Geleceği Şekillendiren Bilim: NANOTEKNOLOJİ
SRI International firması mikro-robotlar geliştiriyor. Her bir minik robotun kendi gereci var ve birkaç robot bir araya gelerek makro boyutta ürünler üretiyorlar. Bu minik robotlar aslında küçük mıknatıslar ve bir baskı devre üzerinde oluşturulan manyetik alanla kontrol ediliyorlar. Yani bu minik robotlar düşük maliyetli maddelerle üretilmiş ve toplu üretime uygunlar.
SRI ayrıca bu minik robotların ihtiyaç duydukları aletleri kendilerinin yapmasının da bir yolunu bulmuş. Bütün bu mikro robotlar temelde aynı oldukları için gereçleri ile çok farklı işleri yapabiliyorlar. Bu robotlar kendi gereç atölyelerini kurarak diğer robotlar için gereç üretebilir.
SRI robot programının şef bilim adamı Ron Pelrine‘e göre bu mikro-robotlar diğer daha büyük robotlarla entegre edilerek bir nevi robot bağışıklık sistemi gibi hareket edebilir. Büyük robotu gözlemler, bakımını yapar ve gerektiğinde tamir eder.
Küçük olmanın getirdiği büyük avantajlara sahip olan bu marifetli robotlar, yumuşak bir kapsül şeklinde ve vücuda ağız yoluyla alınıyor. İlaç taşımada kullanılabilecek bu küçük robotlar endoskopi bile yapabiliyor. Bunların yanı sıra içlerine yerleştirilmiş özel bıçaklar sayesinde vücudun istenen yerinden kesit alabiliyor. Böylece biyopsi uygulamalarına da yeni bir soluk getiriyor.
Cerrahi müdahale yapabilen bu robotlar, şimdiden, doğadan ilham alınarak başlanan bu serüvenin hayal gücümüzü zorlayacak sınırlara ulaşacağını gösteriyor.
2016 yılı Nobel kimya ödülünü, nanometre boyutunda makineler inşa eden Berbard Feringa, Jean-Pierre Sauvage ve Sir. J. Fraser Stoddart paylaştı. Nanometre ölçeğini gözünüzde canlandıramadıysanız yardımcı olalım, insan saçının genişliğinden bin kat daha küçük.
1 nm (nanometre), metrenin milyarda biri kadardır. Genel olarak nanoteknolojinin çalışma alanı 1 nm ile 100 nm arasında olmaktadır. Örneğin bir DNA sarmalı yaklaşık 2 nm çapa sahiptir.
Günümüz teknolojisi ile bir toplu iğnenin başına yüz bin silikon devre yerleştirilebiliyor. Mikro ve nano teknoloji adı verilen bu bilim şimdilerde hemen hemen her alanda kullanılmaktadır. Mikro-elektro-mekanik sistemler (MEMS); elektronik cihazlar, bolometreler, jiroskop ve nem, sıcaklık, basınç, sarsıntı algılayıcılar gibi alanlarda kullanılmaktayken nanoteknoloji daha çok elektronik devre elemanları, bataryalar, akıllı tekstil ve boya malzemeleri, otomotiv, havacılık ve uzay sanayinde karşımıza çıkmaktadır.
Mikro ve nano teknoloji aynı zamanda gelecek için insanoğlunun hayal gücünü zorlayacak buluşlarında kapısını aralamaktadır. Tüm bu bilgiler ışığında nanoteknoloji ve bu teknolojinin ürünü nanitlerin geleceği yeniden şekillendirdiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.
Bilim her zaman insanoğlunu ileri taşıdığından “Bunda ne kötülük var ki?” diye düşünebiliriz. Evet, bilim ilerleme demektir ancak önümüzde canavarlaşmış savaş sanayi, virüs teknolojisi atom bombaları gibi örneklerde var.
Şimdi biraz düşünelim: Bir toplu iğne ucundan binlerce kat küçük olan teknoloji ürünü nanitler, insanın tüm yapısını değiştirebilir. Bu nanitler vücudumuza havadan, GDO’ lu yiyeceklerden ya da yediğimiz besinlerden rahatlıkla sokulabilir. Bir süre sonra da bu nanitlere verilen komutlar ile bedenimiz arasında bir savaş yaşanabilir. Bunlar hiç de komplo teorisi değil, günümüzün ve hatta geleceğimizin gerçekleri…
Plüton’u incelemek üzere gönderilen New Horizons’a uzay aracını yönlendirmek ve kontrol etmek için üzerine program yüklenen ve her komutu yerine getiren çipler yerleştirildi. Bu sayede milyarlarca kilometre uzakta bulunan araç dünyadan verilen komutları uygulayabiliyor. Bir uzay aracını bu şekilde programlayıp işlevselleştirebiliyorsak, nano ölçeklerde devreleri insan vücuduna da yerleştirip kontrol etmek neden zor olsun ki?
Hatta insan ve hayvanlarda kullanılmaya başlandı bile. Çip yerleştirme işlemleri hayvanların kaybolmasını engellemek adına yıllardır kullanıyordu zaten. Artık Arjantin, Brezilya gibi ülkelerde zengin kişilerin kaçırılma olaylarına önlem olarak da kullanılıyor.
2000 li yılların başlarında Amerika’daki teknoloji şirketi Applied Digital Solutions, insanlara enjekte edilecek çipler için Florida Eyaleti’nde hükûmete başvurarak izin istedi.
İsveç’te Tictail adındaki bir şirkette çalışanların fotokopi makinelerini kullanabilmesi, şifreli kapılardan geçebilmesi, çiplerine tanımlı hesapla alışveriş yapabilmesi için deri altına çip yerleştirme işlemini uygulamaya başladı. Bu çipler yardımıyla insanları uzaktan izleme, kontrol etme işlemleri gerçekleştirilebiliyor hatta elektromanyetik dalga iletimleriyle insanlara değişik eylemler yaptırılabiliyor.
Mesela…Alışveriş çılgınlığı yüzünden kredi kartı mağdurlarının intihara sürüklendiği, borca battığı, her on kişiden sekizinin kredilerle borçlandığını görmezden gelemeyiz. Peki, bunları sadece aptal olduğumuz için mi yapıyoruz yoksa bizi reklam dışında içsel dürtülerimizi harekete geçiren nanitler gibi başka etkenler mi var acaba?
Belki de bir milyon yıllık ömürlerimiz vardı ve böyle bir müdahaleyle bu süre yüz yirmi yıla indirildi.
Profesör Sam Chang’ ın araştırma ekibi kanser ile ilgili şu sonucu çıkarıyor: ’’Eğer canlı bir insanın kromozomlarına genler sokabilseydik, yenilikçi keşfimiz gelecekteki tüm kanser vakalarını anında tedavi etmek anlamına gelirdi, en azından programcı görüş açısından. Teorik olarak, bunu laboratuvarda yapabiliriz, ancak yaşayan bir özneye onarılmış DNA aşılamak için pratik araçlara sahip değiliz. Hurda DNA’ nın gizemi ve kanserin çözülebileceği görülüyor, ama hızlı bir tedavi beklenmemeli. Şimdi yapabileceğimiz en iyi şey kademeli olarak kusurları giderilecek temel genetik koda sahip insanların yeni, kansersiz neslini beslemeye çalışmaktır. Bu uzun zaman alır. Bizim için ve çocuklarımız için ufukta umut görünmüyor.”
Nanoteknoloji konusundan bizden çok ileride bir programcı, genlerimizle pek çok kez oynayarak bugünlere kadar gelmemizi sağlamış önermesinde bulunabiliriz. Peki, bu programcı kim ya da kimler, ne zaman ve nasıl oynamışlar? Bu sorunun cevabını tarihimizde görebiliriz. Kadim tabletlere bakarak belli başlı altı DNA ve GEN müdahalesi görmekteyiz. Tarihe baktığımızda ise dünyayı pek çok kez ziyaret ettiklerine dair binlerce iz ve işaret bırakan ve insana müdahaleden sorumlu tuttuğumuz tek bir tür ile karşılaşırız: TANRILAR yani ANUNNAKİLER.
Dünya’da Anunnakiler üzerine birçok yayın bulunmaktadır: Binlerce yıldır bildiğimiz ve mitoloji diye etiketlediğimiz tanrıları “Anunnakiler” terimiyle bize tanıtan 1976 yayınlanmış 12. Gezegen adlı eseriyle Zecharia Sitchin olmuştur. Zecharia Sitchin yazdıklarına en büyük kanıt olan UR KRALİÇESİ – NİN PUABİ için takipçileriyle British Museum’ dan bir DNA Testi talep etmiş fakat proje sonuçlanmadan vakitsizce ölmüştür.
Haklı olarak sorulacak soru şudur: Kadim tabletlerdeki bilgi doğru okunabildi mi? Akkadca, Babilce, Mısırca, Sümerce yazıları doğru okunabiliyor mu? Bunu günümüzde iyice araştırmak gerekir.
Eğer tercümelerden emin isek, tarih yavaş yavaş tekerrür ediyor demektir. Umarız bu teknoloji günümüzde ve gelecekte bütün insanlığın ve dünyamızın yararına kullanılır.
Konuyla ilgili video.
Kaynak: Gök Türk
Resim Düzenleme: Çiğdem Sarıgül