NOBEL ÖDÜLLÜ FİZYOLOG RITA LEVI-MONTALCINI
Rita Levi-Montalcini (22 Nisan 1909 – 30 Aralık 2012), İtalyan nörolog. Meslektaşı Stanley Cohen ile birlikte 1986 yılında sinir büyüme faktörü (NGF – Nerve Growth Factor) buluşları için Nobel Fizyoloji veya Tıp Ödülünü kazanmıştır. 2001 yılından ölümüne kadar İtalyan Senatosunda Yaşam Boyu Senatör olarak kabul edilmiştir. Rita Levi-Montalcini yaşayan en yaşlı Nobel Ödülü sahibi ve 100. doğum gününe ulaşan ilk Nobel Ödülü sahibi unvanına sahipti.
“Keşfedilmemiş bir yer kadar büyüleyici” olarak tanımladığı sinir sisteminin gelişimiyle ilgili çalışmaların sonucunda programlı hücre ölümünü ve sinir hücrelerindeki etken faktör proteinlerini 1940′ lı yıllarda keşfetti.
Prof. Dr. Ediz Demirpençe ‘1986 Nobel Tıp Ödülü’ yazısında şöyle yazar: Onu ilk izlediğimde söylediği bir şeyi hiç unutmuyorum: “Kullandığınız sürece beyniniz yaşlanmayacaktır. Kaç yaşında olursanız olun yeni şeyler öğrenmekten korkmayın, beyninizin öğrenebilecek kapasitesi her zaman vardır.”
Rita Levi-Montalcini’ nin kitabından alıntı: “Bilimsel araştırmada kişisel tatmin ve başarının anahtarı zeka düzeyinde ya da verilen görevi eksiksiz yerine getirebilme kapasitesinde değildir. Hepsinden önemlisi kendini işine adamak ve zorluklar karşısında gözlerini kapayabilmektir. Bunu yapabilenler, keskin zekalı ve eleştirel olanlara göre sorunlarla başa çıkmakta çok daha başarılı olurlar.”
Bu keşiflerinin anlam ve önemi 40 yıl sonra fark edilen ödüllü İtalyan bilim kadınının kendisi ile yapılan bir söyleşi;
-100 yaşınızı nasıl kutlayacaksınız?
– Ah, bu yaşa kadar yaşayıp yaşamayacağımı bilmiyorum, ayrıca kutlamalar da hoşuma gitmiyor. Beni ilgilendiren ve hoşuma giden şeyler, her gün yaptığım şeylerdir.
– Neler yapıyorsunuz?
– Afrikalı kızların, okuyup ülkelerinin gelişmesinde rol almaları için burs temin etmeye çalışıyorum. Araştırmalarıma ve düşünmeye devam ediyorum.
-Emekliye ayırmadınız mı kendinizi?
– Asla! Emeklilik beyni harap eder. Bunu yapan bir çok kişi dünyayı terk ettiler, bu beyni öldürür, hasta eder.
– Beyniniz nasıl çalışıyor?
– Tam 20 yaşımdaki gibi. Arzu ve yeteneklerimde hiçbir fark görmüyorum. Yarın tıbbi bir kongreye katılacağım.
– Ama genetik bir sınırı da yok mu bunun?
– Hayır. Beynim henüz yaşlanmadı. Kaçınılmaz olarak vücudumda kırışıklıklar var, ama beynimde değil.
– peki nasıl oluyor bu?
– Nöronlarla ilgili önemli bir esneklikten yararlanıyoruz: Nöronlar ölmüş olsalar bile, kalanlar görevlerini sürdürebilmek için yeniden organize olurlar, ancak yine de onları uyarmak gerekir.
– Bunun olacağını söyler misiniz?
-Arzu etmeye devam ediniz, beyninizi faal tutunuz, onu çalıştırınız, bu suretle asla bozulmaz.
– Ben uzun yaşar mıyım?
– Yaşadığınız yıllardan daha iyi yaşayacaksınız, ve işin ilginç tarafı da bu. Bunun sırrı da meraklı, istekli ve de sevgi ile dolu olmaktır.
– Yaptığınız şey bilimsel bir araştırma…
– Evet, ve de coşkulu olmayı sürdürüyorum.
– Siz, sinir sistemi hücrelerinin nasıl geliştiklerini ve bu hücrelerin nasıl yenilendiklerini keşfettiniz.
– Evet, 1942 de. Ben bunu: ‘‘Nerve Growth Factor- NGF’’ (yani sinir gelişim etkenleri), ve hemen hemen elli yıl kadar, yani keşfimin geçerliliği kabul edilene kadar toplum dışında bırakıldım. Ta ki 1986 yılında Nobel ödülünü alana kadar.
– 1920 li yıllarda genç bir İtalyan kızı olarak nasıl oldu da bir nöroloji bilgini olmayı başardınız?
– Çocukluğumdan beri kendimi okumaya verdim. Babam, hep iyi bir evlilik yapmamı, iyi bir eş ve iyi bir anne olmamı istiyordu, ama ben onu dinlemedim , okumak istediğimi söyledim…
– Babanız buna çok kızdı mı?
– Evet, çünkü kendimi mutlu bir çocuk olarak hissetmiyordum. Kendimi tıpkı küçük yaramaz bir ördek, budala ve bir işe yaramaz olarak kabul ettiğini sanıyordum. Benden büyüklerin hepsi de parlaktılar ve ben aşağılık kompleksine kapılıyordum.
– Öyle sanıyorum ki bütün bunlar sizin için bir uyarıcı olmuş.
– Evet, ama Afrika da cüzam üzerine araştırmalar yapan Dr. Albert Schweitzer’ in çalışmaları da beni çok etkiledi. Bende acı çekenlere yardım etmeyi seçtim, zira en büyük hayalim buydu.
– Bilim alanında bunu başardınız.
– Ve bugün de Afrikalı kızların eğitimlerine katkıda bulunmak için çalışıyorum. Hastalıklara karşı mücadele ediyoruz, ama İslam ülkelerinde kadınların maruz kaldığı zulüm ile de mücadele etmek zorundayız.
– Din, bilimin gelişmesi engelliyor mu? Öğrenmenin önünde bir engel mi teşkil ediyor?
– Evet din, erkek karşısında kadının etkisini yok ediyor, onu bilimin, ve her türlü gelişimin dışında tutuyor.
– Bir erkeğin beyni ile bir kanın beyni arasında bir fark var mıdır?
– Sadece, salgısal sisteme bağlı heyecanlarla ilgili beyin fonksiyonları bakımından. Ama öğrenmek ve bilmek yeteneği bakımından hiçbir fark yoktur, yani her ikisi de aynıdır.
– Neden bilimle uğraşan çok az sayıda kadın var?
– Hayır, bu doğru değil ! Erkekler tarafından yapıldığı söylenen bilimsel keşiflerin bir çoğunda da kız kardeşlerinin, eşlerinin ve kızlarının katkıları vardır
– Bu gerçek mi?
– Kadın zekası kabul edilmiyor ve hep arka planda bırakılıyor; Ama bereket versin ki bu gün, bilimsel araştırmalar da erkeklerden daha fazla kadın var: Bunlar Hypatia’nın mirasçılarıdır.
– 4. yüzyıldaki İskenderiye’ li bilim kadını.
– Evet, Şimdi eskiden olduğu gibi sokaklarda kadın düşmanı yobazlar tarafından öldürülmüyoruz artık. Dünyada birçok şey değişti artık.
– Hiç kimse sizi katletmeyi denemedi mi?…
– Faşizmin iktidarda olduğu tarihlerde, Mussolini de Hitler’in Yahudi zulmünü taklit etmek istedi, bir süre saklanmak zorunda kalmıştım. Ama araştırmalarımı durdurmadım: Yatak odama bir laboratuvar kurdum…ve bu sıralarda “Apoptosis” yani hücrelerin programlanmış ölümlerini keşfettim.
– Yahudilerde bilim adamı ve entelektüel oranının yüksek oluşunu neye bağlıyorsunuz?
-Sürgünler Yahudileri entelektüel çalışmalara yöneltti: Zira düşünce dışında her şey yasaklanabilir. Bilindiği gibi Yahudiler arasında Nobel ödülü kazanmış bir çok kişi vardır.
– Nazi çılgınlığını nasıl izah ediyorsunuz?
– Hitler ve Mussolini hep kalabalıklara karşı konuştular. Bu durumda, beynin entelektüel faaliyetlerine hakim olan heyecan verici bölümü hemen faaliyete geçer. Bunlar da heyecanları, sebepsiz de olsa, tetiklerler.
– ABD’nde ki birçok okulda, halen Evrim Teorisi yerine Yaratılış Teorisinin okutulduğunu…
– İdeoloji heyecandır, sebepsizdir. Sebep, eksikliğin çocuğudur. Omurgasızlarda her şey programlıdır: onlar mükemmeldirler. Biz hayır! Kusurlu yaratıklar olarak biz, iyi ile kötüyü ayırt etmek için sebeplere, değerlere, ahlâka başvururuz ki bu Darvin teorisinin en uç noktasıdır!
– Hiç evlenmediğinizi biliyoruz, çocuğunuz oldu mu?
Hayır. Ben, nörolojinin cangıl ormanlarına girdim; Güzelliğine hayran kaldım ve bütün zamanımı ona vakfettim
– Bir gün, Alzheimer’in, Parkinson’ un, yaşlılığa bağlı bunamanın çaresi bulunacak mı?
– İyileştirmek mi…? Tüm bu hastalıkları durdurmayı, geciktirmeyi ve en aza indirmeyi başaracağız.
– Bu gün en büyük hayaliniz nedir?
– Beynimizi tüm kapasiteleri ile tanıyabilmek.
– Kendinizi yaramaz bir çocuk olarak hissetmekten ne zaman vazgeçtiniz?
– Henüz sınırlarımın bilincindeyim.
– Hayatınız boyunca yaptığınız en güzel şey?
– Başkalarına yardım etmek.
– Bu gün 20 yaşında olsaydınız ne yapardınız?
– Aynı şeyleri!
– Teşekkürler…
Derlenmiştir
Resim Düzenleme: Çiğdem Sarıgül