Evrenin Bir Sanal Gerçeklik Olduğunun 10 Kanıtı
Fiziksel Gerçekçilik içerisinde yaşadığımız ve gözlerimizle deneyimleyebildiğimiz gerçekliğin tek başına ve mutlak bir şekilde var olduğunu savunan görüştür. Birçok insan bu konu hakkında hiçbir şüpheye dahi sahip değildir ve bu dünyanın tek gerçeklik olduğunu kabul eder. Fakat fiziksel gerçekçilik görüşü uzun bir süredir bazı karşıt argümanlara cevap verememekte. Geçtiğimiz yüzyılda fizik dünyasını alt üst eden paradokslar bugün hala geçerliliklerini korumakta ve fiziksel gerçekçilik görüşünü çürütmeye devam etmektedir. Anlaşılıyor ki cisim teorisiyle ve süper simetri ile bir yere varamayacağız.
Fiziksel gerçekçiliğin aksine, kuantum teorisinin beraberinde getirdiği prensipler geçerliliğini korumakta. Fakat fiziksel gerçekçiliğe göre, havada dolaşan, çakışarak bir olabilen ve ardından tek bir noktada var olan kuantum fizikselliği imkânsız bir şey, bu maddeler hayali olmalı. Bu nedenle tarihte ilk kez, fiziksel gerçekçiliğe göre teorik olarak var olamayan maddeler başarılı bir şekilde fiziksel gerçekçiliğin var olduğunu iddia ettiği gerçekliği tahmin edebilmekte. Kuantumlardan bahsediyorum. Fakat hayali bir şey gerçekliği nasıl öngörebilir?
Buraya kadar sorduğumuz sorular fiziksel gerçekçiliği benimsemiş bir kişinin soracağı sorulardı. Diğer taraftan, bir de kuantum gerçekliğini değerlendirmemiz gerekir. Kuantum gerçekliği, fiziksel gerçekliğin tam tersidir (gerçek olan kuantum dünyasıdır ve fiziksel dünya kuantum gerçekliği tarafından yaratılmış bir sanal gerçekliktir). Kuantum mekaniği, fiziksel mekaniği tahmin edebilmektedir çünkü nihayetinde fiziksel mekaniği oluşturan öğe kuantum mekaniğidir. Bu nedenle, ‘kuantum gerçekliği varolamaz’ diyen bir fizikçi ya gerçeği görmek istemiyordur ya da gördüğü gerçeği söyleyebilecek cesarete sahip değildir.
Kuantum gerçekliği deyince aklınıza Matrix filmindeki durum gelmesin çünkü bu filmde bizim dünyamızı oluşturan diğer dünya da fizikseldir. Aynı şekilde, insanlar var olmadan çok daha önce bu sanal gerçeklik var olduğundan dolayı, sanal dünyanın insan beyninden kaynaklandığı da iddia edilemez. Fiziksel gerçekliğe göre kuantum dünyası var olamaz; kuantum gerçekliğine göre fiziksel gerçeklik var olamaz ve eğer var oluyorsa, bu mutlaka bir sanal gerçeklik olmalı. Peki nasıl? İşte birkaç neden;
1-Evrenin bir başlangıcı var:
Fiziksel gerçekçilik; büyük Patlama Hipotezi’ni herkes duymuştur sanırım. Fiziksel gerçekçilik, içerisinde yaşadığımız gerçekliğin Büyük Patlama ile başladığını savunmaktadır. Fakat her şey bir anda var olduysa ve fiziksel gerçekçilik bir noktada başladıysa, bu noktaya nasıl gelindi? Bu görüşün savunduğunun aksine, fiziksel bir evren tamamen değişerek var olmuş olamaz çünkü ne gidebileceği ne de gelebileceği bir yer vardı, her şey bir anda var olmuştu. 1929 yılında, gökbilimci Edwin Hubble evrendeki tüm diğer galaksilerin bizden uzağa doğru genişlediklerini keşfetmişti ve bu keşif, yaklaşık 14 milyar yıl önce uzay-zaman içerisinde bir yerlerde Büyük Patlama olduğu fikrini destekliyordu. Etrafımızda bulunan kozmik arka plan ışımasının keşfi, yalnızca bizim evrenimizin değil, aynı zamanda tüm uzayın ve zamanın da Büyük Patlama ile var olduğunu ortaya koyuyordu.
O halde, evrenimiz ya kendisi var olmadan önce bir şekilde vardı ve kendi var oluşunu gerçekleştirdi -ki bu imkânsız- ya da bir şey bu var oluşu gerçekleştirdi. Bir evrenin hiçlikten kendi başına var olmaya başlamış olması imkânsızdır. Fakat ilginç bir şekilde, günümüzde birçok fizikçi buna inanmaktadır. Bu fizikçilere göre, Büyük Patlama sırasında bir kuantum değişimi meydana gelmişti (kuantum mekaniğine göre, partikül çiftleri ve antipartiküller anlık olarak var olabilir veya yok olabilir). Fakat burada sorulması gereken bir soru var: Eğer her şey hiçlikte bir anda var olduysa, hiçlik nasıl var olmuştu? Uzayda gerçekleştiği iddia edilen kuantum değişimi, nasıl oldu da uzayı yarattı? Var olmayan bir şey kendini yaratabilir mi?
Kuantum gerçekçiliği; her sanal gerçeklik, kendi zaman ve mekanını da beraberinde başlatarak var olmaya başlar. Bu görüşe göre de Büyük Patlama gerçekleşti fakat bu patlama her şeyin başlangıcı değildi. Aksine, Büyük Patlama yalnızca içinde yaşadığımız sanal gerçekliği ve bu gerçekliğin zaman ve mekanının var oluşunu başlattı.
2-Evrenin ulaşabildiği bir hız limiti var:
Fiziksel gerçekçilik; Einstein’ın teorisine göre, boşlukta hiçbir şey ışık hızından daha hızlı gidemez. Bu teori o günden bugüne kabul edilegeldi fakat durumun neden böyle olduğu konusunda bir netlik getiren henüz olmadı. Bu noktada meraklı fizikçilerin sorduğu bir soru var: “Neden nesneler ışık hızından daha hızlı gidemiyor?” Bu soruya verilecek “çünkü gidemezler” cevabı bilim adına hiç de tatmin edici olmayacaktır elbette.
Işığın cam ve su içerisinde yavaşladığı biliniyor ve aslında teoride, ışığın ilerleyebilmesi için bir maddeye ihtiyaç var. Örneğin ışık cam içerisinde ilerdiği zaman, aracın ‘cam’ olduğunu, su içerisinde ilerlediği zaman aracın ‘su’ olduğunu biliyoruz. Fakat ışık uzay boşluğunda ilerlediği zaman, aracın ne olduğunu kimse söyleyemiyor. Işığın uzayda ilerlemesini açıklayan bir fiziksel teorem bugüne kadar geliştirilemedi. Bunu açıklayabilecek kişiyi büyük ihtimalle bir Nobel Ödülü bekliyor.
Kuantum gerçekçiliği; eğer fiziksel dünya bir sanal gerçeklik ise, bu dünya bir tür bilgi işleme sürecinin ürünü olmalı. Bu durumda bilgi sonlu bir kümenin ürünü olmak durumunda ve bu nedenle fiziksel dünyayı meydana getiren bilgi işleme sürecinin de bir sonu olmak zorunda. Konuyla ilgili incelemelere bakıldığında, gerçekten de dünyamızın sonlu bir oranda kendini yenilediği ispatlandı. Mükemmel bir bilgisayar işlemcisinin saniyede 10 katrilyon kez işlem gerçekleştirdiğini varsayalım; bizim evrenimiz ise saniyede bundan trilyonlarca kez daha fazla işleme tabii. Fakat ikisinin çalışma prensipleri de aynı. Tıpkı bir bilgisayar ekranının pikselleri ve yenileme hızı olduğu gibi, bizim dünyamız da Planck Uzunluğu ve Plank Zamanı’ na sahip.
Senaryoya göre, ışık hızı ulaşılabilecek en yüksek hız çünkü ağ bir hertz’de yalnızca bir piksel aktarabilir, yani Plank Uzunluğu Plank Zamanı tarafından bölünmüş durumda, sonuç saniyede 300.000 kilometre. Cidden, ışık hızının adı uzay hızı olmalıymış.
3-Zaman bükülebilir:
Fiziksel gerçekçilik; Einstein’ın ikiz paradoksuna göre, ikiz kardeşlerden bir tanesi ışık hızına yakın bir hızla zamanın tersi istikamette ilerleyen bir roketin içerisine konuluyor ve uzaya gönderiliyor. Roketin içerisindeki zamana göre aradan bir yıl geçiyor ve roket geri dönüyor. Görülüyor ki roket içerisindeki kardeş 1 yıl yaşlanmışken, dünyada kalan kardeş 80 yaşına gelmiş. Teoriye göre iki kardeş de zamanlarının farklı aktığının farkında olmazdı ve hiçbir sağlık sorunu yaşanmazdı. Fakat birisi hayata veda etmek üzereyken, diğeri yaşama yeni başlıyor olurdu.
Eğer objektif bir gerçekliğimiz olsaydı, böyle bir durum imkânsız olurdu. Gerçekten de, hız arttırıcılar içerisine konulan maddeler için zaman yavaşlıyor. 1970’li yıllarda, bilim insanları atom saatlerini uzay araçlarına koyarak dünyanın etrafında uçurdular ve sonuç olarak, atom saatlerinin dünya zamanına göre senkronize edilmiş saatlere kıyasla daha yavaş ilerlediğini kanıtladılar.
Fakat nasıl olur da, yeryüzünde meydana gelen tüm değişimin nedeni olan zamanın kendisi de değişime maruz kalabiliyor?
Kuantum gerçekçiliği; sanal bir gerçekliğin sahip olduğu zaman da sanal olacaktır. Bilgisayar oyunu oynayanlar bilirler, bilgisayarın işlemcisine çok yüklenildiği zaman oyun yavaşlar, zaman daha yavaş akmaya başlar. Tıpkı bunun gibi, bizim dünyamızdaki zaman da hıza veya diğer masif kütlelere bağlı olarak yavaşlayabiliyor. Bunun tek bir açıklaması olabilir; yaşadığımız gerçeklik sanal. Bu teoriye göre, roket içerisinde uzaya gönderilen kardeşin sanal zamanının değiştiği ve bu nedenle dünyadaki kardeşine göre çok daha az yaşlandığı açıklanabilir.
4-Mekân bükülebilir:
Fiziksel gerçekçilik; Einstein’ın Görelilik Kuramı’ na göre, bütün varlıklar ve varlığın fiziki olayları izafidir. Zaman, mekân, hareket, birbirlerinden bağımsız değildirler. Aksine bunların hepsi birbirine bağlı izafi olaylardır. Cisim zamanla, zaman cisimle, mekân hareketle, hareket mekânla ve dolayısıyla hepsi birbiriyle bağımlıdır. Bunlardan hiçbiri müstakil değildir. Bununla beraber, güneş dünyayı yörüngesinde tutabilmek için çevresindeki mekânı büküyor. Fakat soru şu: Nasıl olur da mekân bükülebilir? Tanımına bakacak olursa, mekân içerisinde hareketlerin meydana geldiği yerdir ve bu nedenle, eğer mekânda bir bükülme oluşuyorsa, bu mekân bir başka mekânda var olmak zorunda, aksi halde bükülemez. Bu da bizi sonsuz bir bağlanım açıklaması yapmaya itiyor. Ancak ve ancak madde, hiçbir şeyden oluşmayan bir uzayda var oluyorsa, bu hiçbir şeyden oluşmayan uzayın hareket edebilmesi (bükülebilmesi) mümkün olacaktır.
Kuantum gerçekçiliği; ‘yavaş’ bir bilgisayar aslında yavaş değildir fakat arka planda çalışan gereksiz bir program yüzünden yavaşlıyordur. Bu teori bizim evrenimiz için de öne sürülebilir. Casimir Kuvveti’ne göre, uzay boşluğu birbirine yakın olan iki plakaya baskı uygulamaktadır. Günümüz fizikçilerinin birçoğu, bu duruma sanal gerçeklikte yokluktan bir anda var olan maddelerin neden olduğunu iddia etmektedir. Kuantum gerçekliğine göre ise, uzay boşluğu aynı etkiyi yaratacak işlemlerle doludur ve bu nedenle, bir işlem ağı olduğu iddia edilebilecek uzay, bükülmesi mümkün olan üç-boyutlu bir yüzey yaratıyor olabilir.
5-Rastlantısallık:
Fiziksel gerçekçilik; Kuantum teorisine göre, kuantumlar tamamen rastgele hareket ederler, yani bir ışınetkin atom canı ne zaman isterse o zaman foton salabilir. Bu tamamen rastlantısaldır ve hiçbir fizik kuralı bunu açıklayamamaktadır. Ek olarak, kuantum teorisne göre, bir fiziksel eylemin gerçekleşmesi için ‘dalga fonksiyonunun rastlantısal bir şekilde sonlanması gerekir ki, bu da bizi şu sonuca götürüyor: Her fiziksel olgunun aksiyonun arkasında bir rastlantısallık bulunmaktadır.
Fiziksel bir aksiyonun gerçekleşmesi için ortada bir rastlantısallık bulunması gerektiği üzerine araştırmalar yapan Hugh Everett, 1957 yılında ‘çoklu-dünya’ teorisini ileri sürdü. Deneyle kanıtlanması henüz mümkün olmayan bu teoriye göre, kuantumların yaptığı her seçim sonrasında yeni bir evren meydana gelmekte. Yani bir kuantum maddesinin yapabileceği her seçimin gerçekleştiği farklı bir evren bulunmakta. Örneğin, kahvaltıda kendinize bir tost hazırlamayı seçtiyseniz, doğa tarafından yumurta hazırlamayı seçtiğiniz farklı bir evren yaratılmakta. Everett’ in bu teorisi ilk başta herkes tarafından saçma bulundu ama Einstein’ın dediği gibi “ilk bakışta absürt olmayan bir fikirden hiçbir olumlu sonuç alamazsınız.” Günümüz fizikçileri bu teoriyi büyük oranda kabul etmiş durumda çünkü evrenin bir rastlantısallık sonucu meydana geldiği fikrinden kurtulmanın tek yolu bu.
Fakat eğer her kuantum tercihi yeni bir evren meydana getiriyorsa, o halde meydana gelen evrenler sonsuzluğun tüm kavramlarının ötesine geçen oranlarda birikiyor demektir. Yani bir anlamda bu imkânsızdır. Aslında çoklu-evren fikri, içerisinde yaşadığımız dünyayı tıpkı bir saatin işleyişi gibi tamamen yapısalcı metotlarla açıklamaya çalışan eski usul yaklaşımın yeniden dirilmesi gibi bir şey fakat bu yaklaşım geçtiğimiz yüzyılda kuantum teorisi tarafından geçersiz kılınmış durumda. Yanlış teoriler ölmez, yalnızca zombi teoriler haline gelirler.
Kuantum gerçekçiliği; online olarak oynanan bir oyunun işlemcisi, kendisine random bir değer üretebilir. Bizim evrenimiz de bunu yapıyor olabilir. Yani daha net bir ifadeyle, kuantum hareketleri bizlere rastlantısalmış gibi görünüyor çünkü arka planda kalan kullanıcı-sunucu hareketlerine ulaşmaya yetkimiz bulunmamakta. Kuantum rastlantısallığı tamamen anlamsız görünebilir fakat evrim teorisi ile kıyasladığımızda, maddelerin genetik rastlantısallık ile biyolojik olarak evrimleşmesiyle hemen hemen aynı şeydir.
6-Karşıt-madde:
Fiziksel gerçekçilik; karşıt-madde terimi, bir atomu oluşturan karşıt elektrik yüklü elektron, proton ve nötron parçacıklarına verilen isimdir. Bizim evrenimizde negatif elektronlar, pozitif atom çekirdeklerini yörüngelerinde tutar. Karşıt-maddelerin evreninde ise, pozitif elektronlar negatif atom çekirdeklerini yörüngelerinde tutar fakat iki evren için de aynı fizik kuralları geçerlidir. En azından öyle görünür; bir madde ve karşıt-madde birbirini ortadan kaldırır.
Karşıt-maddeler bulunmadan önce, Paul Dirac’ ın denklemleri bu maddelerin varlığına ışık tutmuştu aslında fakat bir maddeyi yok eden başka bir maddenin neden var olabileceği sorusuna cevap bulunamamıştı. Feynman Diyagramı gösterdi ki bir elektron ile karşıt-elektron bir araya geldiğinde, karşıt-elektron tam zamanında geri giderek çarpışmaya giriyor. Günümüz fizik denklemleri bunu açıklayabiliyor ama ortaya konulan verilerin mantığı henüz çözülebilmiş değil. Maddelerin karşıtlarına ihtiyaçları yoktur ve zaman çevrimi sahip olduğumuz fizik kurallarını yıkıyor. İşte bu yüzden, modern fiziğin bulduğu en şaşırtıcı ve kafa karıştırıcı şeylerin başında karşıt-madde geliyor.
Kuantum gerçekçiliği; eğer madde, bir takım değerlerin işlenmesi sonucunda meydana geliyorsa (tıpkı bilgisayar yazılımları gibi), o halde bu değerleri tersi oranında belirlemek ve böylece bir karşıt-işlem yaratmak da mümkündür. Bu açıdan bakıldığında, karşıt-maddeler, işlem sonucunda yaratılan maddelerin kaçınılması imkânsız ürünleri olacaktır. Eğer zaman, maddelerin ileri-işlenme döngülerinin tamamlanması sonucunda oluşuyorsa, karşıt-madde için bu durum geri-işlenme döngüleri olacaktır. Yani kısaca, karşıt-maddeler zamanı tersine çeviriyor. Maddenin bir karşıtı vardır çünkü onu yaratan işlem tersine çevrilebilir ve böylece karşıt-zaman da meydana gelmiş olur. Yalnızca sanal bir gerçekliğin ürünü olan zaman tersine çevrilebilir ve bu da yaşadığımız dünyanın bir sanal gerçeklik olduğunun göstergelerinden biridir.
7-Çift yarık deneyi:
Fiziksel gerçekçilik; 200 yıl kadar önce, Thomas Young bir deney yaptı ve ulaştığı sonuçlar bugün hala fizikçilerin kafasını karıştırıyor. Üzerinde iki tane yarık bulunan bir panelin üzerine ışık tutan Thomas, bu panelin arkasına başka bir panel daha yerleştirerek, ilk panelin yarıklarından arkadaki panelin üzerine düşen ışığı inceledi.
Işık, yarıkların tam arkasında kalan bölgelerde yoğun olarak toplanırken, yüzeyin geri kalan kısmında da bir girişim örüntüsü oluşturuyordu. Bir ışık partikülü (foton) mutlaka dalga halinde olmalıydı (arkada kalan panelde ışığın yoğun olarak toplandığı alanlar olmamalıydı). Fakat aynı zamanda ışık belli bölgelerde toplanıyordu ki bu durum yalnızca bir foton parçacık gibi hareket ettiği zaman (veya öyle davrandığında) gözlemlenebilir. Işık hem bir dalga, hem de bir tanecik olarak mı davranıyor?
İlerleyen yıllarda fizikçiler bu soruya cevap bulmaya çalıştılar ve ilk panelin üzerinde bulunan yarıklardan fotonları teker teker diğer tarafa göndermeyi denediler. İlk foton gönderildiğinde tıpkı bir parçacık gibi davranmış ve arkadaki panelin üzerinde tahmin edilen bir noktaya düşmüştü. Diğer fotonlarda tek tek gönderildikten sonra, arkadaki panelde yine bir girişim örüntüsü oluşmuştu. Bu deney zamandan tamamen bağımsızdır; yani her yıl tek bir foton dahi gönderilse, aynı sonuç elde edilecek.
Bir foton kendisinden önce gönderilen fotonun panel üzerinde nerede düştüğünü bilemez, değil mi? O halde bu girişim örüntüsü nasıl oluşuyordu? Bunu anlamak için üzerinde yarıklar bulunan panel ile arkada kalan panelin arasına bir dedektör yerleştirildi. Bir foton iki yarıktan aynı anda geçemez, mutlaka birini tercih etmesi gerekiyor. Eğer foton üstte kalan yarıktan geçerse, dedektör bipleyecekti (şayet dedektör biplemezse, foton aşağıda kalan yarıktan geçmiş demektir). Bu mekanizmanın sonrasında doğanın açıklanamaz kanunlarından bir tanesi keşfedildi: Eğer gözlem altındaysa, bir fiziksel foton parçacık gibi davranıyor; eğer onu izleyen bir şey yoksa bir dalga gibi davranıyor. Günümüzde fizikçiler bu gizemi ‘Dalga-Parçacık İkiliği’ olarak adlandırıyor.
Kuantum gerçekçiliği; Kuantum Teorisi, iki yarıktan da geçtiği, etkileşime girdiği ve arkada kalan panel üzerinde belli bir noktada bir araya geldiği öngörülen imgesel dalgaları kullanarak Young’ un deneyini açıklayabiliyor. Teoride bir sorun yok fakat var olmayan dalgalar var olan dalgaların nasıl davrandığını açıklıyorsa, bu çok da tatmin edici bir bulgu değildir. Kuantum gerçekliğinde, bir foton programı ağ üzerinde birçok olayı meydana getirebilir; bir dalga olarak davranabilir ve ardından bir düğüm aşırı yük taşıdığı için yeniden başlatıldığında kendini yenileyebilir, tıpkı bir parçacık gibi.
8-Kara enerji ve karanlık madde:
Fiziksel gerçekçilik; günümüz yaklaşımları gözlerimizle deneyimleyebildiğimiz maddeleri tanımlamakla meşgul fakat var olan her şeyin beş katı büyüklükte karanlık madde mevcut. Yıldızlarını etrafında tutan galaksimizin merkezinde bulunan kara delik etrafında bir ışık halkası gibi düşünülebilir karanlık madde. Bu maddeyi gözlerimizle göremiyoruz çünkü hiçbir ışık bu maddeyi aydınlatmıyor. Karanlık madde bir karşıt-madde değildir çünkü gama ışını işareti bulunmamaktadır. Karanlık madde bir kara delik de değildir çünkü yerçekimsel kırılmaya sahip değildir. Fakat bugün bildiğimize göre, eğer karanlık madde olmazsa, galaksimizde bulunan yıldızlar param parça olacak. İnsanlık tarafından bilinen hiçbir madde karanlık maddenin ne olduğunu açıklayamıyor -bir hipotez olarak zayıf etkileşimli büyük kütleli parçacıklar (WIMP) önerildi fakat tatmin edici bir sonuca ulaşılamadı.-
Bununla birlikte, evrenimizin %70 kadarının kara enerjiden oluştuğu biliniyor ve fiziğin bu enerji hakkında yapabileceği hiçbir açıklama bulunmuyor. Kara enerji bir çeşit negatif yerçekime sahip ve uzay boyunca yayılarak maddeleri baskılıyor. Bu nedenle evrenin genişlemesine yol açıyor. Şu ana kadar dikkate değer bir genişleme gözlemlenmedi fakat bilim insanlarının söylediğine göre, sürekli genişleyen bir evrende mutlaka bir şeyler zayıflayacaktır. Eğer kara enerji uzayın bir parçası olsaydı, o zaman uzayın genişleme oranıyla doğru orantılı olarak artış gösterirdi fakat durum bunun tam tersi. Şu tarihe kadar kara enerjinin ne olduğunu hiç kimse açıklayabilmiş değil.
Kuantum gerçekçiliği; eğer boş uzay yalnızca değersiz bir işlemse, o halde evren hiçbir şey olmalıdır ve eğer uzay sürekli genişliyorsa, o halde aralıksız olarak yeni bir evren ekleniyor demektir. Yeni işlem noktaları, tanım itibariyle, ilk döngülerinde bir girdi alır fakat dışarıya hiçbir şey vermez, yani yeni işlemler içine çekiyor fakat dışarıya hiçbir şey vermiyor, tıpkı kara enerji olarak adlandırdığımız negatif etki gibi.
Eğer düzenli bir aralıkla yeni evren ekleniyorsa, etkiler zaman içerisinde çok da değişmeyecektir. Sonuç olarak, kara enerji aralıksız olarak devam eden uzay yaratma sürecinin bir ürünü olmalıdır. Bu düşünceye göre, karanlık madde bir kara deliğin yörüngesinde bulunan ışık olmalıdır. Bu nedenle karanlık madde bir nur aylası şeklinde çünkü eğer kara deliğe çok yaklaşırsa içeri çekilir ve delikten çok uzaklaşırsa yörüngeden çıkar. Kuantum gerçekçiliğine göre, kara enerji ve karanlık maddeyi açıklayabilecek bir madde hiçbir zaman bulunamayacak.
9-Elektronlar tüneli:
Fiziksel gerçekçilik; dünyamızda bir elektron asla nüfuz edemeyeceği bir Gaussian alanının dışında bir anda belirebilir, tıpkı kapağı kapalı cam bir şişenin içerisinde bulunan bir demir paranın bir anda şişenin dışına çıkabilmesi gibi. Her şeyin geleneksel fizik kurallarına göre işlediği bir dünyada böylesi mümkün olamazdı fakat bizim dünyamızda bu mümkün.
Kuantum gerçekçiliği; kuantum Teorisi’ne göre bir elektron yukarda açıklanan eylemi zaman zaman yapmak durumundadır çünkü bir kuantum dalgası hiçbir engel tanımadan yayılabilir ve bir elektron tamamen rastgele olarak bir noktaya düşebilir. Her elektron düşüşü, fiziksel gerçekçilik olarak adlandırdığımız filmden bir görüntü olacaktır fakat bir sonraki görüntünün ne olacağı kestirilemeyecektir. Kuantum Teorisi’ne göre atom altı parçacıkların rastgele hareket etmesi olağandır.
Bu biraz garip gelebilir fakat bir yerden başka bir yere ışınlanma çalışmaları tamamen kuantum maddelerinin nasıl hareket ettiği ile ilgilidir. Gözlemlerimizden bağımsız olarak var olan bir fiziksel dünya deneyimliyoruz fakat Kuantum Teorisi’nin ‘gözlem olduğu anda deneye müdahale edilmiştir’ fikri, aslında her şeyin bir oyun izleme gibi olduğunu öne sürüyor. Sola baktığımızda bir sol görüntüsü yaratılıyor, sağa baktığımızda bir sağ görüntüsü yaratılıyor. Bohm’un teorisine göre, hayalet biçimli bir kuantum dalgası elektronları yönlendiriyor. Fakat günümüz teorisinde elektronun kendisi bir hayaletimsi dalga. Kuantum gerçekçiliğinin kuantum paradoksunu çözmek için kullandığı yöntem çok basit: Kuantum dünyası gerçekliktir ve fiziksel dünya sanal bir üründür, tıpkı bir bilgisayar oyunu gibi.
10-Kuantum Dolanıklık:
Fiziksel gerçekçilik; eğer bir sezyum atomu farklı yönlerde iki foton salıyorsa, Kuantum Teorisi bu fotonları ‘dolandırır’ ve böylece birisi yükseliyorken diğeri alçalır. Fakat bir foton rastgele dönüyorsa, diğer foton ne tarafa döneceğini nasıl bilebilir? Einstein’a göre bir fotonun dönüş yönünün, evrenin neresinde olursa olsun diğer fotonun ne yöne döneceğini belirlemesi oldukça ürkütücü bir fikirdi. Bu konuda yürütülen deney insanlık tarihinde gerçekleştirilmiş en titiz deneylerden bir tanesiydi çünkü sonuçlar yaşadığımız dünyanın gerçekliğini ortaya koyacaktı. Kuantum Teorisi yine yanılmamıştı, bir fotonun gözlemlenmesi diğer fotonun aksi yönde dönmesine neden oluyordu.
İki foton arasında herhangi bir sinyal alışverişi olmasına imkân tanımayacak bir mesafe de olsa sonuç aynıydı. Doğa daha başlangıçta bir fotonu belli bir yöne ve diğer fotonu diğer yöne programlamış olabilirdi fakat görünen o ki böylesi birçok farklı soruna neden olacaktı. Bu nedenle, doğa iki fotonun da iki yönde dönebilmesine olanak sağladı. Fakat fiziksel olarak imkansız olmasına rağmen, yalnızca gözlemlendikleri zaman iki foton aynı anda farklı yönlerde dönmeye başlıyor.
Kuantum gerçekçiliği; programları iki farklı noktayı aynı anda çalıştırmak için birleştirilen iki foton birbirine dolanıyor. Eğer bir program bir yönde çalışıyorsa diğer program diğer yönü çalıştırıyor. Bu iki programdan herhangi birinde gerçekleşen bir fiziksel eylem iki programı da rastgele baştan başlatıyor fakat iki programın farklı yönlerde işlemesini sağlayan kodu koruyor.
Kuantum gerçekçiliği Kuantum Teorisi’nin ortaya attığı denklemleri yeniden değerlendiriyor. İddia edilene göre, fiziksel dünya yalnızca bir işlemler bütünü fakat bu her şey sahte demek anlamına gelmiyor. Bir yerlerde gerçek bir dünya var ve gerçek fiziksellik (bizim bildiğimiz fizikten çok farklı olduğu düşülüyor) orada, bizim fiziksel dünyamız yalnızca bir kodun ürünü.
Kaynak: onedio.com