesi ile 80’inci meridyenin birleştiği nokta üzerine gelecektir.
  • İlk zamanlarda kuzey ve güney kutupları bu noktalara doğru çok yavaş olarak kaymaya başlayacak, 2059 yılını takip edecek yıllarda kutuplar hızla bu noktalara gelecektir.
  • Kutup değişmesi yüzünden bu eksene eklenecek yeni eğim ise 13° ‘dir; yani yeni eksenin eğim derecesi 23°13°=36° olacaktır.
  • Kayma hareketi tamamlandığı zaman “nihai safha” başlayacak ve bu kez, kutuplar birkaç günden fazla sürmeyecek bir sürede hızla, birbirlerinin yerini alacaktır. Yani yeryüzünün batış anları ve kıyamet (tüm kıtaların arkalarında adalar ve takımadalar bırakarak batışları), kutupların yavaş yavaş kayarak üstte belirtilen nihaî noktalara gelmesinden sonra, birkaç gün devam eden, kuzey kutbunun güneye kayarak, güney kutbunun yerini alması ve güney kutbunun da kuzey kutbunun yerine çıkması sırasındaki büyük denge bozukluklarına tekabül edecektir.
  • 2110 yılında kıyamet kopacaktır.

Kitaptan bazı alıntılar:

“Evren bir bütündür. Bu bütün dünyalar, sistemler, alemler dediğimiz birbirinden farklı birtakım parçalardan oluşmuştur. Evrende her alemin kendine özgü bir özelliği vardır.  Ve bu özellikler ruhların tekamül ihtiyaçlarına göre ayarlanmıştır.” (S. 11)

“Ruhların tekâmüllerine matuf olarak asli prensipten gelen icaplar, kâinatımızın üst hududundan içeri girerek kâinatta tesir şeklinde tecelli ederler ve kâinatın bilmediğimiz üst hudutlarında, ileride gene bahsedilecek olan üniteden süzülerek madde kombinezonlarının namütenahi inkişaf  ve kabiliyet imkânlarına göre onları ve kendilerini çeşitli formasyonlara ve deformasyonlara uğrata uğrata üstten itibaren aşağılara doğru yayılarak, dağılarak inerler ve varacakları noktalara ulaşarak orada ruhların ihtiyaçlarına göre tezahürlerini göstermek suretiyle ruh-cevher arasındaki endirekt alışveriş fonksiyonlarını neticelendirirler…Ruhun tekâmülünün ebediyetini kabul etmek bir zarurettir.” (S. 31)

“Ruhların ebedi tekâmülünü zaruri kılan amil de ruhların asli prensibe hiçbir zaman erişemeyecekleri hakikatinin bir zaruretidir. Ruhların asli prensibe erişememelerini zaruri kılan amil ise her şeyin üstünde ve bütünlerin bütünü olan her şeyle en ufak bir münasebeti dahi bahis mevzuu olmayan, akıllara, hayallere, hislere girmeyen, hiçbir isimle ifadesi mümkün olmayan, yalnız -burada büyük zaruret içinde- ancak bir defaya mahsus olmak üzere, hiçbir delaletini düşünmeden, bir dünya kelimesi ile yad edeceğimiz “Allah”ın; erişilmezliklerin erişilmezliği zaruretidir. Bu hakikati tereddüt etmeden ve münakaşa mevzuu yapmadan böylece olduğu gibi kabul etmek de zaruretlerin en büyüğü ve selamet yolunun tek istikametidir.”(Sayfa 31)

“Hulasa, ruh bir madde ile iştirak eder. Beden denilen şuurlu madde halini husule getirir. Ondan sonra ruh artık tamamen o bedenin şartlarına bağlanır.” (s. 35)

“Âlemlerin birbiri içine girmiş, birbirinden büyük ve merkezleri müşterek otuz-kırk küreye benzeterek kâinatın kabaca bir sembolünü yapalım. Bunların en kaba ve iptidai olanı en ortada bulunan, en küçük küredir ki buna amorf ilk madde safhası demiştik.

Şekil 1

20160129_125742

Yukarıdaki anlatım pek çok kişi tarafından çok kolay anlaşıldığı düşünülmesine rağmen aslında zor bir tanım olduğunu bilmek gerekir. Şekildeki (b) bölgesi görünen evrendir. (a) ve (c) bölgeleriyse aynı bölgedir. (a) evren oluşurken ki bölgedir. (c) ise aynı bölgenin tekamül sonrası durumudur. Evren oluşurken o bölge çok karanlıktı ama sonrasında ışıl ışıldır. Yukarıdaki şema, bahsettiğimiz merkezleri müşterek kürelerin ilk üç tanesinin maktaını gösteriyor. Burada (a) alanı ilk maddeden hidrojene gelinceye kadar ruhların mekanik tekâmül safhalarına tekabül eden, maddenin ilk inkişaf sahasını gösterir ki bu saha oldukça karanlıktır. (b) safhası, bütün gök cisimleriyle birlikte hidrojen âlemimizi teşkil eder. (c) safhası ise hidrojen âlemimizin üstünde bulunan ve kademe kademe yükselen sonsuz diğer âlemlerin, bizim âlemimize nazaran, ilk kademesidir ki buna da yarı süptil âlem diyoruz. Bundan sonra diğer safhalar birbirinden daha ziyade genişleyerek tevali edecektir.” (s. 59)

“Evren cevherinin sonsuz sayı ve şekillerdeki hareket olanaklarını -ruhların tekamül ihtiyaçlarına göre- kullanan ve madde evreninin bütün görünümlerini yine aynı amaçla meydana getiren tesirler, işlevlerini yaparak ruhlar aleminin tekamül ihtiyaçlarını yerine getirmiş olurlar. Yani ruhların tekamülü için gerekli olan maddedeki her hareket, her değişim ve her gelişim ancak bu tesirlerle sağlanır.” (Günümüz Türkçesine Uyarlı baskısı. S. 62)

“Kâinat baştanbaşa bir organizasyondur. Fakat bu büyük organizasyon içinde bir organlık-organizatörlük durumu ile tebarüz eden organizasyon şekilleri, kâinatın ancak muayyen bir safhasından başlayıp muayyen bir safhasına kadar devam eder. Bunların üst ve altlarındaki organlaşma durumları, insan idraki dışında kalan yüksek prensiplerin nizam ve tertiplerine ait kanun ve kaideler dâhilinde vuku bulur. Bununla beraber bunların hiçbirisi büyük kâinat organizasyonunun dışında değildir.…. Bir organizasyon, kendinden bir üst olan organizasyonun organizatörlüğü altında çalışır.…. Ünite’ den gelen direktiflerle bütün vazife planının safha ve kademelerindeki organizasyonlar, kendilerine düşen vazifeleri kendi şümulleri dâhilinde ve yukarıdan gelen direktifin ışığı altında ifa eder.” (s. 70)

“Ölüm; ilahi nizamın ahengi altında, muayyen bir andaki değer farklanmasının miktarı bir ifadesidir. Yani bir dünya bedeni, dünya hayatı boyunca hizmet ettiği ruha, kendisinden beklenen hizmeti lüzumu derecesinde gördükten sonra artık onun o ruha vasıtalık yapmak gayesi ortadan kalkmış olur.“ (S. 93)

“Tekrar ediyoruz, realitelerin yaşanması ve unutulması mevzuunu mütalaa ederken insan beynine, sathi zaman idrakine göre kronolojik kıymet ve sistemlere bağlı olan maddi hatıralarla, bu realitelerin varlıkta derinleşmiş ve öz bilgi sentezine dâhil olmuş intibalarını birbirinden ayırt etmeyi unutmamalıdır. Zira sathi zaman icaplarına tabi olan beden için evvelkilerin unutulması ne kadar lüzumlu ise ruhun tekâmülü ile ilgili, kürevi zaman idrakinde yaşayan varlık için de ikincilerin öz bilgiler arasında temelleşmesi o kadar tabii ve zaruridir. Ve hatta esas gayenin icabıdır.” (S. 112)

“Evvelce de bahsettiğimiz gibi, insan varlığının insan beynine 7/8’ i bağlanmıştır. Yani varlığın yedi kısmı beyne bağlıdır, bir kısmı serbesttir. Beyne bağlı olan kısım, şuur merkezi dediğimiz muayyen beyin hücrelerinden müteşekkil bir lokali işgal eder. Şuur merkezi diğer merkezleri ve onlarda tali merkezleri idare ederler. Böylece varlığın bedene olan hâkimiyeti, şuur merkezinden itibaren derece derece birbirine tesir eden merkezler ve istasyonlar vasıtasıyla temin olunur. Evvelce insan varlığının beyne bağlı olan kısmına şuur, serbest kalan kısmına da şuur ötesi demiştik.” (S. 139)

“İlham denilen ve ilim, sanat, fikir hayatında insanların deha, ibda dedikleri tezahürlere sebep olan bazı irtibatlardan da biraz faydalı buluyoruz. Bunlar büyük vazife planlarına mensup olmayıp insanların ferdi veya bazı maşeri durumlarına yardım etmek isteyen hami ve yardımcı varlıklar gibi mutavassıt vazifeliler tarafından, yukarıda bahsettiğimiz, alelade orta derecedeki irtibat mekanizmasına tabi olarak gönderilen tesirlerdir. Burada transa da lüzum yoktur. Zira trans, ancak uzun bir tebliğin aksı sırasında çevreden gelen tesirleri ortadan kaldırmak için beyin merkezlerinin uykuya yakın bir durumla çevreye karşı hareketlerini azaltmak maksadıyla husule getirilmiş bir haldir. Hâlbuki ilhamlarda böyle uzun uzadıya tesir göndermeler yoktur. Bunlar bir an sayılacak kadar kısa zamanlarda ve kesik kesik gelir.” (S. 159)

“Vazifeliler tarafından medyumlar vasıtasıyla dünyaya verilen bilgiler, ekseriya maşeri planlarla ilgili çok büyük hareketleri meydana getirirler. Bazen da vazife planının yüksek varlıkları pek müstesna hallerde insanlar arasında büyük bir hareketi uyandırabilmek ve onları kütlevi hamleler kazandırmak, umumi ve maşeri tertipler, nizamlar ve usuller dâhilinde yetiştirici bilgileri insanlara vermek, hulasa dünyada hızlı inkişafları sağlamak için bizzat kendileri dünyaya inerler, hem idareci, hem de mürşit durumlarda faaliyet gösterirler… Bu kudretli varlıklar daimi surette irtibatta bulundukları yüksek vazife planından aldıkları üst bilgileri insanlar arasında yaymak için kurdukları din müesseseleriyle dünyada büyük ve toplu inkılaplara sebep olmuşlardır.” (S. 160)

“Fakat ilk zamanlardan orta zamanlara geçmiş olmakla beraber insanlar, dinlerin kurulduğu devirlerde idrakken henüz kâfi derecede teçhiz edilmiş değillerdi. Binaenaleyh hepsi aynı kaynaktan, yani vazife planından gelen ve hepsi aynı derecede büyük hakikatlerin izinde yürüyen dinler, muhtelif zamanlarda bu hakikatleri insanlara ancak anlayabilecekleri tarzda, çeşitli formlar içinde verebilmişlerdir. İşte onun için ki insanlar arasında yayılması gereken hakikatleri, peygamberler ve kurtarıcılar ancak sembol kullanarak yayabildiler.…… Keza, cennet ve cehennem mefhumları da manaları derinlerinde olan bazı hakikatlerin –idraklere yetecek kadar sezgilerini verebilmek için- yüksek icaplara göre vazife planı tarafından tertiplenerek dünyaya vazifeliler eliyle sunulmuş birer semboldür.” (S.162-163)

“İdrakin kendi kendine müdahalesinin, insan hayatı başlangıcında ancak dış müdahalelerle ve yardımlarla mümkün olabileceğini evvelce söylemiştik. Bu ilk devirlerde her şey otomatiktir ve idraksizcedir. Onun için insanlar buna insiyak (içgüdü) demişlerdir.” (S. 165)

“Varlıkların dünyaya inmeleri,dünya maddeleri içinde kendilerine gerekli olan malzemelerle karşılaşıp onlardan faydalanabilmeleri içindir demiştik.
Güneş sistemimizin bütün küreleri arasında gelişim malzemesi en bol olanlardan biri dünyadır.” (s.178)

“…Güneş sistemimizin en mütekâmil (gelişmiş) gezegeni dünyamızdır, arz küresidir. Ve zannedildiği gibi meselâ Merih’te veya sistemin diğer gezegenlerinde veya güneşinde dünyadakinden daha mütekâmil varlıklar yoktur. Zira, hakikaten güneş sistemimizin mütekâmil plânetlerinden birisi de Merih olduğu halde, buradaki varlıklar dünyadakilerden daha az mütekâmildir. Sistemimizin en geri gezegenlerinden birisi Plüton’dur. Bu gezegenin en mütekâmil varlığı, dünyamızın en geri varlığı olan küften daha geridir.
Keza, güneş de sistemin geri bir küresidir.

Esasen güneş maddesinin bu basitliği yüzündendir ki manipülasyonu kolay olduğu için, sistemin diğer seyyarelerini (gezegenlerini) ve bilhassa dünyayı idare eden vazifeliler, daha ziyade güneşte bulunurlar. Fakat söylediğimiz gibi, bu vazifeliler diğer planetlerde de dolaşabilirler ve her kürede vazife görebilirler.
Demek ki, güneş sistemimizde hidrojen âleminin inkişaf merhalelerini (gelişme aşamalarını) ikmal edip (tamamlayıp) oradan diplomasını alarak üst âleme terfi edecek varlıkların toplandıkları yer dünyadır.

Dünyamız, Mu devrinin kapanışını müteakip (kapanışının ardından) geçen yetmiş bin sene zarfında artık bu devredeki vazifesini bitirmek üzere bulunan, üzerinde taşıdığı insanlara, lâyık oldukları âlemlerin kapılarını açmak ve imkânları tükenmiş hidrojen âlemi kapısını da arkalarından kapamak hazırlıklarına başlamıştır”.

“Varlığın sınavları,deneyimleri, gözlemleri kısacası planın icaplarından olan bütün
ihtiyaçları için kullandığı bedenine, yardımcı olarak dışarıdan ve doğal olarak yine ancak o varlık kanalıyla milyonlarca tesir gelir. Bu tesirler çok yükseklerden gelebileceği gibi,çeşitli şiddet ve kuvvetlerde sonuçlar oluşturmak üzere çeşitli tekamül seviyesindeki planlardan ve kademelerden de gelebilir.” (Günümüz Türkçesine Uyarlı baskısı. S. 185)

“Beden bir organizmadır. Bundan olayı onu oluşturan hücreler, organlar, sistemler vardır. Bütün bu parçalar birbirine tabi olarak ve sistemleşerek beden organizmasının bütününü meydana getirirler ki bunun da organizatörü o bedene egemen olan beyindir.” (s. 185)

“Vazife safhasının ilk kademelerinde bulunan tabanıyla tepesi arasında ebediyet kadar uzun denecek bir mesafe vardır.” (S. 194)

“İşte kâinatın hiçbir zerresi yoktur ki üniteden  süzülerek gelen asli tesirlerin şümul ve ihatası dışında kalsın…” (S. 195)

“Zira insanlık safhasında ruhların hiçbir davranışı henüz, hiçbir icapla tam bir vahdet teşkil edebilecek kudrete ermiş değildir. İnsanlar üst planda olduğu gibi ışık konisine henüz kendi kudretleriyle tırmanıp çıkabilecek duruma gelmemişlerdir. Bununla beraber insanlık, artık idrakli yükselişlerin başladığı vazife safhasının eşiğine ulaşmış ve o safhanın doğrudan doğruya hazırlıklarına başlamıştır…” (S. 196)

“İşte oraya intikal eden, daha doğrusu ölünce bütün tesirlerden tecrit olunan insan varlığı, spatyomda bir müddet geçirmek mecburiyetinde kalır. Bunun da mühim sebebi vardır. Bir varlık, dünya hayatına ait planının tatbikatın yaptıktan sonra o tatbikat sırasında kazanmış olduğu şeylerin muhasebesini yapmak, onları tamamıyla kendisine sindirmek ve mal etmek ihtiyacındadır. Bunun için de bir müddet onun, inzivaya çekilmesi, kendi öz bilgilerine dönmesi, yani son dünya hayatında elde ettiği bilgilerle eski bilgilerini karşılaştırarak onların muhasebesini yapması gerekir.

Evvelce söylemiştik ki insanlar dünyada kazandıklarını uykuları esnasında şuur dışlarına atarak orada biriktirmektedirler. İşte ölümü müteakip varlığın, etraftan irtibatını keserek tam bir tecerrüt haline girişi, onun bu bilgileri rahatça hazmedebilmesi için lüzumlu ameliyeleri yapmasına imkân verir. Şu halde spatyom hayatı varlık için derin ve esaslı murakabe ve muhasebe anıdır. Ve bütün bir dünya devresi boyunca devam eden insan hayatının aralarına ölüm denilen fasılaların sokuşturulmasının bir sebebi de bu imkânı temin etmek içindir.” (S. 202-203)

“Eğer onun bu ihtiyacı yerine getirilmek icap ediyorsa bunu takdir eden vazifeliler yükseklerden gelen direktiflerle ona derhal yardım etmeye hazırlanırlar. Ve dünyada kendisine en lüzumlu ve faydalı olacak ferdi ve maşeri planının, varlıkla beraber tanzim ve tertip edilmesine koyulurlar. O, bu plana istekle bağlıdır. Zira selametinin ancak bu planın tatbikatıyla sağlanabileceğini takdir etmiş bulunmaktadır. Binaenaleyh dünyada bu plana sadık kalacağına söz verir ve bu sözle, evvelce izah ettiğimiz şekilde dünyada bedenlenir…” (S. 204-205)

“Ancak dünya mektebini bitirip de henüz vazife almamış insanların geçirecekleri arasat planı vardır ki buna yarı süptil âlem diyoruz. İşte bu arasatı aştıktan sonra varlıklar büyük vazife planının ilk kademelerine ulaşacaklar ve asıl tekâmüllerine başlayacaklardır… Bir insanın idrakinin, insanlığa ait üst hudut çizgisine varabilmesi için geçirilmesi lazım gelen hayatların miktarı, bir sürü hürriyetler ve imtihanlar yüzünden her ne kadar kesin olarak söylenemezse de bunun vasati 500-700 bedenlenmeye münhasır olduğu bir vakıadır…” (S. 208)

“Bu idraklere göre zaman akışında mazi, hâlihazır, istikbal durumları basit idraklerde olduğu gibi tek istikamette birbiri arkasından giden bir sıra takip etmek zaruretinde değildir. Yüksek idrakte bütün bu geçmiş, hâlihazır ve gelecek durumları, bir yekûn olarak tek bir oluşa bağlanır. Fakat bu tek oluş namütenahi cepheli formlar arz eder. Yani bir an demek olan o tek oluş içinde, her istikamete yönelen namütenahi zaman mefhumu toplanmıştır.”(Sayfa 211)

“Zira insanların tam manasıyla, hakikate ulaşmaları mümkün olmadığından insanlık, hakikatin yalnız izafiyetleri içinde, yani realitelerde yaşamaktadır. Binaenaleyh dünyada ne kadar idrak varsa o kadar realite mevcuttur. Çünkü dünyada hakikatin kendisi değil, idraklerin çeşitli kapasitelerine göre değişen; hakikatlerin çeşitli ve izafi tecelli yatı mevzubahistir….” (Sayfa 238)

“Vazife planında teklik, yani bir tek fert halinde faaliyet bahis mevzuu değildir. Orada ancak gruplar çalışır. Fakat her bir gurup bir tek fert itibar edilir. Yani o grubun her ferdi grubun kendisidir, grup da tek bir ferttir.”(Sayfa 243)

“Doğanın bütün durumlarında ve olaylarında tekamülün genel uyumuna göre, varlıkların her türlü ihtiyaçlarına uygun durumlar meydana getirilmiştir. Alemdeki bu uyum, bu düzen bütün varlıkların tekamülleri yolundaki yazgılarına egemen, ilahi icabın görünümüdür. Bu icap da büyük evren organizasyonlarında vazife almış her kademedeki vazifelilerin, üniteden gelen direktiflere göre, derece derece kapsamı artan işlevleriyle yerine getirilir.
Böylece bütün alemler, bütün evren,büyük bir uyum içinde birbirleriyle sımsıkı kucaklaşmış sayısız olaylar, oluşlar ve akışlar karmaşığıdır. Uyum evrenin bizzat kendisidir.” (Günümüz Türkçesine Uyarlı baskısı. S. 270)

“…Yeni dünyanın, eski batan kıtaların deniz üzerinde bakiye kalan kısımlarına ait bazı adalar ve takımadalarla, denizin dibinden yükselerek meydana çıkan yeni büyük kıtalardan müteşekkil olacağını (meydana geleceğini) söylemiştik. Keza, geçen dünyadan kalan insanlarla meskûn bu adaların, kayalıklardan ibaret olacağını, buralarda toprağın bulunmayacağını da belirtmiştik. Binaenaleyh ilk insanların muhitinde nebat (bitki) hayatı henüz mevcut olmayacaktır. İşte bu halde bulunan yeni dünyanın ilk durumu kısa bir zamanda vahşileşmeye başlayacaktır. Her şey basitleşecek, iptidaîleşecek (ilkelleşecek), vahşileşecektir.

Eski dünyada mevcut olan, zirveleri yuvarlak dağlar ve tepeler yeni dünyada görülmeyecek, onların yerine tepeleri sivri, testere şeklini almış dağlar ve sıradağlar meydana gelecek, keskin vadiler görülecek, her şey sivrileşecek, keskinleşecek ve haşin bir çehre alacaktır.

Varlıkların, yaşamakta oldukları muhitlere (çevrelere) uymalarının zarurî olduğundan evvelce bahsetmiştik. Dünyaya gelecek varlıklar ancak, içinde bulundukları muhitin maddelerinden bedenlerini kuracakları için, yeni dünyaya intikal etmiş olan insanların ve hayvanların da nesilleri üredikçe kabalaşacakları, kaba olan muhitlerine uyacakları tabiîdir. Onların bu kaba muhite intibakları (uyumları) neticesinde, bedenleri süratle kabalaşacaktır.

Geçen dünyadan yeni dünyaya intikal eden hayvanların ve insanların bedenlerinde görülecek bu kabalaşma hâli, iptidaî muhitlerine (ilkel çevrelerine) ait ihtiyaçlarına bağlı olarak nesilden nesle artacak ve uzun müddet devam edecektir. Meselâ nesiller ilerledikçe büyük cüsseli hayvanlar zuhur edecek (ortaya çıkacak), bu hayvanlar vahşi olacak, adalarda toprak ve binnetice (sonuçta) nebat olmadığı için, geçen dünyanın ot ve nebat yiyen munis hayvanlarına burada tesadüf edilmeyecektir“.

Aşağıdaki kaynaklardan “yorumsuz” derlenmiştir. Bülent Pakman. Mayıs 2014.

https://bpakman.wordpress.com/pakman/

http://www.haberturk.com/yazarlar/murat-bardakci/835851-ruhlarin-yazdirdigi-soylenen-ve-54-sene-kasada-saklanan-kitap-nihayet-yayinlandi

http://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0l%C3%A2h%C3%AE_Nizam_ve_K%C3%A2inat

https://www.facebook.com/IlahiNizamVeKainatBedriRuhselman

http://www.seyfullahdemir.com/ilahi-nizam-ve-kainat-kitabina-bir-elestiri/

Resim Düzenleme: Çiğdem Sarıgül

 

Hakkında Çiğdem Sarıgül

1969 yılında Almanya' da doğdum. 1996 senesinden beri Antalya' da özel bir hava yolu şirketinde çalışıyorum. Kendimi bildim bileli bu evrendeki gerçek rolümüzü, gerçekten nereden geldiğimizi, nereye gideceğimizi araştırmaya çalışıyorum. : )
x

Check Also

abyss_by_jenwen-d6brhpb

YENİ ÇAĞIN BEŞ UÇURUMU

  Eğer yükseliş statüsüne geçmeye niyet eder de bu yüzden hayatınız değişirse sakın şaşırmayın. ...