Sembolizm

SEMBOLLER ve REALİTE ARASINDAKİ UYUMLU REZONANS

 

Ruhsal yasalara uygun bir şekilde (pnömatokratik) yaşamanın nasıl bir şey olduğu sorulacak olursa örnekleme açısından “Pozitif Üçlü” modelini gösterebiliriz.

Ancak öncelikle sembolizmin yapısını, insanların realiteye ait sembolik bir “haritayı” nasıl kullanıp anladıklarını ele almamız gerekecek. Zihnin içine akan en belirgin sembolik harita sözcükler ve dildir. Bunlar sembolik bir dünya aracılıyla gerçek bir dünyayı temsil ederler.

Bizler tüm düşünce ve duygularımızda ardı ardına semboller kullanırız. İçinde yaşadığımız ve adına “Gerçek Dünya” dediğimiz maddi evreni sürekli olarak sembolik bir şekilde yorumlar dururuz. Her nesne, kendisine bağlı ve ona bir anlam atayan bir dizi sembole sahiptir.

Bizler iki dünyada yaşarız. Birincisi “gerçek”, evrensel ve fiziksel dünyadır. Sembollerin ardındaki bu dünya şuurlanmayla anlaşılır. İkincisi de sembolik dünyadır. Dillerden ve benzetmelerden oluşur. Bunları çocukken öğreniriz ve bunlar aracılığıyla iletişim kendi aramızda kurarız. Çoğu zamanda realiteyle karıştırırız.

Bu sembolik dünya, haritalardan oluşan bir dünyadır. Realiteyi arazi olarak tanımladığımızda, haritalarda bu realitenin yorumlarıdır ve bizim yönlerimize bağlı olarak değişebilir. Örneğin para “değeri” sembolize eder. Değerin kendisi değildir, onu sadece temsil eder. Bazı insanlar şöyle derler; “Şu paradan kurtulduğumuzda, dünyanın bütün sorunları çözülecektir.” Ama aslında arkadaki değer realitesini göz önüne almayıp, sembolü ön plana çıkartmaktadırlar.

Sembol ile realite arasında bir rezonans olması gerekmektedir. Bu yaratıcı bir ilişkidir. Çünkü bu rezonans, dünyanın yeniden tanınması yönünde bir değişim yaratabilir. Bu insan yaratıcılığının, sanat ve kültürün pozitif değeridir. Ayrıca toplumsal değişimde çok büyük rolü vardır sembollerin.

Peki, bu rezonans nasıl çalışır? Pozitif üçlü kavramıyla, değişime ait sebep sonuç etkisinin ötesine gidebiliriz. “Etkiler” insanın gerçek “ruh merkezi”nden başlar. Yumurta oluşmadan da tavuk yaratmak mümkündür. Evrende ne varsa insanda da o vardır. Bu yaşayan varlığın çıktığı bir “ruh merkezi” bulunur. Bu merkez sembollerin ardındaki “gerçek dünyada” gerçek durumundadır. Maddi sınırlamaların ötesinde “Ben ben olanımdır”.

Eğer bu ruhsal nitelikleri, dünya planı üzerinde yaratıcılığımızla, iş ve ilişkilerimizle sembolik olarak ifade etmek istersek, bu nitelikleri özgürce ve en yetkin biçimde ifade eden sembolleri araştırmamız gerekir. Güzel müzik, iyi mimarlık ve dekorasyon, yaratıcı çalışmalar, pozitif ilişkiler ve genel hatlarıyla kültür bizim ruh merkezimizi temsil edecek ve onunla rezonansa girecektir.

Fizik uygulama planındaki bu yaratışlar, bu semboller Pozitif Üçlünün ikinci esasıdır. Buradaki önemli nokta, rezonansın meydana gelmesi için, sembolle realite arasındaki ilişkinin özgür, değişim ve gelişime açık olmasıdır.

İyi rezonansa girerek gelişmeye yer ayırabiliriz. Burada bir tür Geştalt(Bütün) etkisine tanık olmaktayız. İşleyiş biçimi şöyledir. Bir besteci kendi yetenek ve tecrübelerini çektiği ruh merkezinden akan bir parça besteler. Bu parça radyoda yayınlanır. İnsanlar bunu dinler ve kendi ruh merkezleriyle bir rezonans oluşur. Ortaya çıkan harmoni, “güzel titreşimler” kelimenin tam anlamıyla dünyayı yeni bir biçimde yaratır.

Müzik parçası, kaynağından daha büyük bir değere sahip olmuştur. İçinde çalınan kültüre ait ruhsal niteliklere bir yön vermiştir. Bu müziğin etkileyip değiştirdiği yeni bir dünya meydana gelmiştir. Bu yeni dünya ise, daha sonraki ruh merkezlerinin yetişmesi ve tezahürü için verimli bir mekândır artık. Bir bilgisayar sistemindeki “pozitif bir geri besleme döngüsü” bu yönteme benzer. Ve bu tür geri beslemelerle yaşadığımız şeyler değişime uğrar.

İşte biz insanlarda böyle gelişiriz. “Yeniden yaratışın” gerçek anlamı budur. Bu, birey olarak çevremizdeki dünyayı etkileyerek değiştirme kudretimizi gösterir. Ardındaki realitenin sembolleri içinde güzel bir tasvirin sonucu olan yeni mekân, yeniden yaratılmış bu dünya, Pozitif Üçlü’nün üçüncü esası ve geleceğe uzanan yönüdür.

Eğer bizim ruh merkezimizden gelen bir şeyi, bu sembol dünyasında güzel bir şekilde ifade edersek, o zaman dünyayı çok derin bir şekilde değiştiriyor ve güzelleştiriyoruz demektir. Aynı şekilde, kendimizi sınırlayıp, ruhsal niteliğimizi yaşamlarımızda özgürce ve tam anlamıyla ifade edemezsek, kendi potansiyelimizi boşa harcıyor ve insanlığı uzaysal kaderinden uzak tutuyoruz demektir.

Elbette “güzel” kelimesiyle mutlak bir anlam verdiğimizi söyleyemeyiz. Bu açıdan güzelliğe dair anlayışımız, kendi ruh merkezimizi yaptıklarımızla iyi bir şekilde temsil edip etmediğimizdir. Hepimizin ruh merkezi farklı, bireysel ve orijinal olduğu içinde, bu durum kendimizi, “zıtlıklar içindeki birlik” anlayışına göre ifade etmemize imkân vermektedir.

Bu nedenle bireyler, kültür, bir bütün halinde insanlık, ruhsal nitelikleri semboller halinde ifade etmede gelişip durmaktadır. Yani çevremizdeki dünyayı yeniden yaratıp durmaktadır. Bu durum, gelişimin ne anlama geldiğini kavramamıza yardım eder. Kendimize şunu sorabiliriz. İşim, evim, evliliğim neyi sembolize ediyor? Ruhsal niteliğimi en iyi şekilde tezahür ettirmek için bu sembolleri nasıl değiştirebilirim? Hayatımı güzel ve anlamlı bir şekilde yeniden nasıl yaratabilirim?

Aynı şekilde toplum da, kurmuş olduğu ortak kurumlara bakıp, bunların ortak “ruh nitelikleriyle” nasıl rezonansa geçirileceğini sormalıdır. Bizim liderlerimiz bizi yeterince temsil ediyor mu? Güzel bir geleceği yaratmak için “para” gibi sembollerin anlamlarını değiştirebilir miyiz? Ki böylesi bir olgu, varlığın gelişen yapısını yansıtan olumlu bir gelişimi sergileyecektir.

James TRAEGER

 

Çiğdem Sarıgül

Çocukluğumdan beri bu evrendeki gerçek rolümüzü, gerçekten nereden geldiğimizi, nereye gideceğimizi araştırıyorum. : )

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu